Ruhat Mengi'nin Tansu Çiller nefretinin boyutu...
28 Şubat Sürecinin “en ayıpçı, en kışkırtıcı, en tahrik edici, en karalayıcı, en yaralayıcı, en aşağılayıcı” yorumlarının sahiplerinden biri olan Ruhat Mengi’nin
ADNAN BERK OKAN
Bir kişinin, bir başka kişi için "yalancı" diyebilmesi ancak elinde "yalan söylendiğine ilişkin somut belgeler" olmasıyla mümkündür...
Elinde tek bir somut belge (Hatta soyut bile yok) olmadığı halde bir kişinin “yalan” söylediğini ima etmek ayıptır…
Allah’la kul arasında olduğu için net olarak bilemesem de kutsal bilgilere göre “günah” olduğu malumdur…
Suçlanan şikâyetçi olursa kanunlara göre de “suç”tur…
Bu giriş nereden mi icap etti?..
Söyleyeyim…
Ruhat Mengi dün Vatan'da "Çiller’in rövanşı.. Samimiyetsiz oyun!" başlığı altında yayımlanan makalesinde Prof. Dr. Tansu Çiller'in "Yalan" söylediğini iddia ediyordu…
Gençler tanımayabilirler…
O halde Prof. Dr. Tansu Çiller'i de kısaca tanıtayım…
Bir süre başbakanlık yaptı…
Bir yıl kadar da başbakan yardımcılığı ve dışişleri bakanlığı görevlerinde bulundu…
Artık “filen” yaşamayan ama kâğıt üstünde varlığını sürdüren Doğru Yol Partisi’nin de eski genel başkanlarındandır…
Uzun yıllardır köşesine çekilmiş, sadece olan biteni izliyor…
Mevcut siyasal iktidarın ekonomi politikalarının çoğuna destek verdiğini biliyorum…
Bundan sonra siyaset yapmayacağından da eminim…
Buna rağmen Ruhat Mengi’nin “siyasete hazırlandığı için mağduru oynuyor” gibi yakışıksız bir iddiada bulunması meslek ayıbıdır…
Hele, Tansu Hanım’ın kendisine yöneltilen iddialara cevap verebilecek hiçbir platformunun da olmaması, Mengi’nin ayıbını arttırmaktadır…
Sadece o kadar da değil…
Ruhat Hanım, elinde tek bir somut belge olmadığı halde; Tansu Hanım’ın 23. Ağır Ceza Mahkemesi’nde avukatı aracılığıyla okunan dilekçesinde dikkatleri kendisinden alıp Demirel’e yönelten ifadeler kullandığını ileri sürüyor…
Meğer Tansu Hanım böyle yaparak “okuyanları aptal yerine koyuyor”muş…
Demirel’den rövanş almaya kesin kararlıymış…
Ey güzel insanlar!..
Ve…
Ey Ruhat Mengi!..
O günleri, Tansu Hanım’a çok yakın bir gazeteci olarak bizzat yaşayan biri olarak diyorum ki:
Okurları aptal yerine koyan asıl kişi Tansu Çiller değil Ruhat Mengi’dir…
Neden mi?..
Çünkü...
Ruhat Mengi, Çiller’in ifadesinde yer alan; "Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarını emekliye sevk etmemiz gerektiğini Erbakan’a söyledim. Erbakan 'Cumhurbaşkanı imzalamaz' " deyişinin doğru olduğunu en iyi bilenlerden biri olduğu halde bugün "yalan" diyor, "Tansu Hanım öyle bir şey istemedi"...
Oysa aynen Tansu Hanım'ın söylediği gibi oldu...
Yani...
Tansu Hanım; Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının emekliye sevk edilmesi gerektiğini Erbakan’a gerçekten de söyledi...
Ancak...
Erbakan (Merhum)“Cumhurbaşkanı imzalamaz” diyerek o teklifi kabul etmedi...
Sadece Erbakan değil; DYP içinde de aynı şeyleri söyleyenlerin sayısı hiç de az değildi…
Tansu Hanım eleştirilecekse eğer, kendi milletvekilleri ve bakanları arasında da Erbakan ile aynı şeyleri söyleyenler olduğunu gizlediği için eleştirilmelidir…
Ruhat Hanım yalanlıyor ama...
Meral Akşener Batı Çalışma Grubu’yla ilgili bazı belgeler getirdi…
Bu belgeleri Tansu Hanım bizzat inceledi…
Başbakan Erbakan’a iletti...
Erbakan belgeleri dönemin Cumhurbaşkanı Demirel’e götürdü…
Cumhurbaşkanı o belgeleri üst rütbeli subaylarla paylaştı...
Bunun üzerine Sivil Toplum Kurumlarında ve basın yayın organlarında Meral Akşener, Özer Çiller, Çiller'lerin çocukları, Tansu Hanım ve bu satırların yazarı aleyhinde asılsız karalama kampanyası başlatıldı.
Bu karalama kampanyasının bir numaralarından biri de o günlerde Sabah'ta "eş kontenjanından yazan" Ruhat Mengi idi...
Bendeniz; o karalamaları yakından bildiğim (muhatabı olduğum) için eşini çok sevip saydığım halde Bayan Mengi ile sayısız defa yazı kavgası yapmak zorunda kaldım...
Şimdi de o günleri bizzat yaşamış biri olarak Tansu Hanım’ın neden “Doğru” söylediğini, Mengi’nin ise o doğruları nasıl çarpıttığını açıklayayım…
Ey benim güzel dostlarım!..
Ruhat Hanım'a göre Tansu Hanım'ın ifadesinde dikkat çektiği hususlar “mağduriyetinden, kızgınlığından” ileri geliyormuş...
