ANALİZ

Özkök mü haklı çıkacak?.. Miroğlu mu?..

Didem bir ara Orhan Miroğlu'na Özkök'ün makalesinde yer alan Fransız istihbaratının tespitine katılıp katılmayacağını sordu...

Özkök mü haklı çıkacak?.. Miroğlu mu?..

ADNAN BERK OKAN

Ertuğrul Özkök'ün dünkü Hürriyet'te başlığı altında yayımlanan makalesinde 7 Ekim 2014 tarihli Le Monde gazetesinden aldığı bazlı bilgileri paylaşıyordu okurlarıyla...

Fransız istihbaratının en yetenekli uzmanları yaptıkları bir araştırma sonunda şunu görmüşlerdi:

"Esad daha en az on sene gitmez..."

Özkök de işte o bilgiyi verip üzerine analiz yapıyordu...

Dün gece HaberTürk TV'de Didem Arslan Yılmaz ve konuklarını dinliyordum.

Didem bir ara Orhan Miroğlu'na Özkök'ün makalesinde yer alan Fransız istihbaratının tespitine katılıp katılmayacağını sordu...

Miroğlu'nun Özkök için söylediği "çirkin" sözler konum olmadığı için verdiği cevabı paylaşacağım sizlerle:

"Özkök yanılıyor..."

Peki...

Gerçekten de Özkök mü yanılıyor?..

Yoksa son yıllarda Erdoğan - Davutoğlu ikilisinin bütün yanlışlarını aklamaya çalışan Miroğlu mu yanlış düşünüyor?..

Bu yazıda kendi görüşümü anlatacağım...


Efendim...

Yaklaşık 3 yıl önce, Erdoğan Esad’ın adını “Esed”e çevirip, eski tatil arkadaşına hakaretler savurmaya başladığı gün şöyle yazmıştım:

“Sen bulaşma bu işe ey Başbakan!”…

Evet…

Aynen böyle dediydim…

Neden?..

Çünkü yaşayarak öğrenmiştim ki…

İş bulmadan işten çıkmak ne kadar çılgınlıksa…

Yerine birini bulmadan birini işten atmak da o kadar çılgınlıktı…

Erdoğan ve Davutoğlu bu en basit gerçeğin devlet yönetiminde özel hayattakine göre çok daha önemli olduğunu bilmiyorlardı…

Sanıyorlardı ki; BOP (Büyük Ortadoğu Eşbaşkanlığı) ünvanı onlara (En çok da dönemin başbakanına) bölgeyi hizaya sokma, dilediği devlet adamını atma, indirme, yok etme, yerine dilediği devlet adamını getirme hakkını verecek…

Böyle bir düşünce, mahalle kabadayılarının bile asla akıllarına gelmeyecek bir şeydi…

Ama…



Kim bu vandallar!..

Mustafa Kemal Atatürk
'ün heykellerini kırıp döküyorlar…

Kimler yapıyor bu “Vandallığı”?..

Bilmiyorum…

IŞİD yandaşları, suçu PKK’lılara atmaya çabalıyorlar…

PKK’nin siyasi kanadının zirvesindeki milletvekili ise Atatürk heykeline saldıranları kınıyor…

Hele tam da öylesi provokasyon kokan eylem gününde; Kürt Siyasi Hareketi’nden hiçbir aklı başında kişinin Atatürk heykellerini parçalamak gibi bir ahmaklığı yapmayacağına dikkat çekiyor…

Ve…

1990’lı yılların ortalarına doğru olduğu gibi yeniden ortalığa çıkan Hizbullah’ı işaret ediyor…

1994’te Milliyet’te “Guneydoğu Barış istiyor” başlığı altında 7 gün üst üste bölümler halinde yayımlanan yazılarımda Hizbullah’ın devlet adına (ama gayrıresmi bir şekilde) PKK ile boğuşan bir “Radikal İslâmcı Kürt teror örgütü” olduğunu yazmıştım…

Gazeteye onlarca el yazısı “tehdit” mektubu gelmişti…

Deşifre olmak canlarını sıkmıştı…

İşin fenası; Hizbullah’ı “İslamcı bir Kürt terör örgütü” olarak tanımlamama en çok da dönemin RP’li milletvekilleri öfkelenmişlerdi…

Oysa Batman’da kaldığım iki gün içinde RP’liler bile göğüslerini gere gere devlet adına PKK ile savaşan o yiğit(!) Müslümanları övmüşlerdi bana…

Neyse uzatmayayım…

Olan oldu…

Umarım ve dua ederim ki devamı gelmez…

Devamının gelmemesi siyasal iktidarın alacağı tavra bağlı…

“Ne yapmalı?” diye soracak olursanız; yandaki ana yazıda işte onu anlatıyorum...

Bizim iki kafadar bu yalın gerçeği görememişlerdi…

O günlerde yayılanan bir yazımda şöyle diyordum:

“Deyin ki Suriye’ye girdik, Esad’ı indirdik…

Ne olacak?..

Küresel egemenler (ABD, Suriye, Fransa, Çin ve hatta İran) Suriye’yi yönetecek yeni kadroları bizim tayin etmemize izin mi verecekler?..

