Ruşen Çakır'dan sarsıcı tespitler
''Tehlikeli bir gidişat var. Bu da bende bir refleks oluşturdu. İlişkilerimi azaltıyorum.'' Bu sözler haber kaynağını ilişkilerle besleyen bir gazeteciye ait.
Zeynep KURTBAY / GAZETECİLER.COM - Biri medya diğeri edebiyat dünyasının iki değerli kalemi… Gazeteci Ruşen Çakır’ın yazar eşi Müge İplikçi ‘Gazetecilik denemeleri yaptım’ diyor ama medyanın her daim içinde aslında. Vatan Kitap'ta yazılar yazıyor; gazete ilavelerinde, dergilerde inceleme yazıları yayınlanıyor. Açık Radyo'da 'Sabun Köpüğü' adlı programı hazırlayıp sunan Müge İplikçi, şimdilerde TRT'de 'Açık Kitap' adlı programla edebiyat dünyasının nabzını tutuyor.
Söyleşimizin ikinci bölümünde Ruşen Çakır medya dünyasını saran tehditlere dikkat çekerken acı bir itirafta bulundu… Müge İplikçi ise ‘Türkiye’de yazar olmanın sıkıntılarını’ anlattı…
Ruşen geçenlerde ‘Gazetecilikten sıkıldım’ gibisözler söylediniz Yazıişleri’nde ekranda… Öyle mi gerçekten?
Evet gazetecilik uzun zamandan beri rahatsızlık vermeye başladı. Bir grup arkadaş bir çağrı yayınlamıştık medyanın tahakkümüne karşı. Son dönemde özellikle medya siyaset ilişkisi, iktidar ilişkisi, nabza göre şerbet durumu tabii rahatsızlık veriyor. Bir de kendi özel durumumda olayların gerisinde kalma ve tembellik var… Bu gazetecilikte çok yaygın bir şeydir. Oturduğu yerden gazete okuyarak tahmin yürütmek, fikir yürütmek , gazete okuyup yorum yapmak. Ben hep uzakta durmaya çalıştım ama buraya doğru savruluyorum. O da beni çok rahatsız ediyor.
İLİŞKİLERİMİ AZALTMAYA DOĞRU GİDİYORUM
Yani şu andaki mutsuzluğunuzun nedeni programdan dolayı sahada olamamak öyle mi? Neden buraya doğru savrulma var?
Tehlikeli bir gidişat var. Ben açıkçası herkesin her türlü görüşmesinin her türlü kayda alındığı bir ortamda ilişkilerimi azaltmaya doğru gidiyorum. Benim gibi mesela PKK üzerine yazılar yazan birinin bazı yazıları farklı şekilde kullanılıyor. Bu da bende refleks oluşturdu. Şeffaf olmayan odaklar var işin içinde. Bazen çok gürültü koparan yazılarımı artık ntv’deki ofisimde yazıyorum. Gazetecilik yapmak o kadar zorlaştı ki. Normalde eskiden daha çok insanla görüşürdüm. Telefon görüşmelerimde bile kısıtlamaya gittim. O kadar tuzak var ki her yerde. Şeffaf olmayan odak var işin içinde… Kendi işlerine gelmeyenleri kendileri gibi düşünmeyenleri bertaraf etmek için ellerinden geleni yapıyorlar.
EN MASUM İLİŞKİLER BİLE ÇARPITILARAK PAS EDİLİYOR
Şimdi öyle şeyleri yapmaktan çekiniyorum. Bunun paranoyaklık olduğunu hiç düşünmüyorum. En olmadık en masum ilişkilerin bile çarpıtılarak pas edildiğini ve o odakların baş malzemesi olarak kullanıldığını görüyoruz. Herkes yapıyor bunu. Tarafları görüyoruz.
