Şamil Tayyar'ı çıldırttılar!
Kimi yazarlar tarafından Erdoğan'a "çanak soru" sormakla suçlanan Şamil Tayyar'a bir dokunduk, bin ah işittik! Tayyar öyle laflar etti ki:
"Başbakan Erdoğan’la yaptığımız TV röportajının özellikle Doğan Grubu yazarları tarafından hakarete varan ölçüde tepkiyle karşılanmasının gerisinde yatan temel neden, rövanş duygusudur. Bir dizi yamuk işe eklemlenen vergi cezasının hıncını başbakandan almak isteyenler bizlerin üzerinden öfkelerini kustular. İşin kötü tarafı, intikam duygusunu gazete kağıdına sarıp, yaptıkları işi “gazetecilik” olarak sunmalarıydı.
24 yıllık meslek hayatımın 9 yılı Milliyet’te, 8 yılı Sabah’ta geçti. Kimin hangi Saiklerle gazetecilik yaptığını, hangi manşetin gerisinde ne tür gizli hesapların saklı olduğunu iyi bilirim. Bugün Vatan’ı çıkaran ekiple Sabah’ta çalışırken ne tür baskılarla karşılaştığımı anlatsam roman olur. Sabah’ta yeri geldi Mesut Yılmaz lehinde yeri geldi Tansu Çiller lehinde tek satır habere yer verilmedi. Bize açıkça “aleyhte tek satır haber istemiyoruz” diye söylediler.
Hatırlayın Sabah’ta Tansu Çiller’in şişirildiği, Mesut Yılmaz’ın yerden yere vurulduğu dönemde Yılmaz, Cem Uzan’ın Star TV’sinde katıldığı Kırmızı Koltuk programında açıkça Zafer Mutlu’nun Sabah’ını tehdit etti, iktidara gelirse ilk olarak hesabı onlardan soracağını söyledi. Gerçi Yılmaz’ın ilk işi uzlaşmak oldu ama o günleri çok iyi hatırlıyorum.
28 Şubat sürecinde Mutlu ve arkadaşlarının çıkardığı Sabah’ta Çevik Bir’in, Erol Özkasnak’ın talimatlarıyla manşetlerin atıldığını biliyorum, yaşadım. Aynı dönemde Çevik Bir’in Doğan Grubu yazarlarıyla yaptığı toplantıya hangi yazarların koşa koşa gittiği artık biliniyor. Genelkurmay karargahında yazarlara nasıl talimatlar yağdırıldığı sır değildir.
Milliyet’te çalıştığım dönemde Derya Sazak’ın “Mesut Yılmaz Milliyet’le ilişkisini sana endekslemiş, git şu adamla aranı düzelt” dediği günleri unutmadım. Altan Öymen, Güneri Civaoğlu’nun yanında dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Celal Güzel aleyhinde haber yapmamam için beni uyardı.
Şimdi oturmuş ahkam kesiyorlar. Hele biri var ki, bizi kastederek “şu anda unvanları gazeteci ama gazetecilik yapmıyorlar” diyor. Ulan dana senin yaptığın iş gazetecilik mi? CHP’nin basın bültenine çevirdiğin, Ergenekon’un tanıtım broşürüne dönüştürdüğün köşende gazetecilik yaptığını mı düşünüyorsun? Gazetenin en az okunan yazarları arasındasın, patron kontenjanından varlığını sürdürüyorsun, bari sus, gazetecilik yapanlara engel olma.
Hele biri var ki, zır cahil. Yandaş olmak hükümete yakın olmakmış. Bu kadar sığ, bu kadar bilgiden yoksun bir yaklaşım olmaz. İktidar yandaşlığından söz ediyorsanız, söyleyeyim, iktidar deyince akla hükümet gelmez. Bazen tank iktidarı, bazen yargı iktidarı, bazen patron iktidarı, bazen CHP iktidarı, bazen belediye iktidarı, hülasa muktedir olan herkes, her birim, her güç odağı iktidar olanaklarını birilerini satın almak için kullanabilir.