Yoksa Suriye’yi ilhak mı edeceğiz?..

Güldürmeyin beni…

ABD, Rusya, Çin ve Esad ile çıkar ilişkileri olan diğer güçlü devletler bırakın Esad’ın yerine kendi adamımızı getirmeyi, Esad’ı devirmemize bile izin vermezler…

Hiç mi izin vermezler?..

Tabii ki izin verebilirler ama yeni getirecekleri kişiyi Esad’dan daha rahat ve kolay kontrol edebilmeleri şartıyla…

Oysa bizim başbakanımız ve dışişleri bakanımız ne yapıyorlar?..

Esad’ı gönderip yerine bir Sünni İslâmcı’yı getireceklerini cümle âleme ilân ediyorlar…

Olmaz arkadaş olmaz…

Olabilemez…

Esad’dan çıkarı olanlar bize bu imkânı ve izni vermezler…

Hayal kuruyorsunuz…

Bırakın üç hafta sonra Şam’da namaz kılmayı, üç yıl sonra bile kılamazsınız…

Ama…

Bu kafayla giderseniz, Mustafa Kemal Atatürk'ün ‘Yurtta sulh cihanda sulh” ilkesini ayaklarınızın altına paspas edersiniz…

Ki…

O paspas sizi Ortadoğu bataklığından kurtarmak bir yana daha da içine batırır…”

 

Ey güzel insanlar!..

Övündüğüm falan yok…

Her aklı başında, vicdanı ve fikri hür bir fani gibi ben de sadece ve sadece aklın yolunun bir olduğu gerçeğinden hareket ediyordum…

Bugün ben ve benim gibi düşünenler haklı çıktık…

O günlerde bir de şöyle demiştim:

“Gelin Esad’la barışın…

Bırakın ne yaparsa yapsın…

Havada kalmış uçak var mı?..

Esad da sonunda mutlaka yere konacak…

Eğer işe bulaşırsak Suriye’de iç savaş çıkmasına sebep oluruz…

İç savaş ise önünde sonunda mutlaka bölünme getirir…

Çünkü…

Karşılıklı birbirlerine silah çeken aynı ülkenin insanları bir daha aynı sınırlar içinde aynı devletin yurttaşları olarak bir arada yaşayamazlar…

Örnek mi?..

Eski Yogoslavya…

 

Yugoslavya da nereden mi çıkmıştı?..

Anlatayım…

14 Mayıs 2004 tarihli Tercüman’da “Hırvat dostum uyardı” başlığı altında yayımlanan makalemi Hırvatistan’ın Rijeka kentindeki otelde yazmıştım…

Hırvatistan’da görüştüğüm bir dostumun anlattıklarını paylaşıyordum okurlarımla…

Yugoslavya iç savaşını anlatan dostum sonunda şöyle demişti…

“Madem sonunda bölünecektik keşke hiç iç savaş yaşamadan bölünseydik… Ama bizi bölmek isteyenler önce birbirimizi boğazlamamızı izlediler sonra böldüler bizi…”

Evet…

Aynen bunları yazıyordum…

Yok efendim…

Ne Suriye vardı o günlerde gündemde ne IŞİD, ne Barış Süreci…

Ama…

Ben, Türkiye’de de eski Yugoslavya benzeri bir iç savaş yaşatılarak bölüneceğimizden korkuyordum…

“Eğer sonunda biz de Yugoslavya gibi olacaksak, bir an önce oturup müzakere edelim bari” diyordum…

Bu ve benzer birkaç yazımdan sonra Tercüman’da daha fazla kalamadım…

 

Neyse…

O gün (Erdoğan’ın Esad’a hakaretler yağdırdığı gün) 14 Mayıs 2004 tarihli yazımı hatırlamıştım…

Suriye’de bir iç savaşın çıkarılacağını…

Görevin de Türkiye’ye verildiğini görmüştüm…

Buyurun şimdi…

Ne Esad gidiyor…

Ne Suriye bölünebiliyor…

Neden?..

Çünkü iç savaş halen sürüyor…

Bulaşmasaydık belki üç - beş bin kişi ölürdü...

Bulaştık, ölü sayısı 200 bini geçti, iki milyona yakın da zorunlu konuğumuz var...

Karınlarını doyuruyor, üstlerini başlarını giydiriyoruz... 

 

Peki…

Bu kaostan kurtuluşun reçetesi ne?..

Söyleyeyim…

Türkiye’yi yöneten kadroların Esad’la bir an önce barışmaları…

Tabii ki bu barış kişiler arasında olmayacak…

Bu barış, Türkiye ile Suriye arasında yapılacak…

Esad’a bir fırsat daha verilecek…

2 milyon zoraki konuğumuzun evlerine dönmeleri sağalanacak…

Unutmayınız…

Atalarımız bazı acı gerçekleri şakayla söylemişlerdir…

Bunlardan biri şöyledir…

“Misafir misafiri, ev sahibi hiçbirini sevmez…”

Misafir üstüne misafir geliyor evimize…

Bu gidişle sayıları üç milyonu da bulacak…

Ama…

Ev sahibinin sabrının da bir sonu var ey efendiler!...

[email protected]

ÇOK OKUNANLAR