'Şimdi olsa örtünür müydüm bilmiyorum'
Yeni Şafak Yazarı Ayşe Böhürler, Gazete Habertürk'te konuştu. İşte, Ayşe Arman olayından İslamcılığa uzanan o röportaj.
Ayşe Arman'ın tesettüre bürünüp Reina'ya, mini etek giyip Fatih'e gitmesini nasıl buldunuz?
"Deneysel gazetecilik" diyebiliriz herhalde. İlginç izlenimlerine katıldığım ve katılmadığım yerler oldu. Ama çok iyi takip ettiğim söylenemez. Buradaki insanlarla onlar gibi görünerek bir buluşma sağlayabildiyse ve onları anlayabildiyse ne ala. Yok buluşamayıp kendi mahallesinin kızı olarak kaldıysa, "Boşuna gayret" demek isterim. Ki okuduğum izlenimler buluşamadığını gösteriyor.
Ya dış görünümü?
Dış görünümü değiştirmek, insana hakikati kavrama imkanı sunamıyor. Hakikati
bulmak, başka gayret, istek ve yetiler ister. Deneysel gazetecilik ise elbette yüzeysel gözlemlerin ötesinde hakikati sunamaz. Pakistan'daki dansçı kızlar ve Kırmızı Işık Sokağı üzerine yazılan bir kitabı anlatmıştı bir arkadaşım. Yazar, üç yıl onlarla birlikte yaşamış. Ama üç yıl boyunca orada yaşadıklarını, gözlem olarak yine de dışarıdan birisi olarak aktarmış.
Gazetenizden "Ayşe Hanım türbanınızı çıkartıp Erzurum'u, Sivas'ı, Çankırı'yı dolaşsanız, türbanınızla da Ankara'da, İstanbul'da kamusal alanlara girmeyi deneseniz" deseler, bu öneriyi nasıl karşılardınız?
Gazetecilikte anlamak için meseleye vakıf olmak önemlidir elbette. Ama konuya vakıf olmak için illa içinde yaşamaya gerek yok. Zaten son örnek de bunu göstermiyor mu? Bir cinayet haberini yapmak için de herhalde katil ya da polis olmamız gerekmiyor. Deneysel gazetecilik tarzı Ayşe Arman'a uygun. Bana göre değil. Yüzeysel kavrayışların insana bir şey kazandırmayacağına
inanırım. Karşı tarafı anlamam için onlar gibi görünmeme de gerek yok. İnsanlık hallerine duyarlı olmanız yeterli. Kendimi hiçbir kesime yabancı hissetmiyorum ki, onları anlayabilmek için onların libasına bürüneyim. Hepimiz insanız. Samimi olup gerçekten dinlemek yeterli değil mi? Aynı inancı paylaşsa bile insanlarn arasında binbir görüş ve yaşayış farkı var. Hangi birisini tespit edeceksiniz? İddialı olmamak, kimseyi incitmemek, "Doğru budur" dememek lazım.
Kuaföre başörtünüzü gönderip Arman gibi abiye modeller denediniz mi hiç?
Asla! Hiçbir zaman! Başörtüsü kuaförlerine de, başörtüsü üzerine takılan güllere de, altına giyilen dar tuvaletlere de karşıyım. Estetik de bulmuyorum. Estetik olmak ayrı, başörtüyü süslemek ayrı şey. Süslenmeden de estetik örtünülebilir. Burada başörtüyü bir dinin emrini yerine getirmek olarak görüp taşıyanlarla, bir kültür bir gelenek olarak görüp taşıyanlar arasındaki ayrışma da ortaya çıkıyor. Örtünmek bir mana taşımadığında, örtüyü süslemek devreye giriyor herhalde. Uzun yıllardır tesettürlü birisi olarak Ayşe Arman'ın gittiği yerlerin çoğundan haberdar bile değilim.