İstanbul’da kaçak villa yaparsın, belediye göz yumuyorsa servetine servet katarsın, aksi halde gazete sütunlarında veryansın edersin. Bunun için belediyenin hangi partiden olduğunun önemi kalır mı? Aynı şekilde bir otel arazisi satın alırsın, yeşil alanına gökdelen dikmek istersin, onun için belediyeyle hukuku düzeltmeye çalışırsın.
28 Şubat sürecinde olduğu gibi siyasileri askerlere dövdürürsün, sus payı olarak ihaleleri götürürsün, bir iki emekli generale de yönetimde görev verirsen, olur biter. Böyle bir ortamda hükümetle mi askerle mi işbirliği daha karlı olur. Ya da CHP ile prodüksiyon anlaşması yaparsın, milyon dolarları cebe indirirsin. Bunun için partinin iktidarda olmasına gerek var mı?
Maalesef her kulvarda rahat at koşturanlar merkezi hükümet duvarına çarpınca gazeteciliği hükümet düşmanlığına indirgediler, başbakana sövgüyü gazetecilik faaliyeti sandılar, toplumu da buna inandırmaya çalıştılar. Beyler bu numarayı kimse yutmaz, yutmuyor.
Efendim, o röportajı okullarda gazeteciliğin nasıl yapılmayacağına örnek olarak göstermeliymişler. Haklısınız Ali Kırca kasetlerini gazetecilik sandığınız için yadırgamanız gayet normal. Onun için bizim yaptığımız işi gazetecilik olarak görmediniz.
Hele biri var ki, tam evlere şenlik. Eski patronu Cem Uzan’ın askerlik sorununu çözmek için komutanlardan ricacı ol, işten atılınca Veli Küçük’ü devreye sok, bazı generallerden yardım iste, şimdi kalk bana gazetecilik dersi ver. Yemezler tosuncuk.
Bir iki cümle de Mustafa Mutlu’ya sözüm var. Arada fena işler yapmadığı için ismini veriyorum. Sevgili Mutlu, Tuncay Özkan’la “dostum” diyerek bir röportaj yaptın. Özkan sana “ayda 64 bin dolar kazanıyorum” dediğinde, “yahu Tuncay dostum, senin hangi gazetecilik faaliyetin için patron ayda 64 bin dolar veriyor?” diye sormadın.
Onu geçtik. Tuncay sana CHP ile herhangi bir anlaşma yapmadıklarını söyledi. Ama ben daha sonra CHP ile yaptıkları 3.5 milyon dolarlık sözde prodüksiyon anlaşmasını yayınladım. O anlaşmada adeta Kanaltürk’ün yayın politikası CHP’ye 4 yıl için satılmıştı. Dostunuzu arayıp “Tuncay, bana yok dedin ama Şamil açıkladı, beni neden kandırdın?” diye sormadın. Ya da köşende yazmadın.
Bir de şu uçak meselesine değineceğim. Deniz Baykal da mitinglere uçakla gazeteci taşıyor. Niye Star yok, Yeni Şafak yok, Zaman yok, Vakit yok, Bugün yok… Baykal’ın uçağında taşıdığı gazeteciler yandaş mı? CHP seçim kampanyası için hangi gazetelere reklam verdi, ne kadar verdi, niye? Star TV haberleri neden CHP bülteni gibi? Doğan grubu gazete ve televizyonlarında İstanbul’da MHP adayının ismini kimse bilmezken neden Ankara’da Mansur Yavaş pompalanıyor?
Kusura bakmayın, başkasına iğneyi batırırken önce çuvaldızı kendinize batırın. Lafın kısası, mütevazı olmayacağım, bana gazetecilik dersi verenlerin, en az benim kadar gazeteci olması, sicilinin temiz kalması gerekir. Bilmediğim konuda konuşmam, bildiğim konuda ise başkasının ukalalık yapmasına izin vermem, böyle biline. Gerisi laf-ü güzaftır."