MEDYA KÖŞESİ

Ruşen Çakır 'kapıdan kovulup bacadan girmeye çalıştığı' cemaati yazdı

Fethullah Gülen ve cemaatiyle 30 yıllık serüvenimi “kapıdan kovulup bacadan girmeye çalışma” olarak özetleyen Ruşen Çakır cemaat ve Gülen ile ilişkilerini kaleme aldı.

Ruşen Çakır 'kapıdan kovulup bacadan girmeye çalıştığı' cemaati yazdı
GAZETECİLER.COM - 1985 yılında Nokta dergisinde başladığı gazetecilik mesleğinde 30. yılını dolduran Ruşen Çakır bir süredir kişisel web sitesinde 30 yıldan hatırladıklarım başlıklı bir dizi yazı kaleme alıyor.

Çakır, Habertürk gazetesine taşımadığı bu yazılarında şimdiye kadar 11 Eylül, Gaffar Okkan Suikasti gibi konuları kaleme aldı. Bugün de başlığı ile Gülen ve Cemaat ile gazeteci olarak ilişkisini yazdı.

İşte Fethullah Gülen ve cemaatiyle 30 yıllık serüvenimi “kapıdan kovulup bacadan girmeye çalışma” olarak özetleyen Ruşen Çakır'ın o yazısından çarpıcı bölümler:

ABD MERKEZLİ ILIMLI İSLAM PROJESİNİN TÜRKİYE ŞUBESİ

Gazeteciliğe 1985 yılının Mayıs ayında Nokta Dergisi ile adım attım ve çok kısa bir süre sonra İslami hareketler üzerine yazmaya başladım. Tabii ki ilk işittiğim isimlerden biri Fethullah Gülen’di.
Gülen ve hareketi bir efsaneydi, zira ne kendisi, ne taraftarları alenen ortaya çıkıyordu; elden ele çoğaltılan video kasetler de olmasa Gülen’in nasıl birisi olduğunu bilmek bile mümkün değildi.

Görüştüğüm İslamcılar arasında Gülen ve cemaatine olumlu bakan yok gibiydi. Onu ABD merkezli “ılımlı İslam” projesinin Türkiye şubesi olarak görenler çoktu. Gülen ve hareketi hakkında, laik ve İslamcı kanadın ayrı ayrı ürettikleri spekülasyonlar dışında öğrenmenin imkanları çok kısıtlıydı. Ortada sadece aylık Sızıntı dergisi vardı, bir de Gülen’in, çoğu Sızıntı’da yayınlanmış yazılarının yer aldığı M. Abdülfettah Şahin müstearıyla yayınladığı kitapları.

1990 Kasım ayında ilk baskısı yapılan Ayet ve Slogan’ı hazırlarken bu yazılı malzemede bir tür “arkeolojik kazı” yaptığımı hatırlıyorum. Kitapta Cemaat ile ilgili bölümün başlığı şöyleydi: “Fethullahçılar: Gözyaşı, Sabır, Millet ve Devlet.” (Belki de “Sessiz ve derinden” ara başlığını başlığa çıkartmak daha isabetli olurmuş!)

Bölümün son cümlelerini hatırlatmak istiyorum: “Kadrolarını devletin hizmetine koşmayı yeğleyen (en azından şimdilik) bu cemaat aynı zamanda çok geniş mali olanaklara da sahip. İleride bir gün, kendine güveni geldiğinde, cemaatin siyasi iktidara talip olmak isteyebileceği ‘teorik’ olarak varsayılabilir. Ancak kuru ajitasyonla, spekülatif argümanlarla, kişi kültüne koyu bir bağlılıkla yetiştirilen bu ‘kadrolar’la nereye kadar yürünebileceği şüpheli.”

GÜLEN'İN ORTAYA ÇIKIŞI

Gülen’i hayatımda ilk kez, kitabımın çıkmasından 4 yıl sonra, 30 Haziran 1994 günü İstanbul Dedeman Oteli’nde gördüm. Kendisinin medya ve dolayısıyla kamuoyu karşısına ilk kez çıktığı düşünülürse çoğunluk benim konumumdaydı.

Zaman Gazetesi’ni satın alıp Samanyolu TV’yi kurarak dışa açılma stratejisi başlatmış olan Gülen cemaati, kısa süre içinde “amiral gemisi” olarak kabul görecek olan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın kuruluşunu ilan ediyordu.