Ayşe Arman, İsmailağa Caddesi'nde gezerken, "Pislikten başka bir şey değilsiniz" diye tepki almış. Siz de Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde, Abdullah Gül'ün adaylığına karşı çıktığınız için kimi okurlardan benzer tepkiler aldığınızı kaydetmiştiniz. Bu iki tepki birbirine benziyor mu?
Ne alakası var? Birisinde, siyasi bir varoluş kavgasında uzlaşıyı ve tarafsızlığı savunuyorsunuz diye taraftar tepkisine maruz kalma var. Diğeri ise bir dindarın, gühah olduğuna inandığı bir görünüme tepkisi. Üstelik onun kendini günahlardan korumak adına tercih ettiği mekana gidiyorsunuz. Aynı şekilde İsrail'de Yahudi dindarların yaşadığı mahallede de dolaşsa, tepki alırdı, hatta taşlanabilirdi bile. Ayrıca Kudüs'te Ortodoks Yahudilerimahallesinin girişinde, "Buraya açık kollu ve kısa etekle girmek yasaktır" yazısı asılı. Kimse de kalkıp, "Vay! Bunlar nasıl geri kalmış" falan demiyor. Çıplaklığın günah olduğuna inanan birinin gözünün önünde, ille de mini etekle dolaşmak, inançları test etmek, bunu aşağılayıcı bulmak, insanlarla ve inançlarıyla alay etmek değil mi? Teşvikiye'de başörtülü dolaşmakla bu aynı şey değil. Birisi sınaması. İkisini karıştırmak, sağduyu eksikliğinden cahilliğe kadar birçok tanımı kapsar bence. Kabul edersiniz veya etmezsiniz, ama yeryüzünde her dinin içinde inançlarında katı insanlar var ve bunlara dünyanın her yerinde saygı gösterilir. Başkasının inancına saygı göstermeyen birinin, kendi
değerlerine saygı beklemesi tuhaf. Bu testi gidin, Kudüs'te Yahudi mahallesinde ya da ABD'de Mormonlar'ın arasında yapın; nasıl tepki alırsınız bilmiyorum.
İSLAMİ KESİM ŞİMDİ DÜŞÜŞTE
"Sol nasıl kendini bitirdiyse, İslami kesim de bitirdi" sözleriniz tepki topladı. Sol, dünya konjonktüründen etkilenirken, Türkiye'de İslami kesimin çöküş süreci nasıl başladı?
İslami kesim, solun çöküş sürecinde yükselişe geçmişti. Şimdiyse düşüşte. Elbette bu süreçte dünya konjonktürü ve özellikle 11 Eylül faktörü önemli. Ayrıca yükseliş döneminde savunulan birçok şeyin, reel alanda uygulama imkanının olmadığını görmek, yeni duruma ilişkin teorisyenlerin olmaması ya da yetersizliği, hayal kırıklıkları, hayatın kendisiyle idealizmin uyuşamaması, karakter zaaflarımız ama her şeyden önemlisi kapitalizmin hepimizi kuşatan hayat tarzı bizi değiştirdi.
12 Eylül sonrası kimi muhalifler, radikal İslam'a yönelirken, 28 Şubat sonrası ılımlı İslam'a yöneliş nasıl açıklanabilir?
Müslümanlar üzerindeki baskının ne başlangıcı, ne de sonu 28 Şubat. 28 Şubat Müslümanların, gazeteler, televizyonlar, belediyelerde yer almaya başladığı, göründüğü, başarılar kazandığı bir dönemde oldu. Para ve güce elleri değmişti. Aslında 28 Şubat, bunu görüp önlemeye yönelik bir hareketti. Bu dönemde, çok acı çeken insan oldu. Ancak başarıya ulaşamamış ve tam tersi bir etki ortaya çıkarmıştır.
İslamcılığın ve Müslümanlığın gereği, bugünkü tükenişin asıl nedeni mi?
