ANALİZ

Selahattin Demirtaş'a yağ mı çekiliyor?..

Hangi gecenin sabahı olmamış ki bu yaşadığımız geceleri de sabahlar bitirecek olmasın…

Selahattin Demirtaş'a yağ mı çekiliyor?..

ADNAN BERK OKAN

Çetin Altan
’ın bugünkü Milliyet’te başlığı altında yayımlanan makalesini okudunuz mu?..

Lütfen okuyun…

Ben de zaten Büyük Usta’yı “Günün Köşe Yazarı” seçtim…

Neler çekti Çetin Usta yoz, yobaz, baskıcı, despot, yasakçı, köhne siyasetçilerin elinden…

Ama 87 yaşında bir fikir delikanlısı olarak halen ayakta

Onu baskılayan…

Yazdıklarını sansürleyen…

Cezaevlerinde hayatını karartan…

İktidarda olanların baskılarından korkup işten kovanlar nerede?..

Kimi battı…

Kimi ise sıradan birer insan gibi unutuldu gitti…

Ne güzel yazıyor bugün…

Ben de etkilendim…

Ve…


Midemi alt üst ediyorlar…


Bir insanının midesi ne zaman bulanır?..

Peki…

Söylemeyim zira ne demek istediğimi anladınız…

Benim bir de ayrıca; güç sahiplerine vıcık vıcık yağ çeken

Onların düşmanlarını kendine de düşman

Sevdiklerini ise onlar tarafından aşağılansalar bile kendine “Dost” bilen yalakaları dinleyip, yazdıklarını okuyunca midem bulanıyor…

Neredeyse her gün Başbakan’a yağ çeken, günahlarını bile bir simyacılık mucizesi gösterip sevaba çevirenler; Selahattin Demirtaş gibi pırıl pırıl, tertemiz, “sazdan başka hiçbir şey çalmadığını” söyleyerek kendisiyle onur duyan bir yeni siyaset yıldızını, bir genç politikacıyı yerden yere vuruyorlar…

Neden?..

Biat ettikleri gücün karşısına çıktığı için…

Ve…

Midemi alt üst ediyorlar…
 

İçinde bulunduğumuz seçim kampanyasını hatırladım…

Uzun yıllar sonra ilk kez bir seçimde yarışmacılardan ikisi (İhsanoğlu ve Demirtaş) stratejilerini "Nükte, neşe, sevimlilik, hoşgörü" üzerine kurdular...

Biri ise (Başbakan) yine öfkeli...

Yine sert...

Yine kırıcı...

Yine ayrıştıcı...

Bugün sizlere gelişmiş demokrasilerden birkaç nüktedanlık örneği vermek istedim…

 

Buyurun…

İngiliz İşçi Partisi milletvekili Aneurin Bevan, kürsüde nutuk atarken Winston Churchill'in kaç kere parti değiştirdiğini hatırlattıktan sonra şöyle demişti:

"Memleketin umacısı, Parlamentonun komedyanı bu adamın bukalemun karakteri, artık iyiden iyiye kani oldum ki, ondaki hissî kötürümlük üzerine bina edilmiştir. O siyasi istikrasızlığın sebebini böylece açığa vurarak, üzerine aldığı rolleri, seyredenleri hayretler içinde bırakan bir cambazlıkla oynuyor."

Peki...
Bu asitten beter kelimelerden oluşmuş havuza itilen Churchill ne diye cevap verdi biliyor musunuz?..

Buyurun okuyun:

"Böylesine canlı ve gerçek tartışmalı bir nutuk Parlamentoda ne yazık ki artık pek ender duyuluyor..."

Ve...

Beveran'ı tebrik etti...


Batılılar bunlara “Nükte” diyor…

Bizde de müthiş nüktedanlar yetişti ama siyasette değil nedense…

Siyasi nükte yapan devlet adamı ise yıllardır çıkmadı…

Demirel yapardı zaman zaman…

Ecevit nüktenin yanına bile yaklaşmazdı…

Turgut Özal nükteden daha çok şaka yapmayı severdi…

Son nüktedan ise Erdal İnönü idi…

Sonrası yok…

Sonrası en ufak şakaya bile tahammül edemeyen, espriden anlamayan, espri yeteneği olmayan siyasetçiler ve liderler dönemi…

William Hazlitt şöyle demişti.

"Zamanı geldiği vakit iyi bir nükte söyleyebilmek fırsatını kaçıranlara büyük meselelerin halli tevdi edilemez..."


Bir de bizim ülkemize bakın...