Ne var ki toplantıya nicelik ve nitelik açısından tahminimin altında bir katılım oldu. En dikkat çekici isim “at kuyruklu” saçıyla solcu bilinen Cem Karaca’ydı. Toplantıda Gülen de, “istememesine rağmen” son konuşmayı yaptı. Demokrasi ve bir arada yaşamayı savundu. Türkiye’nin demokrasiden dönmesinin mümkün olmadığını söyledi. Herkesi “laik-anti laik geriliminin yumuşatılması” için göreve davet etti.

Deneme

ŞATAFATLI İFTAR

Gülen’i ikinci görüşüm yine İstanbul’da, bu sefer Polat Renaissance Otel’de oldu. Vakıfın 11 Şubat 1995 günü bu otelde düzenlediği geniş katılımlı iftarı, Gülen cemaatinin dışa açılmasının gerçek anlamdaki startı olarak görebiliriz. O sırada Milliyet’te çalışıyordum ve genel yayın yönetmeni de genç yaşta aramızdan ayrılan Ufuk Güldemir’di. İftarı öğrenir öğrenmez kendisini haberdar ettim, o da çok sayıda kişiyi iftarı izlemek için görevlendirdi. Otele gidince Vakıf yöneticilerinin diğer gazetelerden çok sayıda köşe yazarını özel olarak davet etmiş olduklarını gördük. Milliyet’ten özel davetli yoktu fakat Güldemir’in öngörüsü sayesinde iftarı en geniş ve en iyi şekilde Milliyet haberleştirdi.

Gülen ile hayatımda ilk ve son kez bu iftarda konuştum. O da çok kısa süreli oldu. Elini sıkıp “nihayet tanışabildik” demem üzerine “siz zaten beni tanıyorsunuz” cevabını verdi. O kadar.

ÖZKÖK GÜLEN İLE SOHBET ETTİ AMA HABERE İMZA ATMADI

Gülen bu iftardan kısa süre önce medyaya suskunluğunu bozmuş ve Nuriye Akman’a verdiği söyleşi 23 Ocak 1995 gününden itibaren Sabah Gazetesi’nde yayınlanmaya başlamıştı. (  ) Sabah’ın yayınıyla aynı günde, yine Gülen’in Hürriyet Gazetesi’nde de söyleşisi çıktı (  ) ama nedense yapan gazetecinin adı yoktu. Gazetenin genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök, o kişinin kendisi olduğunu 2011 yılının Nisan ayında açıkladı. ()

Özkök ve Gülen’in adını birlikte andığımız için biraz daha gerilere gitmek iyi olabilir. Ayet ve Slogan’ın çıkmasından kısa bir süre sonra Hürriyet’te çalışan bir tanıdığım, Özkök’ün Fethullah Gülen ve cemaati hakkında yazı dizisi yaptırmayı düşündüğünü ve benim adımı önerdiğini söyledi.

Hürriyet o tarihte Cağaloğlu’ndaydı. Özkök’ün odasında birkaç kişi daha vardı ve benden en kısa zamanda Gülen hakkında olabildiğince kapsamlı bir yazı dizisi istediler. Özkök’ün son cümlesi “en iyisi sen malzemeyi getir, biz yazarız” olmuştu. Bir şey söylemeden çıktım ve tabii ki öyle bir dizi hazırlamadım.

GÜLEN RÖPORTAJ TEKLİFLERİMİ HEP GERİ ÇEVİRDİ

Sabah ve Hürriyet’teki söyleşilerin benim için moral bozucu olduğu açıktı çünkü çok daha önceden kendisinden söyleşi talep etmiş, cevap bile alamamıştım. O gün bugündür birçok kez bu talebimi tekrarladım, fakat farklı gazetelerden çok sayıda kişiye konuşmasına rağmen Gülen bana hiç olumlu cevap vermedi. Bu konuda, belki de tek istisna Milliyet’te 1995 Temmuz ayında hazırladığım “Değişim Sürecinde Alevi Hareketi” dizisi için kendisine ilettiğim yazılı soruları yine yazılı olarak cevaplamış olmasıdır:

