Şamil Tayyar'ı sildiler mi? (1)
Çünkü sen medyada "en çok okunan" ve hatta okur tarafından "sahiplenilen" yazar olmuştun... Çünkü sen......
ADNAN BERK OKAN
Sevgili Şamil (Tayyar),
Bugünden başlayarak sana hitaben uzun bir mektup yazacağım...
Kaç gün süreceğini bilmiyorum ama 4 günden az süreceğini de sanmıyorum...
Evet başlıyorum ama önce kısa bir hatırlatma...
Bir küçük arşiv gezintisi...
Değerli kardeşim;
Neşe Düzel ile yaptığın ilk söyleşinin hemen ardından seni (belki de ölçüsü biraz kaçan bir şekilde) eleştirdiğimi hatırlıyorsun...
Neden eleştirdiğimi de...
Çünkü, siyasal iktidar, yeni kurmayı plânladığı sistemde; yasalar düzenleyip, TSK komuta kademesi ve Yargıyla görüşüp uzlaşmak ve AB için uyum sağlamak yerine "Yeni Yargı - yeni Ordu" kurmak istiyordu...
Bunun için çok cesaretli ama bir o kadar da tehlikeli ve hatta ilkesiz bir plân hazırlamıştı...
Bunun böyle olacağını 2005 yılında yayımlanan ama 2007 - 2008 yıllarını anlatan romanımda yazmıştım...
Ve sen Neşe Düzel ile söyleşi yapıp gündeme geldiğinde (getirildiğinde) bana öfkelenmene sebep olan o makaleyi yayımladım kendi blogumda...
Arşive geçmesini istemiştim...
O günlerde bana niçin kızdığını çok iyi anladım ama ülkenin en kötü deneyimlerinden birini yaşamış, senin yaşça da büyüğün bir gazeteci olarak o uyarıyı yapmalıydım...
Çünkü senin gibi geleceği parlak bir gazetecinin göz göre göre harcanmasına gönlümün razı olmadığını sana telefonda da anlatmıştım...
Ve sevgili Şamil;
Sanırım o gün yazdığım makalemin nasıl da haklı olduğunu görmeye başladın...
Çünkü ülkenin en çok okunan ama susturulması da en çok istenen yazarısın şu anda...
İşin fenası iktidar da susmanı istiyor...
Medya da...
Va daha da kötüsü...
İşin başında seninle aynı samimiyetle yola çıktıklarına inandığın "eski yoldaşların" da...
Ve...
Tabii TSK ile emekli - muvazzaf tüm komutanları yargılayanlar da...
Gizli tanıklar ve düzenlenmiş belgeler...
Değerli Tayyar kardeşim;
Siyasal iktidar ve Siyasal İslâm, TSK'yı bir bonzai ağacı gibi köküne yakın yerlerden budamak için harekete geçti...
Böylece TSK yaşayacak ama buna karşılık büyümesi ve gelişimi engellenmiş olacaktı...
Senaryonn ayaklarından birinde; TSK'nın "Din Düşmanı, Askeri darbe girişimcisi" olarak tanıtılması vardı...
Hatta daha da öte...
"Tanık Koruma" programı çerçevesinde "yeni kimlik ve yeni bir yüz" vaat edilerek ikna (elbette yüksek paralara) edilmiş gizli tanıklar tarafından düzenlenmiş belgeler dökülecekti ortaya bir bir...
Ki o belgeler de bizzat iktidar ve destekçisi stratejistler tarafından hazırlanmıştı...
Ve sonra...
Uyduruk suçlama ve belgelerle TSK'nın "PKK ile ortak" çalıştığı ileri sürülerek yıllardır kamuoyunun gözünde koruduğu "en güvenilir kurum" olma özelliğini kaybedecekti ordu...
İşte o noktada Erdoğan'a, TSK'yı yasalarla değil, moral güç olarak ortadan kaldıracak bir senaryo gerekti...
O senaryo da kısa sürede yazıldı...
Ve her şey o çerçevede düzenlendi..
Ve seni seçtiler sevgili Şamil...
Senaryonun ayaklarından birinde; Laik cumhuriyetle sorunu olmayan ama demokrasinin de bütün kurum ve kurallarıyla yerleşmesinden yana, gerektiğinde ulusal çıkarları da koruyabileceğine inanılan iyi bir gazeteciye ihtiyaç vardı...
Bu gazeteci, hükümetin "hık" deyicilerinden biri olmamalıydı...
Hele din ağırlıklı hiç olmamalıydı çünkü senaryoda din üzerinden kurulan tezgâhlar da vardı..
Ve...
İslami medyadan olduğunu bütün kamuoyunun ve hatta dünyanın bildiği biri inandırıcı olamazdı...
İşte o aşamada akıllara sen geldin...
Ve sana kendi planları çerçvesinde hazırlanmış; küresel dünyadan da ulusal dünyadan da kopuk, küresel silâh üreticilerinin yerli işbirlikçilerinin etkisi altında olan bazı hukuk adamları(!) eliyle bilgiler yağdırmaya başladılar...
Ve uzatmayayım...
O noktaya gelindi ki birden senden vazgeçtiler...
Çünkü sen de benim gibi yönetilemez, kontrol edilemez, kafası kızdığında ortalığı ayağa kadıran biriydin...
Bu kez Mehmet Baransu'ya sarıldılar hatırlayacaksan...
Ve o günden sonra senin hakkında açılan davalar, hapis cezaları gırla gitti...
Ne hükümet yükseltti sesini, ne dava arkadaşların...
Ama önceleri hiç hazzetmediğin bu satırların yazarı her zaman senin yanında yer aldı...
