ANALİZ

Potemkin, Kızıl Devrime mani olamadı Elif Hanım...

Bizler anlık mutluluk fotoğraflarıyla kamuoyunu kandırmak yerine çok daha gerçekçi, doğru, süreci anlatan fotoğraflar üzerinden yorum yapmalıyız…

Potemkin, Kızıl Devrime mani olamadı Elif Hanım...

ADNAN BERK OKAN

 

Dün gece Fenerbahçe’nin PSV Eindhowen ile yaptığı hazırlık maçını izlerken bir şey dikkatimi çekti.

Fenerbahçe çok kötü oynuyordu…

Nitekim hem 1 – 0 yenikti ve hem de rakibin girdiği en az 5 net gol pozisyonunu Volkan başarıyla karşılamıştı…

Buna rağmen maçın yorumcusu ve hem de profesyonel futbol antrenörü diplomasına sahip olan Reha Kapsal; Fenerbahçeli taraftarların gönlü olsun diye sık sık; “Fenerbahçe çok iyi oynuyor” diyordu…

Yine dün; Star yazarlarından Elif Çakır’ı okumuştum…

Çakır, aynen Reha Kapsal gibiydi

Gerçek durumu anlatmıyor; siyasi tarafı olduğu hükümete oy veren kitleleri mutlu etmeye çalışıyordu…

Oysa hem Kapsal ve hem de Çakır yanlış yapıyorlardı…

Zira ikisi de profesyoneldiler…

Onların görevi tuttukları tarafın gönlünü yapmak değil; gördüklerini hiç saptırmadan okurla/izleyiciyle paylaşmaktı…

Kapsal’ı anlatacak değilim…

Amacım, Elif Çakır’ın sahip olduğu yazarlık yeteneğini nasıl heba ettiğine dikkat çekmek…

 

Ey güzel insanlar!..

Hangimiz çocukluğumuzda “fotoğraflar” ya da “görüntüler” üzerinden “durum tespiti” yapmadık ki?..

Hangi evin birinci kuşağı, üçüncü kuşağı olan bizlere, ikinci kuşağın durumunu öğrenmek için, “baban/annen neşeli miydi?” diye sorup oğlunun/kızının mutluluğunu yüzlerinden okutmaya çalışmadı…

Ben bunları en çok yaşayanlardanım…

Babaanneciğim rahmetli, 27 Mayıs 1960 ihtilalinde darbecilerin hapse attığı babacığım tahliye olduktan sonra beni dükkâna gönderir;

“Git bak bakalım torunum baban şen mi?” derdi…

İlerleyen yıllarda; kendim önce ikinci kuşak sonra da Birinci kuşak olunca, yani; “baban şen miydi torunum?” diye soran babaannemin yerini alınca, o sorunun aslında ne kadar “zavallı” bir soru olduğunu çok iyi anladım…

Çünkü ben henüz onlu yaşların ilk basamaklarında da olsam babaannemin benden duymak istediği cevabın ne olduğunu çok iyi biliyordum…

Bildiğim için de babamın yüzü asık bile olsa eve döndüğümde beyaz yalan söylüyor, “babam neşeliydi” diyordum…

İkinci kuşak olduğumda kısa “mutluluk” fotoğraflarımızın bütünü anlatmadığını bizzat yaşayarak gördüm…

Ve o günden sonra “an”a değil; “sürece” kilitledim kendimi…

 

Bizler gazeteciyiz…

Bizler anlık mutluluk fotoğraflarıyla kamuoyunu kandırmak yerine çok daha gerçekçi, doğru, süreci anlatan fotoğraflar üzerinden yorum yapmalıyız…

Daha doğrusu, zamanın en kısa bölümünü anlatan bir “an”ın fotoğrafından değil; geleceği anlatan uzun süreçlerden hareket etmeliyiz…

Şimdi artık sözü Elif Çakır’ın bugünkü zamanda “İki fotoğrafa dikkatlice bakın” başlığı altında yayımlanan makalesine getirebilirim…

 

Çakır köşesinde iki fotoğraf yayımlıyordu…

Fotoğrafların birinde (2010 yılı) Gül – Erdoğan – Başbuğ yer alıyordu…

Üçü de gergin görünüyorlardı…

Çakır’a göre o fotoğraftaki devlet adamlarının gerginliği; darbecilerin tutuklandığı, demokrasisinde zorlanan "berbat" bir Türkiye’yi anlatıyordu…

İkinci fotoğrafta ise Gül – Erdoğan – Özel vardı…

Çakır’a göre o fotoğraf “mutlu ve başarılı” bir Türkiye’yi betimliyordu…

Çakır bunu nereden çıkarıyordu peki?..