"Tükeniş" demek çok iddialı. Sadece idealizmden uzaklaşma diyebiliriz. "İdeallerimizi ve imanımızı sağlam tutamadık" diyelim. Kur'an, buna "Sırat-ı müstakim" der.
Nedir anlamı?
Dosdoğru yol yani. Mevki, para, güç ideallerimizi zayıflattı. Buna tükenme denemez, ama önceliklerimiz değişti. Tabii ki bu durum bazılarımız için geçerli, çünkü eminim bu idealleri besleyen, koruyan insanlar da vardır ve hep olacaktır. Ben bunları sadece İslamcılık adına bir dönem ortaya çıkmış insanlar için söyledim. Şimdi birbirlerinin aleyhine yazan çizen, eski dostlara idi sözlerim.
Bir dönem yöneticiliğini yaptığınız Kanal 7 televizyonu, son zamanlarda Deniz Feneri Derneği'yle ilgili iddialar nedeniyle sıkıntılı bir dönem yaşadı. Eski kurumunuzda bir ihanet ya da değişim sezinliyor musunuz?
Yöneticiliğini yapmadım. Kanal 7 çok değişti. Tarzı ve yayın anlayışıyla idealistti. Alternatif bir yayıncılığı vardı. Ama zaman, şartlar zorunluluklar, bunu yok etti. Burada ihanet kelimesi kullanılamaz. Ama başladığı günden bu yana, çok değişti. Şimdiki çizgisi,
alternatif yayın anlayışından çok uzak. Herkes gibi oldu.
İslamcı olmak neleri kapsar?
İslamcı değil, kendimi dindar bir Müslüman olarak tanımlıyorum. İslamcılıksa geniş bir konu. Bu konuda Türkiye'de konuşulabilecek en iyi isim İsmail Kara'dır.
Doğduktan 21 yıl sonra örtünmüşsünüz. Sizin örtündüğünüz dönemle içinde bulunduğumuz dönem arasında bir karşılaştırma yaparsak; şimdi örtünseydiniz arada ne tür farklılıklar olabilirdi?
Şimdi örtünür müydüm; bilmiyorum. O zaman çevremde örtülü kişilerin sayısı ikiyi, üçü geçmiyordu. Örtülü olan herkes, örtünün manasını bilerek, kendi seçimi doğrultusunda bu işi yapıyordu. Örtünmek bir mana içeriyordu kısaca. Şimdiki ortamda o manayı bulabilir miydim; bilmiyorum. Ayrıca o dönemde örtünmek tek başına bir şey değildi; hayata bakışımız, yaşam tarzımız örtünmekle birlikte bir bütün olarak değişmişti. Sadece örtünmek değildi mesele. Örtü "Ben kimim, varlığımın anlamı ne olmalı" sorusuna verdiğimiz cevapla ilişkili bir şeydi. Hayatımızı anlamlandıran bir şey olduğu için de karşılığında bedel ödemeyi göze aldık. Kendi seçimimizdi. İdeallerimiz vardı.
"Zayıf bırakılmışların yanında, onların haklarını savunmayı amaç edinerek, hakkı olmadığı halde güç ve zenginlik sahibi olanlara karşı, onları savunanlar bugün taraf değiştirdi" diyorsunuz. Kimler, hangi koşullarda, hangi konforla nerelere geçti?
Benim şahıslarla işim yok. Mazlum, zalim, mustazaf (ezilmiş) gibi kelimeleri artık kullanmadığımız bir hayat tarzından söz ediyorum.
Kanal 1'deki "3Yüz" programına başladığınızda kendi mahallenizden tepkiler aldınız mı?
Hayır. Benim mahallem, karşı tarafla dostluğumu ve yakınlığımı hiç yadırgamadı. Kanal 7'de birbirine zıt kişileri televizyona çıkartıyordum. Muhafazakar kanallar, başörtülülere ekranlarında yer vermezken, Kanal 1'in böyle bir formatı ortaya koymasını, oldukça cesur ve toplumsal uzlaşıya katkı sağlayan bir girişim olarak görüyorum. Olduğumuz gibi görünerek, farklılıklarımızı savunarak ve koruyarak da birarada olabiliriz. 3Yüz, ekranlarda bunun gerçekleşebileceğini gösterdi.