Almaya da devam edecek...
Neden mi yarı yolda bırakıldın?..
Peki neden Baransu?..
Çünkü genç gazetecinin öncelikle paraya ihiyacı vardı...
Yönetilebilir, uysal bir genç adamdı...
İçinin bir yerlerinde TSK nefreti ve öfkesi hep sıcak duruyordu...
Bu kez hazırlanan bütün plânlar ona gönderilirken sen ise savcılıklara ve mahkeme salonlarına gönderiliyordun yargılanmak için...
Sevgili Şamil;
Diyeceksin ki; "beni neden satsınlar?"...
Söyleyeyim:
Çünkü seninle işleri bitmişti...
Çünkü sen yeri geldiğinde hükümetin yanlışlarını da yazıyordun köşende ve ikna ediciydin...
Çünkü sen medyada "en çok okunan" ve hatta okur tarafından "sahiplenilen" yazar olmuştun...
Çünkü sen hükümetin bazı konulardaki yanlışlarını yazdığında, hükümete destek veren yüzbinler de seninle birlikte aynı şeyi düşünüyorlardı...
Çünkü sen kendi görüşün olarak bile yazsan; ordu veya Güneydoğuya ilişkin yazdıklarının hükümet görüşü gibi algılanmasından rahatız olup buna Başbakan'ı da ikna edenlerin sayısı giderek artıyordu...
Çünkü bunu ben de yaşamıştım...
En son çalıştığım gazetede, Abdullah Gül'ün Başbakanlığını üstlendiği Ak Parti Hükümeti'nin değilse de Genel Başkan Erdoğan yanlısı milletvekillerinin ısrarla geçirmeye çalıştıkları 1 Mart tezkeresinin Türkiye için bir felâket olduğunu yazıyordum...
En son Başkan Bush'a 2 gün üst üste açık mektup yazıp Irak operasyonundan neden vazgeçmesi gerektiğini tarihten bilgiler ve örnekler vererek anlatmıştım...
Hem de; bir dönemler danışmanlığını yaptığım bir eski Başbakan'ın, o yazdıklarımdan bir gün önce baba Bush'la telefonda konuştuğunu ve eski bir başbakan olarak tezkerenin çıkması için iktidar partisinden millevekili seçilmiş eski dostlarının da o yönde oy kullanmalarını sağlayacağına söz verdiğini bildiğim halde...
O yazılarım üzerine, iki yıl kadar danışmanlığını yaptığım eski Başbakan; gazeteden gönderilmemin bir dost olarak kendisini çok mutlu edeceğini bile söylemişti patrona...
Neden mi?..
Sadece kamuoyu değil, ABD başkonsolosluğu ve büyükelçilik çalışanları da yazdıklarımı takip ediyorlar ve okuduklarının bana Hanmefendi tarafından yazdırıldığını düşünüyorlardı...
Gerçi onun talebi ciddiye alınmamıştı ama hapiste olduğu zaman en büyük desteği benden gören yeni Başbakan yazdıklarım işine gelmediği için beni kovdurmayı başarmıştı...
Sevgili Şamil;
Sen artık bir "yandaş" olmaktan öte geçmiş, her yazdığı; Başbakan veya hükümet icraatıyla özdeşleştirilen etkin bir kanaat önderi olmuştun...
Hâsılı çok şey biliyordun...
Ve öyle şeyler yazmaya başlamıştın ki...
Hem hükümet, hem medyada kimi çevreler, hem çeteleri yargılayan savcı ve hâkimler ve hem de yargılananların arkasında olan çevreler senden rahatsız olmaya başlamışlardı...
Senden kurtulmak istiyorlardı ama nasıl?..
Şu aşamada seni kovduramazlardı...
Ayağın kaysa düşsen; tarafların hepsi aynı anda suçlanacaktı...
Ve o kadar etkin olmuştun ki bilhassa iktidara destek veren okurun tepkisini çekeceklerdi...
Okur tepkisi ise bir efsane gibi kulaktan kulağa yayılacak, efsaneyi ilk başlatan okur, birisi anlattğında kendi efsanesini tanıyamayacaktı...
Çünkü en son dinlediğinde, çok daha farklı, çok daha "kahraman" bir Şamil Tayyar'la karşılaşacaktı...
Yani sevgili Şamil...
Yazılarına, hükümeti ve kimi hâkim çevreleri protesto etmek için ara verişin, "körün istediği bir göz, Allah verdi iki göz" misali çok işlerine yaradı...
Senden en çok kurtulmak istedikleri ama bunu açıkça yapamadıkları bir süreçte yanına sokuşturdukları adamlarıyla, "yiğitsin" deyip güvencenden, "cömertsin" deyip ekonmik özgürlüğünden etmek isteyenlerin ekmeğine yağ sürdün...
Dön köşene sevgili Şamil...
Dön ve içinden geleni yaz...
Hangi siyasal görüşün işine yarayacağına bakmadan, halkın ve ülkenin çıkarına en çok hangisi yarar düşüncesiyle yaz...
Yazmadığın her yazı; birbirleriyle kavgalı gibi görünenen ama aslında birbirleriyle "gizli" ortak gibi çalışanların işine yarıyor...
Pardon...
Bu ülkenin en çok okunan yazarı olduğun halde niçin SABAH'a alınmadığını hiç düşündün mü?..
Ya da niçin atv, CNN-TÜRK, NTV gibi ekranlara hiç çıkarılmadığını...
Yarın devam edeceğim...
Gözlerinden öperim...
Adnan Berk Okan
[email protected]