Sadece devletin işleri değil…

Medyamızın sorunlarının çözümü de…

Yönetimi de:

Nükte yeteneği olmayan,

Şakadan anlamayan…

Kuru havadan nem kapan,

Maaş aldığı bir kurumun memuru olduğunun söylenmesini bile hakaret kabul edenlerle dolu…

Ben ise gazeteciler.com'un memuru olmaktan onur duyuyorum

Ne mutlu bana ki helal para kazanan bir kurumun memuruyum…

Neyse…

 

Şimdi bir başka nüktedana geçeyim…

Ünlü oyun yazarı ve İngiliz parlamenter Richard Brinsley Sheridan…

Sheridan bir gün kürsüye çıktı…

Aynı zamanda üç bakanlığı aynı anda yürüten Henry Dundas'ı eleştirdi…

Dundas
ise çok yorulduğunu, yeni evli olduğu halde yorgunluktan evdeki yapması gereken işleri bile tam layığıyla yapamadığını söyledi.

Bunun üzerine bulunduğu yerde ayağa kalkan Sheridan şöyle dedi:

"Evinizdeki yorgunluktan sizi kurtarmak benim için büyük zevk olacaktır centilmen..."

Ne dersiniz?..

Bizim parlamentoda bir milletvekili yeni evli bir bakana böyle bir espri yapabilir mi?..

Elbette yapamaz…

Hatta…

Böyle bir nükte bizim parlamentoda cinayet sebebidir...

Ve...

Yargıçlar meşru müdafaaya, aşırı tahrike sokarlar...


Yine Sheridan'dan bir örnek vereyim...

Basın üzerine yapılan  baskıyı eleştirmek için şöyle demişti.

"Dejenere bir lordlar kamarası onların olsun. Sefil bir Avam kamarası onların olsun... Dalkavuk bir mahkeme onların olsun... Müstebit bir hükümdar onların olsun... Siz bana zincire vurulmamış bir basın verin yeter... Ben o zaman İngiliz vatandaşlarının hürriyetlerine kıl kadar dahi tecavüz edilemeyeceğini onlara göstereyim..."

Evet...

Ve... 

Hazlitt'ten bir özlü sözle daha örneklerime son vereyim:

"Özgürlüğü sevmek başkalarını sevmektir, iktidarı sevmek kendimizi sevmektir."


Ben başkalarını da seviyorum...

Kimsenin özgürlüğünün kısıtlanmasını istediğim yok...

Ama iktidarı seven meslektaşlarım aslında sadece kendilerini seviyorlar...

Onun için de anlaşamıyoruz bir türlü...

Onlar benden kurtulmak için sürekli bir çaba içindeler...

Ben ise onların da özgür olmaları, prangalarından kurtulmaları için çabalıyorum...

Benden kurtulabilirler elbette...

Çünkü benden çok güçlüler...

Ama...

En güçlü olanlar gerçeklerdir...

Ve...

Gerçeklerin en değişmez karakteri er geç anlaşılır oluşlarıdır...

Ben gerçeklerin işte o gücüne sığınıyorum...

Bir süre daha işsiz kalırım o kadar...

Sonrasını onlar düşünsünler...

 

Yani ey güzel insanlar!..

Yazarın beyni özgür değilse klavyesi özgür olabilir mi?

Ve...

Hangi gecenin sabahı olmamış ki bu yaşadığımız geceleri de geleceğin aydınlık, bol güneşli sabahlar bitirecek olmasın…

Aynı şeyi ben de istiyorum Hazlitt gibi...

Bana da bağımsız, baskıdan uzak özgür bir basın verin de görün bakalım yazı nasıl yazılır, muhalefet nasıl yapılırmış?..

Fakat gördüğüm o ki...

Hem medya patronajı ve hem de medyaya baskı kuran siyasi egemenler bu baskının bir süre sonra  kalkmak zorunda olduğunu kabul edemiyorlar...

Diktatörlük olmayacaksa (Ki asla olamayacak) her siyasinin bir gün evine döneceğini görmüyorlar...

Tıpkı....

28 Şubatçıların görmedikleri gibi...

Bugün de siyasetin ve medyanın 28 Şubat mağdurları hep güçlü kalacaklarını zannediyorlar...

Heyhat...

O kadar az kaldı ki siyasi sonlarının gelmesine...

Hele İhsanoğlu ve Demirtaş’ın karşılıklı hoşgörüleri, nükteleri ve gülümseyen yüzlerini de gördükten sonra umudum daha da arttı…

Seçilemeseler de siyaseti de medya anlayışını değiştireceklerinden şüphem kalmadı…

[email protected]


ÇOK OKUNANLAR