Sahi ya... Korku gerçekten de ruhu kemirir mi?..
Mevcut hükümet gider de yerine yeni bir hükümet gelirse, halen kazandıkları büyük paraları kazanamayacakları kuşku ve korkusuyla kalpleri kemirilenlerdi…
ADNAN BERK OKAN
Soli Özel'in bugünkü (01.06.2014) Gazete HT'de başlığı alında yayımlanan makalesini okuyunca, söyleyenin kim olduğunu hatırlayamadığım bir söz geldi aklıma...
O sözün sahibi şöyle diyordu:
"Kuşku suçlu kalplerin burgusudur..."
Başlık olarak ünlü film yönetmeni Rainer Werner Fassbinder'in orjinal adı "Angst essen Seele auf" olan Türkiye'de ise "Ali: Korku ruhu kemirir" ismiyle gösterime giren filminin adını kullanan Soli Özel nefis makalesinde; yurttaşlar arasında bizzat devleti temsil eden siyasal iktidarın yarattığı ayrımcılığın tehlikesine dikkat çekiyordu…
Film; Faslı bir işçinin Almanya'da bir Alman kadına olan aşkı ve yaptığı evliliği anlatıyordu...
Almanların göçmen işçilerden nasıl tedirgin oldukları ve bir göçmen işçi ile evlenen içlerinden birini nasıl dışladıkları, izleyicilerin yüreklerini yakarak aktarılıyordu beyaz perdeye...
Ve görüyordunuz ki...
Korku sadece ruhu kemirmekle kalmıyor, kalpleri de bir burgu gibi delip geçiyordu.
Çünkü korku ve kuşku aynı zamanda suçluluğun da karinesiydi...
Dikkat edin…
Kimdi hatırlamıyorum... Ama şöyle bir iddiaydı... "İsrailli yetkililerin tutuklanması kararını veren mahkeme üyeleri Parelel Yapı / Cemaatten"... Düşünüyorum da... Show TV'nin Ciner'e ihalesiz satılması işlemini durduran mahkemenin üyeleri de Parelelci olabilir mi?. Güneydoğu'da 18 yaş altı çocukları dağa kaçıranlar Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Yönetim Kurulu Üyeleri olmasın sakın?.. İlgili ve pek bilgililerden; merakımın giderilmesini hassaten istirham ediyorum... |
Çevrenizde varsa eğer…
Ya da medyadan izliyorsanız, suçlu olmadığından emin olan birinin aynı zamanda korkusuz olduğunu fark ediyorsunuz…
Ya da kendinizde sınayın bunu…
Kendinizden eminseniz huzurlusunuzdur…
Emin değilseniz, kuru havadan nem kaparsınız…
Neden böyle peki?..
Çünkü…
Ancak…
Korkacak bir şeyi olanlar (Suçlular) korkarlar…
Çünkü…
Korkacak bir şeyi olmayanlar; kapıları günün hangi saatinde çalınırsa çalınsın gelenin olağan biri olduğunu düşünürler...
Suçlular ise...
Kapılarını çalanın polis olduğundan tutun da kendisine kötülük yapmaya gelmiş biri veya birileri olma ihtimaline kadar sadece "kötü" olasılıkları düşünürler...
Özel'in makalesini okuduktan sonra…
Başımı koltuğun sırtlığına yasladım…
İster istemez günümüz Türkiye'sini düşündüm...
Almanya’da devlet değil elbette ama yerli halk göçmenleri dışlıyor, ötekileştiriyordu…
Türkiye’de ise hükümet kendi halkını ikiye ayırıyordu…
Bir kısmını (ki o bir kısım seçimlerde oylarını iktidar partisi lehine kullanmayan ve siyasal iktidara muhalefet edenlerdi) dışlıyor, en temel hak ve özgürlüklerinden mahrum bırakıyordu…
Ölüsüne ağlamayı…
Ölüsüne yanmayı…
Ölüsünü anmayı bile yasaklıyordu…
Kendinden olanları ise her türlü hak ve özgürlüğe lâyık görüyordu…
Ve medyamız…
İktidara kayıtsız şartsız destek verenler de…
Hükümete muhalefet edenler de korku içinde yapıyorlardı işlerini…
İktidara kayıtsız şartsız destek verenler siyasal iktidarın sivil veya askeri bir darbe ile devrileceğinden korkuyorlardı…
Ve o korku kemiriyordu ruhlarını…
Yok…
Hayır…
Korkularının temel sebebi hükümetin devrilmesi değildi…
Onlar yeni kurulacak hükümete de yakın olabilecek, yeni başbakanın koltukaltında da bir yer kapabilecek beceri ve tıynetteydiler nasıl olsa…
Ama…
Ya ters bir şey olursa?...
Ya yeni gelecek olan başbakanı tavlamakta başarısız kalırlarsa ne olurdu?...
Yani…
Ya; son yıllarda ele geçirdikleri büyük maddi imkânları kaybederlerse ne yaparlardı?..
Evet evet…
Onlar mevcut hükümetin düşeceğini dert edinenler değildiler…
Onlar…
Mevcut hükümet gider de yerine yeni bir hükümet gelirse, halen kazandıkları büyük paraları kazanamayacakları kuşku ve korkusuyla kalpleri kemirilenlerdi…
Diğer yandakiler…
Yani “muhalif” olanların ise kimileri patronlarının başına bir iş geleceğinden…
Maliye baskısından…
Ve o baskı sonucu kovulacak olmalarından korkuyorlardı…
O kovulma korkusu tıpkı bir habis ur gibi sarmıştı bedenlerini de benliklerini de…
Kimileri ise…
İktidar – muhalefet Batı tarzı ilişkilere girerler ve kavgasız bir ortamda siyaset yaparlarsa kendi üslûplarına ihtiyaç duyulmayacağından korkuyorlardı…
Kendilerine ihtiyaç kalmayınca tabii ki işlerini kaybetmeyeceklerdi…
Ama…
Aklı başında hiçbir patron da bugün kazandıkları parayı onlara vermeyecekti…
Köşe yazılarından derleyip “Kitap” diye raflara giren ve bir anda “Çok Satanlar” listelerinde kendilerine yer bulan kitapları hiç satmayacaktı…
Neyse...
Daha fazla düşündüklerimi anlatıp, bu defa kendim de "suçlu" psikolojisine düşmeyeyim...
Yok efendim...
Tabii ki "suç" olarak tanımlanacak bir şey yazmam...
Ama...
"Muhaliflik" yapmış olabilirim...
O ise yasalarda olmasa da siyasal iktidarın lûgatında "suç"...
Yani...
Suç işlemesem de "suçlu" konumuna sokulup ruhumun kemirilmesine fırsat verebilirim...
Burada keseyim…
Ve “Günün Köşe yazarı” seçtiğim Soli Özel’i bir de bu köşemde tebrik edip alkışlayayım…