Aylin Duruoğlu örneğinde yaşadık… Akıl almayacak bir suçlamayla karşı karşıya kaldı…
Evet dolayısıyla bu çatışmaların içine hem dahil olmayıp bu çatışmaları anlatmak istiyorum demek aslında bir risk. Gazetecilik aslında bir risktir. Tam güvenmediğin ilişkiyi de kurarsın oradan bir şey çıkar umuduyla ama şimdi temkinli davranmak zorundasın. Bu bence basın özgürlüğünü tehdit eden en önemli olaylardan biri. Öyle tehlikeli ve gayri adil bir ortam ki bu… Başka bir gazetecinin hapse girmesine açık açık söyleyeyim alkış tutan bir yığın gazeteci var. Kendilerine geldiği zaman da basın özgürlüğü diyorlar.
Bugün Türk medyası üzerinde psikolojik harekat uygulanmakta mıdır sizce?
Evet ve maalesef bu tek yönlü bir psikolojik harekat değil. Bazı gazetecilerin tek başına siyasi iktidarı suçlaması bu bakımdan yetersiz kalıyor. İktidara karşı bir dizi odak ve daha ilginci iktidarı destekler görünmekle birlikte onunla amaç ve çıkar farklılığı içindeki bazı odaklar ve komplo teorisi gibi kaçacak ama, bazı dış odaklar medya üzerinden Türkiye toplumunun zihinlerini yönlendirmek için müthiş bir yarış, kavga, hatta savaş halindeler.
TEHLİKE İÇERİDEKİ HER KESİM İNSANDAN GELİYOR
Nereye doğru gider bu durum?
Bir yere gitmediğini biliyorum. İçerideki her kesimden insandan geliyor. İnşallah bir yerde durur demek daha doğru. Dışarıdan gelmiyor öyle olsa gazeteciler el ele verir bertaraf eder. Ama içeriden geliyor ve her kesimden geliyor. Bir kesimin suçu yok. Diyelim yazdım bir yazı. Ortada bir yerde durmaya çalışıyorsun.
Daha çok mu dayak yiyorsunuz ortada durunca?
Mesela Yazıişleri’ne Ergenekon’u destekleyeni çağırıyoruz karşıdan tepki geliyor; ertesi gün kuşkuyla bakanı çağırıyoruz örneğin öbürleri bu defa kızıyor. Kimse ‘Dün bunu çıkarttı, bugün bunu’ demiyor. Diyelim ki alıntı yapıyoruz ya ‘Vay bu alıntıyı nasıl yaparsın’ diyor, ‘Bu alıntı yanlış’ demiyor. Her taraf kendinden insan olsun istiyor. Ya halbuki ben bu alıntıyı da yapıyorum seni de çağırıyorum. Zaten birçok tartışma programında ‘o varsa ben gelmem’ polemiği yaşanıyor. ‘Ben böyle diyorum o da böyle diyor, millet kararını versin’ görüşü hakim.
Medyadaki kamplaşmalar nereye varacak? Bu keskin ayrımın medyaya faturası ne oluyor?
İşte tarafsızlık böyle bir noktada çok değer kazanıyor. Bir gazeteci böylesine keskin ve yıpratıcı bir iktidar savaşında hiçbir tarafa angaje olmamalı; bu tarafsız konumunun avantajlarını da kullanarak bu savaşı olabildiğince iyi bir şekilde anlamalı ve anlatmalıdır. Ne var ki, bir gazetecinin olmazsa olmaz özelliklerinin başında gelmesi gerek tarafsızlık, ucuz ajitatij argümanlarla ayıp bir şeymiş gibi gösterilmeye çalışılıyor. Sonuçta gazetecilerimizin çoğu, şu ya da bu takımı tutar gibi, çatışan odaklardan şu ya da bunun tarafında yer alıyorlar. Sonuçta medya ülkedeki kamplaşmayı azaltıcı değil tırmandırıcı bir rol oynuyor.
Peki ya yazarlıkta nedir durum? Türkiye’de yazarlığın karşılığı var mı?
