ALKIŞ

Osman Müftüoğlu için...

Partneri ya da yakın çalışma(!) arkadaşının ağız kokusundan rahatsız olanlar, doğrudan söyleyemiyorsalar eğer...

Osman Müftüoğlu için...

Abbasi Halifesi Mem’un bir gün;

gözleri güneşe,

yüzü ay parçasına,

dudağı goncaya,

endamı bir gülfidanına benzeyen;

parmak uçlarının rengini sanki

kınadan değil de kalplerine girdiği

âşıklarının kanından alan bir güzele

taaa yüreğinden vurulur...

Kalbinin kıpırtısı,

davulların gümbürtüsüne dönüşür…

Heyecan seliyle kızı “cariye”

yapar kendine...

Gündüzden ateş düşer yüreğine...

Cariyeyle olacaktır bütün gece...

Girince koynuna cariye; ateşi sönecektir;

içindeki muson yağmurları belki dinecektir...

Ama olmaz düşündüğü gibi...

Abbasi Halifesi’ni istemez; reddeder

o dünyalar güzeli...

Tabii ki Mem’un çok öfkelenir...

Der ki:

“Nasıl reddedersin beni?.. Bir kılıç

darbesiyle ortadan ikiye ayırırım

bedenini”...

“İşte başım” der Cariye, “Kes, at…

Ama yatağına alamazsın beni...”

Bu ısrarda bir hikmet olduğunu düşünür

Halife; ama o hikmet ne?..

“Ne yaptım ben sana ey dünyalar

güzeli?..” diye sorar Abbasi halifesi.

“Bilmeden incittim mi yoksa seni?..

Hem benim neyimi beğenmedin ki?..”

Cariye cilveyi de elden bırakmadan,

gerdan kırar, göz süzer,

bakışları Halife’nin yüreğini ezer:

“İstemiyorum seni Sultanım!” der

gözlerini dikerek Halife’nin gözlerinin

içine… “Öldürsen de beni, hatta

başımı yarsan bile; bedenim olmaz

senin bedeninle...”

“İyi de neden?” diye bir kez daha sorar

Halife...

“Çünkü” diye başlar Cariye;

“Ağzın o kadar kötü kokuyor ki,

Çekmektense ağız kokunu,

Gel, razıyım vur hemen boynumu...

Bil ki akmaz tek damla kanım.

Hem de ki vurdun boynumu,

N’ederim?..

Sadece bir kere ölürüm...

Eğer kabul edersem koynuna

girmeyi;

o kokudan her gece ölürüm...

Bilinir ki kılıç bir kere keser başımı,

Ok bir kere deler geçer beden taşımı...

Lâkin ağız kokun var ya ağız kokun,

Her daim döndürür şu zavallı

başımı”...

Halife bu sözlere çok kırılır...

Bütün gece Cariye’nin söyledikleri

kulaklarında çınlar durur…

Sabah olduğunda sadece kendi ülkesinin

değil, bütün ülkelerin cerrahlarından sırrını

saklamaları şartıyla ağız kokusundan nasıl

kurtulacağına çare bulunmasını ister...

Ve bulur sonunda çareyi...

Getirtir tavsiye edilen iksiri...

Bir süre sonra aynı Cariye,

huzura getirildiğinde:

“Kokuyor mu ağzım?”

diye sorar Halife...

Koklar ve şöyle der Cariye:

“Nefesiniz yine kokuyor ama bu

defa kokusu benziyor bir güle.”

Ağız kokusundan kurtulan Halife keyifli

bir neşeyle; çevresindekilere der şöyle:

“Gördünüz işte ne kadar iyi oldu

Cariye’nin yüzüme karşı söylemesi

günahımı... Ya gizleseydi benim o fena

ayıbımı?.. Kurtulamayacaktım şu

dertten... ‘Ağız kokusu’ denen

illetten...”

Ey güzel insanlar!

Kızma; acı ama doğruyu söyleyene:

“Dikkat et!.. Gideceğin yolda kuyu

var, diken var, bela var” diyene...

gerçek dostluk; söylemektir acı da olsa doğruyu...

Gizlememek nefesteki kokuyu...

Asıl dostluk işte odur...

Sürer gider kusurlar,

Gizlenip söylenmezse...

İtibar, onur, şeref haysiyet,

Sonunda döner kevgire

                 ****

Nereden mi çıktı şimdi bu öykü?..

Efendim...

Bu öyküyü şiirleştirip yazdığım için (Gezi Parkı Protestoları sırasında, danışmanları Erdoğan'a yanlış yaptığını söyleyemiyorlardı) çok düşman sahibi olmuştum...
 
Eğer o günlerde, Osman Müftüoğlu'nun yazısını okumuş olsaydım, o öyküyü anlatmazdım...

Osman Hoca'nın hangi yazısını mı?.. 

Dünkü Hürriyet’te “Reflü ağız kokusu yapar mı?” başlığı altında yayımlanan yazısını…

Meğer, reflü ağız kokusu yapıyormuş…

Partneri ya da yakın çalışma(!) arkadaşının ağız kokusundan rahatsız olanlar, doğrudan söyleyemiyorsalar eğer, önce, “sende reflü var mıydı sahi?” diye sorsunlar ve hemen ardından da Osman Hoca’nın yazısının linkini göndersinler

Çok önemli bir sosyal sorunun çözümüne katkısından dolayı, Osman Müftüoğlu’nu alkışlıyorum…

ÇOK OKUNANLAR