Polat Başkan; taraftara karşı aslan, Uluç'a karşı tavşan...
Hıncal’la barışır, gönlünü alırsan başkanlıkta kalma şansının artacağını düşünüyordun… Çünkü Hıncal büyük medya gücüne sahipti…
ADNAN BERK OKAN
Sevgili Adnan (Polat)
Hıncal Uluç, Aziz Yıldırım’la kurduğun sıcak, samimi, uzlaşmacı dostluğu, diline doladı mı?..
Doladı?..
Bu özlenen dostlukla Türk futbol sahalarına barış getirmenin ilk adımını attığın için sana “Hain” dedi mi?..
Dedi…
Peki sen yaptın Adnan?..
Sustun…
Sadece sustun...
Neden sustun?..
Çünkü güçlü değildin…
Çünkü Hıncal’la barışır, gönlünü alırsan başkanlıkta kalma şansının artacağını düşünüyordun…
Çünkü Hıncal büyük medya gücüne sahipti…
Onun için Hıncal’ın tahrik edici, kavgayı kızıştırıcı üslûbuna sesini çıkaramadın...
Onun yerine Yıldırım’dan uzaklaşmayı tercih ettin…
Lider aldığı kararı uygulamasını bilendir Adnan…
Sevgili arkadaşım;
Bir tarlada gül biter mi?..
Biter…
Ayrık otu biter mi?..
O da biter…
Galatasaray da bir tarla olduğuna göre…
Her türlü taraftar bulunur o tarlada…
Kimisi çok sever Başbakan’ı…
Kimisi sevmez…
Sevenler alkışlar…
Sevmeyenler ıslıklar…
Kime ne Adnan?..
Sana ne?..
Değerli arkadaşım;
Anayasasında "Demokratik Hukuk Devleti" olarak tanımlanan bir ülkede bir Başbakan'ı protesto etmek suç mu?..
Değil…
Ayıp mı?..
Değil…
Peki günah mı?..
Onu ben bilemem…
Allah bilir…
Kaldı ki Adnan, tahrik, suçta bile hafifletici sebeptir…
Çünkü…
TOKİ Başkanı, Galatasaray’ı ve Galatasaraylılığı aşağıladı…
Kim bilir?..
Belki de senin ve arkadaşlarının (af edersin) pısırıklığa varan sessizliğinizden cesaret aldı...
Suç ve ayıp olmayan…
Aşırı tahrik sonucu ve spontane patlayan demokratik bir protesto yüzünden Galatasaray’ı ve Galatasaraylılığı nasıl da yerden yere vurdu TOKİ Başkanı…
Nasıl da karaladı Galatasaray'ı ve Galatasaraylılığı…
Nasıl da kulübün içine nifak sokmaya çalıştı…
Ve başardı da!..
Nasıl cüret etti buna?..
Çünkü senin "alın sahanızı verin sahamı" diyemeyeceğini biliyordu..
Haklı çıktı...
Sen taraftarına sahip çıkacağına; korkularına sahip çıktın Adnan...
Sen kişilik sergileyeceğine, acizliğini gösterdin...
Adnan kardeşim…
Unutma!...
Sen Galatasaray Başkanısın; ilkokul birinci sınıf mümessili değil…
Arena’nın yapılmasında büyük emeği geçen Başbakan’a saygılı olman doğal...
Ama saygı, biatı gerektirmez...
Ne yani?..
Başbakan Arena’yı Galatasaray’a vermekten vazgeçecek diye mi korktun?..
Boş korku!..
Erdoğan’ın öyle bir çirkinliği yapacağına ihtimal vermek bile kendisine hakarettir…
Ama senin yalvarır gibi olman ne kadar güçsüz olduğunu gösteriyor...
Zaten aylardır Başbakan’a teşekkür ediyorsun…
İyi de yapıyorsun...
Ama...
Bu defa abarttın Adnan...
Erdoğan, “sinik” insanları sevmiyor…
Öylesini gördü mü içinden onları ezmek geliyor…
Başbakan’ın saygısını kazanmak için onunla kora kor mücadele şart…
Ama sen "tuş oldum" demeyi yeğliyorsun...
Ne büyük yanlış!..
Demokratik haklarını kullanarak Başbakan’ı protesto edenleri kamera ile tespit edip bir daha stada almayacakmışsın…
Yapma be Adnan…
Nesin sen!..
Ali kıran baş kesen mi?..
Yoksa yargı mı?..