İplikçi: Yok. Yazarlık meslek olarak algılanmıyor. Bestseller değilseniz para kazanamıyorsunuz. Yurtdışında yazarlığın bir alan olduğunu hissediyorlar. Türkiye’de ben 10 yıldır yazıyorum. 3 yıl öncesine kadar ben ‘yazarım’ demeye çekiniyordum. Ben yazarım dediğinizde ‘Haa iyi’ ya da ‘Ne yazıyordun sen’ diyorlar, üslup bu.
GAZETECİLER NE YAZIK Kİ EDEBİYATA ÇOK MESAFELİ
Gazetecilerin tavırları nasıl yazarlara karşı?
O kadar kendi halindeler ki sadece bestseller’lara yönelik bir tavırları var. Oysa ki çok değerli edebiyat eserleri var ama gazete gibi etkili bir mecrada karşılık bulmaları çok zor. Charles Dickens gibi bir yazarın gazete köşelerinde yazarak kendin, var ettiğini hatırlarsak bir öyküyü bir gazetede yayınlamak mümkün değil bizim ülkemizde. Bırakınız onu Vatan gibi bir gazetede yazıyorum. Vatan’ın kültür sanat sayfası yok. Hazin çok hazin… İnsanların kitap okumaması için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Edebiyata çok mesafeli duruyorlar ne yazık ki gazeteci arkadaşlarımız. Ben o yüzden Ruşen’i çok takdir ediyorum, onca siyasi arbede içerisinde her daim kitap okur; bir edebiyat metni vardır mutlaka elinde. Edebiyat uzağımızda değil. Bir edebiyat dergisi 1500 satsa çok seviniyoruz. Oysa bir gazete desteklese onca acayip şeye sponsor oluyorlar… Bir evin içine girse edebiyat çok şey değişir.
Yazarlar kendilerini çok yalnız hissediyorlar. Hakikaten dipsiz bir kuyuda hissediyorlar. Bir sürü pespaye yazı gazeteci kimliğiyle yazılmış ortada dolanırken; öbür tarafta dünyayı sorgulayan düşünen insanlar yalnızlığa terk edilmiş duruyor. Ne demek bir ülkenin yazarı sadece bestseller’sa baş tacı? Yok böyle bir şey.
BEN MÜGE'Yİ OKUYORUM O BENİM HER YAZDIĞIMI OKUMUYOR
Ruşen Çakır sizin edebiyatçı kimliğinizi desteklemek için ne yapıyor?
İplikçi: Ruşen gibi biri olmasa yanımda çok zordu. Her daim kafasında rüzgarlar esen birini herkes anlayamaz. Hakkını vermek lazım. Bilmiyorum Ruşen benden memnun mu değil mi?
Çakır: Ben cezaevinde çok kitap okudum. Edebiyata yabancı değilim. Edebiyat bildiğiniz zaman rahatsız etmiyor ne yazıp çizdiği. Ama benim yazdıklarım onu rahatsız etdiyor mesela.
İplikçi: (Gülüyor)
Çakır: Bilmiyorum. Ben senin her yazdığını okuyorum ama sen benim her yazdığımı okumuyorsun.
İplikçi: Bazen AKP’nin yaptıklarını destekleyen şeyler yazdığında evet ona kızıyorum.
Demek ki ilk eleştiri içeriden geliyormuş size..
Ben onlara karşı şerbetliyim. ‘Yüzde 99 cumhurbaşkanı Gül’ dedim diye beni eleştiren çok oldu. Ben Gül’ün performansından pişman değilim. Gerçekten AKP grubu içerisinden olabilecek daha iyi bir cumhurbaşkanı var mıydı emin değilim. Ben şöyle bir cümle kurmuştum ‘Ben sevindim ama onun sevindiğinden emin değilim’ demiştim. Başbakanlık bekliyordu çünkü. ‘Gül buradan dönmez’ diye yazdım.
MEDYADA ÇETELER VAR ÖZELLİKLE İSTANBUL’DA
Medyada 2009’u nasıl değerlendiriyorsunuz?