GÜLEN'E AÇIK MEKTUP

6 Temmuz 2006 günü Vatan Gazetesi’nde “” yazdım. Türkiye’de Şemdinli olayıyla birlikte Gülen ve cemaati gündemde önemli bir yer işgal etmeye başlamıştı ancak hâlâ cevaplanmamış çok soru mevcuttu. Cemaat’ten tanıdığım bazı kişiler Gülen’in o mektupta sorduğum 9 soruya cevap vermeyi ciddi olarak düşünmüş olduğunu söylediler. Ben de o tarihte Vatan’ın Washington muhabiri olduğum için görüşmemiz çok kolay olabilirdi. Ama olmadı. Yine aynı kişiler, benim bir hafta sonra “” diye ikinci bir yazı yazmam üzerine Gülen’in düşüncesinden vazgeçtiğini söylediler.

CEMAAT OKULLARI İÇİN OLUMLU YANIT GELMEDİ

Benzer bir durumla Cemaat’in yurtdışındaki okulları konusunda da karşılaştım. Herhalde bu okulları gezip röportaj yapmak için Cemaat’e başvuran ilk kişilerden biriyimdir. Ama olumlu cevap gelmedi. Daha sonra gazeteciler için Asya, Afrika, Avrupa vb. deki okullara yönelik turlar organize edildi, bunların da hiçbirine davet edilmedim. Cemaat okullarını ilk kez 2013 yılı Ocak ayında Irak Kürdistanı’nda ziyaret etme imkanı buldum. Erbil uçağında tesadüfen karşılaştığımız okul yöneticilerinin daveti üzerine Erbil ve Kerkük’teki okulları foto muhabiri arkadaşım İlker Akgüngör ile gezdik, öğretmenler ve yöneticilerle sohbet ettik. ()

ABANT TOPLANTILARINI GAZETECİ OLARAK DA TARTIŞMACI OLARAK DA İZLEDİM

Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın Abant’ta düzenlediği toplantıların ilklerinin hemen hepsini gazeteci olarak izledim, bunlardan 9-11 Temmuz 1999 tarihleri arasında düzenlenen ikincisine “tartışmacı” olarak katıldım. 2003 yılındaki 6. Abant Toplantısı’nın ardından “Abant’ın eski tadı yok” diye yazınca Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, “” diye bir cevap yazmıştı.

Ertesi yıl Washington’da düzenlenen Abant Toplantısı’na da “tartışmacı” olarak çağrıldım. Johns Hopkins Üniversitesi’ne bağlı Uluslararası İncelemeler Yüksekokulu’nun (SAIS) ev sahipliğinde düzenlenen “İslam, Laiklik ve Demokrasi: Türk Deneyimi” başlıklı toplantıya Türkiye ve ABD’den çok sayıda önemli isim katılmıştı. Vakıf daha sonra benzer toplantıları Paris, Moskova, Kahire gibi merkezlere de taşıdı.(...)

CEMAAT'İN KONUĞU OLMADIM MASRAFLARIMI GAZETEM KARŞILADI

Abant demişken şu notu düşmek istiyorum: Gerek Türkiye’de, gerekse yurtdışında davet edildiğim Cemaat toplantılarının tümünün yol ve konaklama masraflarını Vakıf’ın ödemesini kabul etmedim, bunlar çalıştığım gazete(ler) tarafından karşılandı.

Bu konuda son örnek 2007 Ekim ayı sonunda Londra’da düzenlenen “Dönüşüm Geçiren ‘İslam Dünyası’: Gülen Hareketinin Bu Sürece Katkıları” başlıklı uluslararası toplantıdır. Londra Diyalog Derneği ile Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın birlikte düzenlediği, o sırada İngiltere’de öğretim üyesi olan Doç. İhsan Yılmaz’ın akademik sorumluluğunu üstlendiği toplantıya çok sayıda gazeteci de davet edilmişti. Davet edilmemiş olmama rağmen bu önemli toplantıyı, gazetemin sağladığı imkanlarla bir muhabir olarak izledim ve dört ayrı yazı kaleme aldım.

Çok uzadığının farkındayım. Fethullah Gülen ve cemaatiyle 30 yıllık serüvenimi “kapıdan kovulup bacadan girmeye çalışma” olarak özetleyip şimdilik noktalıyorum. Tabii ki Ergenekon, Balyoz, Odatv, Şike gibi soruşturmalarla birlikte yaşanan gergin süreci ilerde detaylı bir şekilde anlatmayı planlıyorum.
ÇOK OKUNANLAR