Başbuğ’un yer aldığı fotoğrafta yüzlerin asık; Özel’in yer aldığı fotoğrafta ise üç devlet adamının da yüzlerinin gülümsüyor oluşundan…

 

Peki “gerçek” neydi?..

Ne yazık ki gerçek çok acıydı…

Çünkü…

İlk fotoğraf (Başbuğ’un bulunduğu) çekildiğinde Türkiye hem ekonomisi ve hem de dış politikasıyla bütün dünyanın kıskanacağı kadar başarılıydı…

İşsizlik, cumhuriyet tarihinin belki de en düşük düzeyindeydi.

Bütün dünya ekonomik kriz içinde debelenirken bizde o büyük küresel kriz “teğet” bile geçmemişti…

Suriye, Irak (merkezi hükümet), Mısır ve hatta İran ile çok sıkı dosttuk…

İsrail henüz Akdeniz çanağına inip de ünlü ve korku veren Leviathan Projesine başlamamıştı…

Hâsılı; Gül – Erdoğan ve Başbuğ her ne kadar “gergin” görünüyorlarsa da dışarıda halk umutlu ve mutluydu…

Gelecek kuşkusu yaşamıyordu…

Peki ya bugün durum nasıl?..

 

Bugün “felâket” demesek de görünüm “parlak” değil…

Suriye ile ha savaştık ha savaşacağız…

Merkezi Irak Hükümeti ile bizim hükümet birbirlerini “düşman” gibi görüyorlar…

Mısır’da, din devleti kurma girişiminden şüphelenilen cumhurbaşkanı Mursi (Başbakan’ın çok yakın dostu) askeri darbe ile düşürüldü…

İran’dan sürekli onurumuzu kıran açıklamalar geliyor…

Hatta…

Amerika ve tam aday olabilmek için Hükümetimizin bir ara kapısında yatmayı göze aldığı AB ile ipler ha koptu ha kopacak…

2010’da, Atatürk’ün emaneti olan ve yansızlıkla desteklenen  “Yurtta Sulh Cihanda sulh” politikası yalnızlıkla sarmalanmış bir “herkesle dalaş” politikasına dönüştü…

 

Ve…

Bu kadar yalın ve acı gerçeğe rağmen Elif Çakır’ın salt siyasal iktidarın gönlü olsun diye gerçekleri saklıyor oluşu; bir fotoğraf karesi örneğiyle durumun berbatlığını gözlerden saklaması; mesleğim adına beni çok üzdü…

Bunun adı “gazetecilik” olamaz…

Olsa olsa, “siyasal iktidarı mutlu eden pembe yazılar” dizisi olur…

Ve tabii ki hem mesleğimizin onuruna yazık olur…

Hem de Potemkin’in Kraliçe Katerina’yı mutlu etmek için süslediği ve tuzu kuru zenginleri; o mutlu(!) köylerin ahalisi olarak oynattığı fukara köylülerin durumunu cilalaması gibi olur…

 

Ey güzel insanlar!..

Ey sevgili meslektaşlarım!..

Bize ne iktidarda kimin olduğundan veya olacağından…

Biz gerçekleri, sadece gerçekleri anlatmalı; önünde duran muz kabuğunu görmeyen ve üzerine basıp düşecek olan dostumuza “dikkat!” diye bağırarak düşmesini önlemeliyiz…

Sadece siyasi gazetecilikte değil…

Futbolda da aynı şeyi yapmalıyız…

Biliyorsunuz:

Potemkin’in Katerina’ya gösterdiği sahte pembe tablolar 1917’de Kızıl Ekim’in gelmesini engelleyemedi…

 

[email protected]

ÇOK OKUNANLAR