Serdar Turgut
"Gazeteciler kendilerini eleştirenleri asla unutmazlar ve fırsatını bulunca cezalandırırlar"...
Birkaç gün önce; medyamızın en yetenekli genel yayın eski yönetmeni ve yazarlarından biri telefonda;
"Gazeteciler kendilerini eleştirenleri asla unutmazlar ve fırsatını bulunca cezalandırırlar" dedi...
Bunu sohbetin orta yerinde söylerken hedefi ben değildim mutlaka...
Öyle olsa söyler; "Sen neden İstanbul'da ulusal medyada değil de köyde yaşıyorsun halen anlamadın mı?.. Gazeteci milletini eleştirdiğin ve eleştirmeye devam ettiğin için elbette" derdi...
Ama benim için söylediğini belirtmese de kadar haklıydı ki…
Ve…
O kadar benim için söylenmişti ki…
Serdar Turgut'un bugünkü Gazete HT'de "Bu insanlar da kim?" başlığı altında yayımlanan makalesini okuduktan sonra şöyle bir dikleştim koltuğumda ve genel yayın eski yönetmeni dostumun o tespitini düşündüm…
Serdar da makalesinin bir yerinde şöyle diyordu:
Karşılarına aldıkları kişileri karalamak için hiçbir şeyden kaçınmayan, aile terbiyesi olanların yüzünü kızartacak şekilde konuşup yazan bu insanlar nereden çıktı, kimdir, nedir, artık anlayamıyorum.
"Duymayayım, okumayayım bunları, kendi işime bakayım, ilgilendiğim ve önemli gördüğüm konulara konsantre olayım" diyorum, ama olmuyor.
Yağmurlu günlerde yerinden oynamış taşlara kazayla bastığınızda üzerinize sıçrayan çamurlar gibi bir yerlerden çıkıp üzerinize fışkırıveriyorlar. Hiçbir şey yapmadan kirleniyormuş gibi hissediyorum.
Serdar’ın tarif ettiği bu kişiler ne yazık ki “meslektaşımız” demek zorunda kaldığım ama derken de çok zorlandığım, kendilerini “gazeteci / Yazar” zanneden insanlar…
Ya da…
“İnsan gibi”ler…
Ama bunların yıldızı en çok parlayan sonuncularının diğerlerinden çok önemli bir farkları var…
Bunlar kendilerinin “diğer herkesten daha inançlı” olduklarını iddia ediyorlar…
Serdar aynı makalesinin bir başka yerinde de şunları yazıyor:
Herkes ne istiyorsa onu olur, ben kimseyi kendi tanımladığından farklı tanımlayacak değilim. Ama şunu da düşünüyorum; böyle davranabilen insanlar eğer inançlıysalar "inanç" kavramına yazık oluyor.
Bence "inançlı olmak", güzel bir kalp oluşmasını getirmelidir. Bu kadar kin, öfke ve hakareti kendi benliğinde toplayabilen insanlar inançlı olamazlar bana göre.
Eğer derseniz, "Sen dindar değilsin, ne bileceksin inançlı insan nasıl olur" diye, ona da "Haklısınız" derim. Evet haklısınız, ben ne bileceğim inançlı insanlar nasıl olur diye.
Ama benim de kafamda ideal bir inançlı insan tipi var.
O ideal tipe bu insanlar katiyen uymuyorlar ve onlara baktığımda "İyi ki ben inançlı değilmişim" diye düşünüyorum.
O kadar haklısın ki Serdar…
Ve senin şu “iyi ki ben inançlı değilmişim” cümleni o kadar çok yazdım ve o kadar çok küfür ve hakaret aldım ki…
İyice soğudum “inançlıyım” diyenlerden ve demekten…
Serdar Turgut medya dünyası için şu hüküm cümlelerini kuruyor daha sonra:
Bu arada bu kişiler sayesinde mesleğimizde genel kalite olağanüstü düştü. Zaten hayatımız, vasatın yarattığı terör altında geçiyordu. Hayatta vasatın altında eziliyorduk, mesleğimizde ise ortam vasat olmaktan çıktı, saldırgan vasatlık başladı.
Dikkat!..
“Saldırgan vasatlık…”
Ne feci!...
Sadece “saldırgan” değil…
Aynı zamanda “vasat” ta…
Ve…
Şöyle bitiriyor Serdar:
Yıllar önce "Bu toplumda diyalogsuzluk var, birbirimizle konuşmadığımızdan aramıza duvarlar örmüşüz" diyerek dindar arkadaşlarla bir konuşma diyalog süreçleri başlatmıştım.
Şimdi bakıyorum da kendi aralarında bile konuşamayan, düzgün anlaşamayan bu insanlarla anlamlı bir diyalog olabileceğini sanmak benim saflığımmış. Çünkü ben bugün baktığım yerlerde ^ sadece kin, öfke ve çıkar için her şeyi yapmayı göze alan insanlar görüyorum.
Herkes bilmelidir ki, bu dönemde en büyük darbeyi "inanç" kavramı yiyor. Bana göre inanç, değer verilmesi, özenle korunması gereken bir kavram.
Kendilerinin "en inançlı" olduğunu söyleyenler, acaba neden benim gibi bir insan kadar bile dikkatli ve titiz olamıyorlar bu konuda, bunu da anlamak mümkün değil.
Ben de ayağa kalkıyor ve bu süreçte, gözün gözü görmediği; herkesin birbirinin ayağını kaydırmak için fırsat kolladığı bir dönemde bunları yazan, yazabilen Serdar Turgut’u alkışlıyorum…