Taraftarlar senden izin mi alacaktı?..
Hem, bütün Galatasaraylıların siyasi görüşleri aynı olmak zorunda mı?..
Franco musun sen, Salazar mı?..
Zorla “alkış” mı yaptıracaksın özgür iradeye?..
Bırak dileyen dilediği gibi değerlendirsin Başbakan’ı Adnan…
Sana ne!..
Ve siz; ey gazeteci milleti!..
Arşivlere girdim…
1997 yılı Mart ayında İnönü Stadı'nda yuhalanan Başbakan Erbakan için neler yazdığınıza baktım...
Sonra dönüp bugün yazdıklarınızı bir kez daha okudum…
Ya balık hafızasına sahipsiniz…
Ya da…
“Dün dündür bugün bugün” Süleymancılığının sarsılmaz bekçileri olduğunuz için hatırlamazdan geliyorsunuz…
O gün Beşiktaşlılar Başbakan Erbakan’a hakaret etti…
“Hükümet istifa!” diye bağırdılar İnönü’de…
Peki Başbakan Erbakan ne yaptı?..
Sonuna kadar oturup maçı izledi…
Ve kendi adını (Başbakanlık) taşıyan kupayı Trabzonspor kaptanına bizzat teslim etti…
Çalıştığınız gazeteler ne yaptı peki?..
Hatırlatayım:
O hakaretleri birinci sayfa manşetten, “İnönü’de devasa petrol rezervi bulduk” tadında ve abartısında verdiler…
Protestoculara yönelik ise tek eleştiri kelimesi bile yoktu…
Erbakan’a hakaret eden taraftarlara ne “sefil” diyeniniz vardı içinizde…
Ne “güdümlü edepsizler” diye azarlayanınız…
Ne de “azgın azınlık” olduklarını yazanınız…
Aksine…
Protestocuları övmüş, Başbakan Erbakan'a demediğinizi bırakmamıştınız...
“Şeriatçı!” diye yaftalamıştınız bu ülkenin Başbakan’ını…
“Protesto edileceğini bildiğin halde neden gittin?” diye ülkenin Başbakanına “fırça” atan bile olmuştu aranızda…
İlginçtir…
O günkü protestoyu destekleyen bazılarınız bugün Ak Partilisiniz…
Kiminiz Ak Parti’den milletvekili adayı olmak için çırpınıyorsunuz hatta…
Başbakan’ın eşine, “Efendim ben Alevi’yim ve bizimkiler beni çok sever, çok oy taşırım size” diyenleriniz bile var içinizde…
Çalıştığınız gazeteler de Ak Parti’nin yarı resmi yayın organı gibi haber yapıyor…
Ve daha da ilginci…
Başbakan Erbakan’ın yuhalanmasını alkışlayan sizler o süreçte ciğerlerinize postal kokusu çekiyordunuz…
Peki…
O gün Erbakan’a sövenler bugün Erdoğan’ı neden övüyorlar?..
Sonuçta ikisi de Başbakan değil mi?..
Erbakan Felâketistan’ın başbakanı mıydı?..
Yooo…
O da Türkiye’nin başbakanıydı…
Ama…
O gün…
Yani 28 Şubat sürecinde Başbakan Erbakan'a sövmek, hakaret etmek bugün Erdoğan’a yapılan en küçük protestoyu bile eleştirenlere göre demokratlıktı...
Bugün ise Başbakan'ı övmek demokratlık, yine aynı yazarlara göre...
Sevgili dostlarım;
Bütün bunlar Erbakan’ın başbakanlığında yaşansa ne olurdu bir tahmin edin bakalım…
Bütün bunlar Çiller’in başbakanlığında olsaydı ne olurdu bir tahmin edin bakalım…
Söyleyeyim…
Medya, “Oh olsun” derdi…
“Halkı germeseydi “ derdi…
“Hak etti” derdi…
Neden?..
Çünkü onlar medyanın gözünüzü korkutan Başbakan olamadılar…
Aksine…
Medyanın edepsizliklerinizden korktular…
Çünkü ikisi de nezaket sahibiydi…
Ama Erdoğan öyle değil…
Canı istediğinde medyanın ona söylediklerinden çok daha ağır şeyler söyleyebiliyor onlara…
Canı çektiğinde ümüklerini sıkıyor…
“Oturun oturduğunuz” yerde dediğinde ikinci bir emre kadar çişlerini bile oturdukları yerde yapıyorlar…