Ulusalcı mısınız?
Asla! Nereden çıkardınız? Vatansever olabilirim, ama milliyetçi bile değilim. Hiçbir halkın, toplumun, kurumun, diğerine üstünlüğüne de, mutlaklığına da inanmam. Militarist bir yönetime de, militarizmin gölgesinde demokrasiye de hep karşı oldum. Türkiye'de bu noktadaki değişimi, en çok arzu edenlerden biriyim.
Zaman, Vakit, Yeni Şafak; İslamcı medyanın üç eski kurumu. Bu üç kurumun yapısı ve üslubuna baktığınızda bir kadın yazar olarak nasıl bir durum çıkıyor ortaya?
Yeni Şafak, kadın yazar ve çalışan konusunda en özgürlükçü olanı. Aksiyon dergisi çıktığında bir yıl çalışmıştım. O zaman sınırları daha keskindi ve kadın çalışana alışkın değillerdi. Ancak şimdi dengeyi buldular sanırım. Vakit'le ilgili hiç bilgim yok.
DİNDARLAR, ARTIK ŞIK RESTORANLARIN MÜDAVİMLERİ
Sizce İslamcılık nasıl demode oldu?
İnançlı kişi için dini, hiçbir zaman demode olmaz. Dine ideolojik bir kılıfla bakanlar için bunu söyleyebiliriz.
Yoksul kesimlerde yeşeren siyasal İslam, neden o yoksul sofralarına sırtını döndü?
Eh dünya nimetleri çok cazip... Burada "Siyasal İslam" demek bence doğru değil.
Nedir doğrusu?
Dindarlar eskisi kadar bu sofralara oturmuyor; doğrusu bu. Onları artık şık restoranların müdavimleri olarak görüyoruz. Aslında sırtını dönmekten ziyade, çok daha fazla dünya meselesi gündemlerine girdi. Diğer yandan, orası, bazıları için çok da hatırlamak istemedikleri geçmişlerini çağrıştırıyor. Dahil oldukları sınıflar, hayat tarzları değişiyor. Bunları da hesap etmek lazım. Ancak bunu söylerken, insafsızlık etmek istemem. Dindarların yardım miktarları ve alanları çok arttı. Buna mukabil yoksullukla mücadelede de bir hayli yol alındı. Daha kurumsal ve kalıcı şeyler yapılmaya çalışılıyor. Ama o sofralar hâlâ var.
Eski İslamcı birçok arkadaş birbirinin yüzüne bakamaz halde, hatta neredeyse hasımlar. Mesela Ahmet Hakan, Akif Beki, Ahmet Kekeç sizce neyi paylaşamadılar?
Onlara sormak lazım. Ama birbirleri hakkındaki yazılarını okurken, derin üzüntü duyuyorum.
Bu değişimde bir ihanet çizgisi var mı? Bu çizgi nerede başlar, nerede biter?
Paylaşacak ya da paylaşmak istemedikleri çok şey var herhalde. Ya da
yıllardır olduklarından farklı görünmüşlerdi... Biriktirdikleri çok şeyleri vardı. Zayıf zamanlarında suskun, güçlü zamanlarında saldırgan olmayı karakter addediyorlar herhalde.
"Sizin mahalle"ye en büyük ihanet nedir?
Karakter zaaflarının din olarak lanse edilmesi.
"Çıkar ve konumları için birbirine giren insanlar, mahalle şerefini de kendi şerefini de beş paralık ederler" sözlerinin hedefi kimdi?
Tek tek şahıslardan değil, genel tablodan bahsediyorum...
Kutlu ESENDEMİR - GAZETE HABERTÜRK / HT PAZAR