MEDYA KÖŞESİ

Sibel Arna'ya niye şaşırıyoruz ki?

"Sibel Arna'nın bir yol kazası olduğunu düşünmüyorum. Onun gibileri yaratan bir süreç var..."

Sibel Arna'ya niye şaşırıyoruz ki?

Dadı yazısı ile medyanın gündemine bomba gibi düşen Sibal Arna için Bir yazı da BirGün yazarı Ümit Alan'dan geldi. Ancak Alan, diğer yazarlardan farklı olarak eleştiri oklarını Sibel Arna'ya değil, medyada onu yaratan sürece ve bu süreçte payı olan 'duayen' gazetecilere çevirdi.

İşte Ümit Alan'ın "Sibel Arna'ları kimler yarattı?" başlıklı yazısı

"Sibel Arna'nın Hürriyet Cumartesi'de yazdığı yazı üzerine kopan haklı gürültü malum. Bilmeyenler için kısaca özetleyelim: Yazarımız tatile dokuz aylık bebeği ve onun dadısıyla çıkar; olaylar gelişir. Yazı boyunca dadının tatile çıkınca nasıl işini savsakladığı ve arıza yaptığından bahis açılır. Üstelik bu dertten sadece yazarımız muzdarip değildir. Arkadaşlarının bebeklerinin dadıları da tatile çıkınca arıza yapmıştır. Hatta bir tanesininki öyle arıza yapmıştır ki, yazarımız, o dadının kafasını dalış tüpü olmadan suya gömmek istediğini yazarak 'muhteşem' yazısını noktalar.

Söz konusu yazı haliyle büyük tepkiyle karşılandı. Özellikle sosyal medyada bu yazının çirkinliği hakkında söylenmeyen kalmadı. O konuda yeni bir şey söyleyecek değilim. Ancak Sibel Arna'ya bu cesareti veren dönüşüm hakkında bir şeyler yazmak isterim. Çünkü Sibel Arna'nın bir yol kazası olduğunu düşünmüyorum. Onun gibileri yaratan bir süreç var. Bu haftaki Köşe Vuruşu'nun derdi bu.

YÜKSELEN DEĞERLER

12 Eylül sonrası Türkiye'nin Turgut Özal ile yaşadığı dönüşüm malum. Bunun basındaki yansıması 22 Nisan 1985 tarihinde yayınlanmaya başlayan Sabah gazetesidir. Gazetenin mimarı Zafer Mutlu'dur. Can Kozanoğlu, Cilalı İmaj Devri (İletişim Yayınları -1992) kitabında Sabah gazetesinin yeni değerlerin bir sözcülüğünü yaptığını belirtir. Bu dönemde 'ne kadar tüketirseniz, o kadar kentlisiniz' anlayışı bol bol pompalanır. En pahalı, en gösterişli yaşayan en kentlidir ve artık bundan bahsetmek utanç vesilesi olmamalıdır. Zafer Mutlu bunları açık açık yazar. Bu dönemde ne yiyip içtiğini, nerelerde gezdiğini anlatmak moda olur. Gusto sözcüğü keşfedilir ve birbirinin tıpkısı bir sürü köşe yazarı türer. Ardından Ertuğrul Özkök dönemi başlar. Tatil anılarını eğlenceli bir şekilde anlattığını sanan Sibel Arna, ihtimal o ki bunları okuyarak büyür.

YENİ TÜRK İNSANI YARATILIRKEN

80'lerin ortasında başlayan değişim rüzgârları 90'larda iyice hızlanmıştır. Türk insanının modern çağa nasıl ayak uyduracağı köşe yazarlarımızın başlıca dertlerinden biri olur. Rıfat N. Bali "Tarz-ı Hayattan Life Style'a" (İletişim Yayınları -2002) kitabında o dönemin şahane bir fotoğrafını çeker. Mehmet Barlas'tan Zülfü Livaneli'ne, Güneri Civaoğlu'ndan Serdar Turgut'a, Ertuğrul Özkök'ten Hadi Uluengin'e birçok yazarın yeni Türk insanı yaratılırken nasıl roller üstlendiğini yazar. Örneğin Civaoğlu; genç kadınlara yaklaşmak için; doğru dürüst bir meslek ya da eğitim, bir yabancı dili adam gibi konuşmak, her gün en az iki kez banyo, koltuk altı ter kokmamak, bir gömlek, spor pantolon, yumuşak yazlık pabuçlar ve daha bir çok ayrıntıyı şart koşar. Aksi halde genç kızlara yaklaşılmamalıdır. Hadi Uluengin daha nettir: "oradaki ayılığınızın derecesini, burada ayıoğlu ayılığa vardırmayın! Kokun ulan bana ne, ama bitişiğimden, şehrimden ve uzak, çok uzak, upuzak durun!" diyebilecek kadar sahiplenir kentini. Hazretlerin ağır 'ayak işleri'ni yaptıkları için işten eve terleyerek dönüyor olma ihtimallerini pek hesaba katmaz tabii. O dönemde bunun gibi pek çok yazı yazılır. 'Öteki Türkiye'ye, kendi gibi olmayana bakış böyle böyle şekillenir.

'O DA İNSAN' LÜTFU

İhtimal o ki, Sibel Arna bahsettiğimiz yazıları da okuyarak kendini geliştirir. Zira bebeğinin dadısının da bir insan olduğuna ancak bu tarz bir görgüyle kanaat getirebilir. Yoksa bir insanın başka birine 'o da insan, onun da canı denize girmek istiyor' diye lütuf buyurması başka nasıl tarif edilebilir? Kendisi gibi olmayanı, kendisiyle aynı toplumsal sınıfta yer almayanı 'ayı oğlu ayı' diye tarif eden Hadi Uluengin'den bir adım öteye 'o da insan' noktasına varması da umut verici olarak görülebilir tabii. Diğer yandan, bir insanın bir diğerine 'o da insan' diye lütuf buyurmasında incelik gibi görünen o şuur kaybını, bu medyanın büyüttüğü kuşaklara nasıl anlatabiliriz ki?

DUAYENİ BÖYLE OLANIN...

Basınımızda bırakın kendi çalışanınızı aşağılamayı, kendinden bahsetmenin, hatta 'ben' kalıbını kullanmanın bile garipsendiği bir dönem de vardır. Sonra her şey baş döndürücü bir hızla değişir. 'Ben' sözcüğü üzerine kariyerler inşa edilir. Bir bankanın davetlisi olarak gittiği ultra lüks Londra gezisini ballandıra ballandıra anlatıp, eş zamanlı TEKEL direnişiyle ilgili tek bir laf etmedikten sonra, "Türkiye'de gazetecilik bitti" diye yazma cüreti gösteren Hıncal Uluç gibiler meslek duayeni ilan edilir. Kendisi gibi olmayanı, 'bidon kafalı', 'göbeğini kaşıyan adam' vs. gibi ötekileştirenler büyük yazar namıyla üçüncü sayfalara kurulur. Sonra birisi de kalkar, bebeğinin dadısını aşağılamayı kendine hak sayar. Niye şaşırıyoruz ki?"

Yorumlar