E vallahi pes yani...
Zira...
Bayan Çiller, o günün kimi "zalim" bilinenleri ile bugün "can ciğer kuzu sarması" tanımlaması yapılabilecek kadar yakın dosttur…
Onların canlarının yanmasını istemediğini de çok iyi biliyorum…
Ama…
Ve buna rağmen…
O günün canlı tanığı olarak tam da doğruları söylüyor olması, zamanında kendisiyle ilgili yapılan "karalama, itibarsızlaştırma" çalışmalarının nasıl da "tiksinti verici" olduğunun kanıtı gibidir...
Bayan Mengi, Bayan Çiller'in, "kendi isteğiyle, zamanından da önce başbakan olmak için Erbakan’a baskı yaptığına" da inanmıyor...
Oysa Tansu Hanım doğru söylüyor...
Hem de ne baskı yaptı Tansu Hanım...
Ve fakat sadece tek bir hedefi vardı o baskıların…
Erbakan ve kimi bakanlarının ortamı geren demeçlerinin ve Laik sistemi yıkmak istediklerine ilişkin yarattıkları kuşkunun önüne geçebilmek...
Bu nedenle de başbakanlık makamında olmak...
Bir kere daha “Yani”...
O gün mağduru oynamamıştı Tansu Hanım…
Çünkü gerçekten mağdurdu…
Mağduru oynamıyor; “mağdur” olarak yaşıyordu...
Bugün de mağduru oynamaya ihtiyacı olduğunu düşünemiyorum bile...
Zira...
Ak Parti Hükümeti'nin bilhassa ekonomi, ulaşım, sağlık ve konut konusunda yaptığı icraatlarını çok istediği halde kendi başbakanlığı döneminde gerçekleştiremediği için can-ı gönülden desteklediğini biliyorum...
Evet…
Demirel hükümeti kurma görevini “yeni hükümete güvenoyu vereceğini noter kanalıyla taahhüt eden 282 milletvekiline rağmen” azınlık olan muhalefete verdi.
Evet…
Milli iradeye rağmen Refahyol Hükümeti çökertildi.
Evet…
Her darbede olduğu gibi mağdur yine milletimiz oldu…
Evet…
Batı Çalışma Grubu’nun öncelikli hedefi DYP Lideri’nin yıpratılması, hükümetin düşürülmesi idi…
Ve evet…
Bu duruma son vermek, Türkiye’nin önünü açmak için Tansu Hanım başbakanlıktan dahi vazgeçti.
Çünkü…
Israr ederse; yarım kalan askeri darbenin fiilen yapılacağı kendisine alenen ulaştırıldı…
Yahu daha açık söyleyeyim: “Koktu”…
Ki…
Çok haklı bir korkuydu…
Zira…
O dönemde askerle cebelleşebilecek güç ve kuvvete sahip hiçbir siyasi lider yoktu…
Demirel de “12 Mart 1971 Muhtırası” örneğini vererek; “Parlamentonun Açık Kalmasının demokrasinin ve parlamenter rejimin korunması için” nasıl gerekli olduğunu hem Erbakan merhuma hem Tansu Hanım’a açık açık anlattı…
Hem Erbakan merhum, hem Tansu Çiller ve hem de; kimileri gibi “paraya tamah edip” DYP’yi terk etmek yerine partide kalıp, genel başkanlarına destek vermeyi tercih eden asil soylu kimi DYP milletvekilleri bu gerekçeleri haklı buldular…
Ama…
Siyasi tabanlarını koruyabilmek amacıyla kendisiyle (Cumhurbaşkanı ile) “kavga ediyor görüntüsü” vermeyi kararlaştırdılar...
Yani…
İşin doğrusu Çiller’in “mağduru oynadığı” değil; “Mağduru Oynamak Zorunda Kaldığı”dır…
Bugün iktidarda olanların da ancak “devletin başının desteğini aldıktan sonra” bu hesabı sorabilir hale geldiği ise ayrıca inkâr edilemez bir gerçektir...
Eğer cumhurbaşkanlığı koltuğunda halen Ahmet Necdet Sezer veya fikrî muadili biri oturuyor olsaydı; ne geçmişin hesabı sorulabilirdi, ne de askeri vesayeti, kaldırmaya yönelik bir adım atılabilirdi…
Hâsılı…
Bütün bu gerçekler o günü bizzat yaşayanlar tarafından bilinirken…
Yani…
Her şey bu kadar net ve açıkken…
Ruhat Hanım'ın, “bir kadın olarak çok kıskandığı” Tansu Çiller’i “Yalan Söylemek”le, “Mağduru Oynamak”la itham etmesi ayıptır, günahtır ve hatta incelenirse kanunen de “suç”tur…
28 Şubat Sürecinin “en ayıpçı, en kışkırtıcı, en tahrik edici, en karalayıcı, en yaralayıcı, en aşağılayıcı” yorumlarının sahiplerinden biri olan Ruhat Mengi’nin halen ve bitmek bilmeyen bir kin, nefret, garez, öfke ve kıskançlıkla Tansu Çiller’e saldırması; 28 Şubat Sürecinin nasıl da vahşi bir dönem olduğunun en somut kanıtıdır…
Dönemin kimi Refah Partililerini dinlediğimde 28 Şubatçılara olan öfkem her ne kadar azalıyorsa da…
Ruhat Mengi gibilerin iftiralarını ve aşağılayıcı yazılarını okuyunca da 28 Şubat zalimlerine olan öfkem o kadar çok yenileniyor…
“Bilinsin” istedim de…