Senin gibi düşünmeyen ölsün mü yani Özcan bey!..
Özcan Yeniçeri’nin beyninin kıvrımlarında “benim gibi düşünmeyen ölsün” arzusu yatıyor sanki…
ADNAN BERK OKAN
Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım, bir restoran (işkembeci) açılışında Arda Turan’ı görünce, “ulan Arda sen burada ne arıyorsun?” demiş...
Vay efendim!..
Aziz Yıldırım, Arda'ya nasıl "ulan!" dermiş...
Arda niçin aynı kabalıkla(!) karşılık vermemiş(miş)...
Galatasaraylı taraftarlar Arda’ya çok kızmışlar(mış).
Yönetim ise “gitme dedik gitti” diyerek genç futbolcuya 20 bin lira ceza kesmiş(miş)…
Bu tartışmayı yapanların İngiliz Sarayı'nda doğduklarını falan zannederesiniz...
Halbuki bu yapay nezaket sahiplerinin ağızları kubur gibidir...
Bu arada tek akıllı ses Fatih Altaylı'dan geldi...
Haklı olarak itiraz ediyordu Fatih:
“Bunda Arda'nın ne kabahati var?.. Ne yapacaktı yani, Fenerbahçe Başkanı'na ‘Bana ulan diyemezsin’ deyip ağzını mı kapatacaktı, yumruk mu atacaktı?”
Fatih Altaylı bu kez doğru yapmış…
Yapmasına yapmış ama öyle durumlarda kendisi de genellikle “Hakaret” etmeyi ya da “yüz yüze olsaydık pataklardım puştu!” diye yazmayı tercih ederdi (genellikle)…
Bu defa “olgun” davranıp nezaketten yana tavır aldığı için kendisini tebrik ederim.
Ne güzel…
Peki...
Neden böyle “hoyratız” milletçe?..
Niçin birisi hoşumuza gitmeyen bir şey söyledi mi “ana – avrat” küfür ya da “tekme –tokat” girişmeyi, tercih ediyoruz.
Ya da niye Aziz Yıldırım gibi, kendimizi Kaf Dağı’nda, karşımızdakini ”çukurda” görüp, “ne haber lan hıyar” diye aşağılıyoruz?..
Aziz Yıldırım, “Merhaba Arda’cığım… Seni görmek ne güzel!” deseydi sucuklu yumurtaları mı dökülürdü tavadan?..
İşte bu “kavgacı” veya “aşağılayıcı – kibirlilik” siyaset – devlet – medya hayatımızda da hüküm sürüyor…
Bir örnek vereyim: Prof. Özcan Yeniçeri…
Akademisyenliği beni ilgilendirmiyor…
Çünkü öğrencisi değilim (olamam da), amiri değilim, memuru değilim...
Ama...
Özcan Yeniçeri aynı zamanda bir gazeteci - yazar...
Yeniçağ’da yazıyor…
O şapkasıyla yaptığı her konuşma, yazdığı her makale beni ilgilendiriyor.
“Türkiye’nin bölüneceği, satıldığı, Kürdistan diye bağımsız bir devletin kurularak, topraklarımızdan toprak çalacağı” korkusunu pazarlayarak geçinip gidiyor Özcan Bey…
Ve bunu yaparken de kimseyi dinlemiyor...
Dinlemediği için de anlamıyor…
Özcan Yeniçeri’yi her dinlediğimde aynı şey geçiyor aklımdan:
Fazla önyargılı…
Dikkat lütfen!..
“Öngörülü” demiyorum…
“Ön sezgili” de demiyorum…
Doğrudan “önyargılı” olduğuna dikkat çekiyorum…
Pardon...
Katıldığı tartışmalarda karşısında yer alanlar da PKK’nın “terör örgütü” olduğunu söylemeye bir türlü dili varmayan yazarlar…
Yani onlar da “Aman da aman nasıl da demokratmışlar amcaları” diyebileceğim tipler değil…
Değil ama adamlar bize göre yanlış, kendilerine göre “doğru”ları söylüyorlar…
İnandırmışlar kendilerini…
İnançlı adama küfür, hakaret, bağırma, çağırma, aşağılama sökmez ki…
Fikrini de değiştirmez…
Aksine, fikri pekişir…
Görüldüğü gibi BDP’liler ve onlara destek veren bölge aydınları “ölümü” bile göze almışlar…
Hele cezaevinden hiç korkmuyorlar…
Biliyorlar ki cezaevine girmek onlar için “şereftir”…
Yine Yeniçeri’ye döneyim…
Meselâ terör konusunda “en akılcı ve yansız” analizleri yapan, kendisini "Kürt Müslüman’ı” olarak tanımlayan Altan Tan’a yaptığı kabalık çok sevimsizdi geçtiğimiz gece…
Altan Tan bir “fanatik” değil ki…
Yıllardır “Ne Kürtler varabilirler silahla bir yere; ne de TSK silahla terörü bitirebilir” diyen bir Kürt aydını…
Her konuşmasında defalarca “barış” ve “uzlaşma”dan söz ediyor…
Ama Özcan Yeniçeri, işte böyle akılcı bir Kürt aydınının her söylediğine itiraz ediyor…
“Kurulu bebek” gibi…
Yani o arada Altan Tan, “Sayın Bahçeli çok iyi bir Türk’tür” dese “itiraz ezbercisi” Yeniçeri ona bile “Hayırrr!... Yalannn!” diye bağıracak…
Kaç gündür, DTK (Demokratik Toplum Kongresi) Çalıştayı'nda yapılan "beyin cimnastiği" tartışılıyor.