Medyada şimdi yeni bir şey var. Yeni dönemde. İstanbul’da özellikle. Çeteler var. Birbirleriyle kavga edip birbirlerini pohpohluyorlar. Her gün heyecanlanarak okuduğum çok fazla yazı yok. Heyecalanmanın dışında bana bir şey öğreten yazan çizen insan sayısı çok az. Çok insanın önceden ne yazacağını kestiriyorum. Var muhakkak. Arkadaşım Kadri Gürsel (Galatasaray Lisesi’nden arkadaşı) son dönemde medyada farklı, belli bir birikimi olan bir yere oturdu. Ki konuşmazdık. Yazdığı yazıların çoğuna katılmıyorum.
Neden konuşmazdınız?
Kavgamız oldu. Artıhaberde beraber çalıştığımız dönemde. Kadri hakikaten yazar olarak kazanılan önemli bir isim oldu. Babamın cenazesinde barışmıştık.
Peki ya Taraf? Habertürk?
Taraf önemsediğim bir gazete değil. Habertürk sıfırdan yeni yazarlar aldılar bence tutulur.
Medyadaki dengeler açısından ne olacak? Doğan grubundaki satış olursa nasıl yansır?
Daha kötü olacak. Eden buluyor. Türkiye’de medya ortamının bugüne gelmesinde Doğan grubunun payı var. Ben yıllarca Doğan grubunda çalıştım. Özkök’ün alınması da geç kalınmış bir karar bence.
Siz şifreleri doğru okuyan bir gazetecisiniz. Bunun sırrı nedir?
Şifre okumak değil “anlamak” ve “anlayabildiğim kadar anlatmak” derdim var. Kaldı ki yaşadığımız birçok olay, çok karmaşık görünse ya da gerçekten böyle olsalar bile hiç de anlaşılmaz değil. Bu yüzden “şifre okumak” değil de tarafsız, önyargısız bir şekilde olup biteni anlamaya çalışmak yeterli olabilir. Ben de onu yapmaya çalışıyorum.
Eskiden Uğur Mumcu gazeteciliği denirdi... Şimdi adı bile anılmıyor. Bugün hangi tür gazetecilik, yazarlık makbul?
Uğur Mumcu ile sola bakışta ciddi farklılıklarımız vardı fakat kendisinin, yakın tarihimizin en büyük ve etkili araştırmacı gazetecisi olduğunu düşünüyorum. O tarihte de Mumcu gibi isimler fazla yoktu, bugün iyice azaldı. Günümüzde gazetecilik maalesef haber boyutu öne çıkarılarak yapılmıyor. Gazeteci merak eder, sorar, araştırır, öğrenir ve aktarır. Ama son dönemde zaten bildiğini, düşündüğünü doğrulamak için gazetecilik yapılır oldu. Bu nedenle beğenilmeyen gerçekler ya görmezden geliniyor ya da geri plana itiliyor.
AK Parti iktidarı medyayı değiştirdi mi, nasıl değiştirdi?
Bütün iktidarlar değiştirmiş, en azından değiştirmek istemiştir. AKP’lilerin, daha RP’nin ilk yıllarından beri gelen bir medya tecrübesi ve görmek istedikleri hesapları var. Bu hesapların bir kısmını gördüler, yakın zamanda da epey göreceğe benziyorlar. Fakat bütün bunlardan, tamamıyla AKP’nin denetiminde bir medya ortamı çıkmaz. Eğer AKP böyle bir arayış içindeyse boşuna enerji harcamış olur. Kaldı ki R. Tayyip Erdoğan’ın siyasi serüveni bu ülkede “medya sayesinde” değil, “medyaya rağmen”, hatta “medyaya karşı” siyasetin daha sonuç alıcı olduğunu gösterdi. Diğer bir deyişle, eğer bir siyasi parti medyayı büyük ölçüde denetim altına alırsa sonu da çok yakında demektir