MEDYA KÖŞESİ

Serdar Turgut o filmi neden izlemeyecek?

Çünkü gazeteler ve gazetecilik üzerine bu tür filmler mesleğimizi yüceltiyor, bizleri kahraman olarak gösteriyordu.

Serdar Turgut o filmi neden izlemeyecek?

Habertürk yazarı Serdar Turgut, Mark Ruffalo ve Michael Keaton'un başrollerini paylaştığı Spotlight isimli, Amerika'nın en büyük gazetecilik ödülü Pulitzer'i alan Martin Baron'un gerçek öyküsünün anlatıldığı filmi neden izlemeyi reddettiğini köşesinde yazdı bugün.

Gazetecilik ile ilgili filmlerin, gazetecileri birer kahraman gibi gösterecek şekilde yeniden inşaa ettiğinin altını çizen Turgut, şöyle yazdı:

Bizler de bu ve buna benzeyen filmler nedeniyle kendimiz hakkında olmayacak ve Türkiye şartlarında katiyen gerçekleşmeyecek varsayımlar yapmaya başlayabiliyorduk.

 

İşte Turgut'un yazısından dikkat çeken bölümler:




Karım, "Mutlaka seyretmelisin" dedi.

Tanıştığım ve nasıl çalıştığına şahit olduğum Washington Post Gazetesi Yayın Yönetmeni Martin Baron'un gerçek yaşam kesitini anlatan bir filmmiş.

Baron, Boston Globe Gazetesi'nin yayın yönetmeniyken gazete, çocuk tacizcisi rahipler hakkında bir araştırmacı gazetecilik yapmış, çok önemli sonuçlar almış ve Pulitzer Ödülü kazanmıştı.

Karımın uyarısıyla filmin içeriği ve tonu hakkında bilgilendikten sonra filmi katiyen seyretmeme kararı aldım.

"Seyretsem ne olacak ki, hiç görmesem daha iyi" dedim, karım da bana hak verdi.

Çünkü gazeteler ve gazetecilik üzerine bu tür filmler mesleğimizi yüceltiyor, bizleri kahraman olarak gösteriyordu.

Bizler de bu ve buna benzeyen filmler nedeniyle kendimiz hakkında olmayacak ve Türkiye şartlarında katiyen gerçekleşmeyecek varsayımlar yapmaya başlayabiliyorduk.

Açıkçası bu, olmayacak duaya amin demek anlamına gelecekti.

*

Günümüzün şartlarında kendimiz ve mesleğimiz hakkında absürt hayaller kurmak yerine gerçekçi olmaya mecburuz.

Dün bahsettiğim "yazarlık tıkanması" durumum da kendimi gönüllü olarak bu gerçekçilik eğitimine sokmuş olmamdan kaynaklanıyor.

Zaten eğitimim ve hayat tarzım nedeniyle olmayacak dualara amin demeye meyilliyimdir.

Genç yaşımdan itibaren modern, seküler, çağdaş bir demokraside yaşıyor olmayı hayal ettim ve bu yolda kendime daima Batı âlemini rol modeli olarak aldım.

Gerçekte var olmayan ve hiç olmayacağı da artık ortaya çıkan bir dünyam varmış gibi davrandım ve o hayal âleminde düşünüp yazmaya çalıştım.

Durumum zaten böyleyken o bahsedilen türdeki filmleri görmek, beni gerçek yaşamın duvarlarına rahatlıkla toslatabilirdi.

Kahraman da değilim, sadece belirli düzeyde normal, sakin ve gelecek korkularından arınmış medeni bir yaşam istiyorum.

Bu isteklerimin asgari şeyler olduğunu ve herkes tarafından paylaşılacağını düşünüyordum.

Ama görmeye başladım ki maalesef bunlar fazla paylaşılan ortak arzular değil.

Çoğunluk daha farklı bir dünyada mutlu olacakmış gibi düşünüp davranıyor.

Bana son derece acı vererek öğrenmeye başladığım bu yeni gerçeklik, yıllardır yapılabilir olarak hayal ettiklerimi katiyen göremeden öleceğim anlamına da geliyor.

Beni yazar olarak tıkayan yeni gerçeklerim budur.

*

Bu ülke ve geleceğimiz hakkındaki birçok hayalime çoktan elveda dedim, fakat kendimi bildim bileli taşıdığım umutların da bu elvedayla gitmesine açıkça söylemeliyim ki bayağı üzülüyorum.

Acaba çağdaşlığı, modernliği ve Batılı anlamda bir demokrasiyi özleyerek ve bunun yapılabilir olduğuna inanarak sürdürülmüş bu hayat boşuna mı yaşanmıştır diye de kendimle hesaplaşmaktayım.

Bu hesaplaşmadan mutlu bir sonuç çıkabileceğini de hiç sanmıyorum.

İşte bütün bu nedenlerle teşekkür ederim, ben seyretmeyeyim o türden gazeteciliği yücelten filmleri.

ÇOK OKUNANLAR