"Beyin cimnastiği" diyorum çünkü kongrenin resmi hiçbir hüviyeti yok...
Alınmış bir karar da yok ortada kaldı ki...
Tartışılan ve "Bunları, bunları istiyoruz" denilen şeyler de ne konuşulması, ne tartışılması ne de talep edilmesi "suç" olan şeyler...
"Talepler Anayasa'ya aykırıymış"...
Allah, Allah...
Yahu anayasayı eleştirmek suç mu?.
Eğer suçsa o suçu işleyen sayısı nüfusun % 58'i...
Kaldı ki ortada suç varsa bağımsız mahkemeler de var...
Özcan Yeniçeri kardeşim buna rağmen ekranda tartıştığı ve DTK kongresinde yapılan konuşmalara destek veren ya da "ortada karar yok" diyen herkese yüklendikçe yükleniyor...
Hele Altan Tan’ın, “Hiçbir Kürt’ün bölünme talebi yok, olamaz da” deyişine verdiği tepki çok ayıptı…
Öyle bir azarladı ki Tan’ı…
Ve önyargısıyla devam etti:
“Kürtler önce özerklik istiyorlar. Özerk olduktan sonra Erbil’deki Barzani'ye bağlanacaklar”…
Bu iddiayı dinlerken gayrı ihtiyari “vay be!” dedim… “Ne öngörü!”…
Sonra da “öngörü” değil, “önyargı, niyet okuma” diye söylendim gülümseyerek…
Bir gece önceydi galiba…
Diyarbakır Sanayi Ticaret Odası Başkanı Galip Ensarioğlu “Bırakın Diyarbakır’ı, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir köyü bile Erbil’e bağlanamaz.. Ancak Erbil, Türkiye'ye bağlanmak isteyebilir" dediğinde de Yeniçeri “sen benden daha mı iyi bileceksin” modunda Ensarioğlu’nu azarlamıştı…
Yani Yeniçeri'ye göre herkes "yalan" söylüyor...
Doğruyu söyleyen bir tek O...
Özcan Yeniçeri bu kavgacı üslûptan vazgeçmeli…
Daha yumuşak, daha güler yüzlü, tatlı dilli olmalı…
Karşısındaki ondan nefret edeceğine sevmeli onu…
Bu satırı okuduğunda “beni seveceğine toprağını sevsin” diyebilir…
“Toprağı” dediği de “vatan toprağı” olmayacaktır elbette…
İki metreye bir metre ebadında bir çukurdan çıkan toprak…
Çünkü…
Özcan Yeniçeri’nin beyninin kıvrımlarında “benim gibi düşünmeyen ölsün” arzusu yatıyor sanki…
“Sanki” deyişim tartışma sırasında yüzüne, gözlerine ve sözlerine yüklediği kin, nefret ve öfkeden kaynaklanıyor.
Oysa…
Yeniçeri ve yol arkadaşları karşı görüşe hoşgörülü davranıp saygı duysalar çok daha etkili olacaklar...
Çünkü “boş adam” değil Özcan Bey…
“Profesör” unvanını alana kadar belli ki çok kütüphane dolaşmış…
Ama “Bilmek” bir şeye yetmiyor ki…
Bildiğini anlamak ve aktarıp, yandaş kazanmak, o bilgileri pratiğe dökmek çok daha önemli…
Sadece bilmek, okyanusun dibinde bir hazinenin anahtarına sahip olmak ama hangi okyanusun hangi bölgesinin, hangi metrekaresinde olduğunu bilmemek gibidir…
“Özcan Yeniçeri’nin karşısına çıkarılanlar çok mu nazik?” diye soranlar olabilir...
Haklı bir tespit…
Ama…
Yeniçeri kendini “Türk” hisseden, “Ne Mutlu Türk’üm” diyen büyük çoğunluğun sözcüsü gibi davranıyor…
İşte o sözcülük ona büyük “sorumluluk” yüklüyor…
Olgunluk; bağırmadan, çağırmadan, kimseye hakaret de etmeden “Hayır!” demeyi bilmektir…
Ve ben işte bunu anlatmaya çalışıyorum “Üniterciler”e…
Özerk bölgelerin üniter yapıyı bozmayacağını bilmeyen ünitercilere…