'Orta kahve severim Fehmi Koru'yu sevmem'
Milat Gazetesi'ne Teşvikiye'deki evinde röportaj veren Hürriyet Gazetesi yazarı Ahmet Hakan, son olarak "korkak gazeteci" polemiğine girdiği Fehmi Koru hakkında ilginç tespitlerde bulundu.
GAZETECİLER.COM
Yayın hayatına yeni başlayan muhafazakar basının yeni mecralarından Milat gazetesi çarpıcı bir röportajla dikkat çekti. Hürriyet yazarı Ahmet Hakan'ı Teşvikiye'deki evinde ziyaret eden Nil Gülsüm, Hakan'a gündemi, geçmişi, Kanal 7'yi, Hürriyet'i Fehmi Koru'yu ve geriye kalanları sordu...
*İsminizin parlaması ve tanınırlılık kazanmanız kimilerine göre Kanal 7’de çalışmanızla başlıyor, bazılarına göre ise Hürriyet’te yazmaya başladıktan sonra yıldızınız parladı. Size göre, Türkiye’deki her kesim tarafından bilinir olmanız asıl hangi dönemde olmuştur?
-Kanal 7’de zaten değişik kesimler tarafından takip edilen bir iş yapıyordum. Çünkü biliyorsunuz, o dönem Kanal 7 haberleri köşeye sıkıştırılmış bir kesimin sesi halindeydi. Bir anlamda, onun dışında da o sesi çıkaran başka bir yayın organı yoktu. O, biricikliği ve davasını da güzel bir şekilde savunuyor olması nedeniyle, bütün kesimler tarafından takip ediliyordu. İslami kesim, daha ilgiyle takip ediyordu ama diğer kesimlerin de kayıtsız kaldıklarını söyleyemem. Dolayısıyla kişisel olarak bilinirlik açısından bakarsak, bunun orada başladığını düşünüyorum. Zaten oradaki temel olmasaydı başka alanlarda da mesela; Hürriyet’te, Sabah’ta da o çıkışı sürdüremezdim. Temel o dönemdir.
(...)
*Siz belki İslamcılığın en hızlı dönemlerinde bu kanadın sesi olmaya çalışan bir televizyon kanalında çalıştınız. Orası nasıl bir mahalleydi, şuanda nasıl veya şimdi bir mahalle var mı?
- “Mahalle” İslami camia için o zaman da vardı, şimdi de var. Fakat o zaman ki mahalle bir kuşatılmışlığın, dışlanmışlığın, büyük saldırılara maruz kalmanın yol açtığı duruma karşı sağlam durmak için, mukavemet gösterebilmek için sağlanmış olan büyük bir dayanışmaydı.
*Şimdi peki?
-Şimdi biraz da ortaya çıkan yeni gücün, yeni iktidarın zenginliğini sadece kendine almak, kendi bünyesine katmak için bir getto mantığıyla, aman bizden başkası bu işlerden nemalanmasın mantığıyla devam eden bir mahalle. Yani eski mahalle biraz da düşmanların zoruyla oluşturulmuş bir şeydi, mukavemet odağıydı. Şimdi, öyle bir zorunluluk olmadığı halde biraz gayri ahlaki bir gettolaşma hali var. Şimdi gettolaşmaya, mahalle olmaya, gerek kalmadı yani mahalle olmanın anlamı da kalmadı ama yine de mahalle oluyorlar.
*Mahallenin bugününe gelmişken son zamanlarda daha sık duyulan “Müslüman-sol” kavramı hakkında ne dersiniz? Ki bu kavram sizinle de sık gündeme gelmişti, hatta sizin için bu tanımı kullananlar da olmuştu… Müslüman sol diye bir şey var mı, bu kavram nasıl ele alınabilinir?
-Valla benim bu “Müslüman- Sol” kavramı ile ilgili kişisel olarak yaptığım şey şu olmuştu; ben iki şeyden nefret ederim. Birincisi Müslümanlıkla sağcılığın özdeşleştirilmesi, ikincisi de hak, hukuk, eşitlik filan gibi kavramlara Müslümanların yeterince vurgu yapmaması. Bunu ortadan kaldırmak için bir mücadele yapılması gerektiğine inanıyorum. Bunun için ille de sol kavramını kullanmak gerekmiyor. Yani sol kavramı işin içine girince iş biraz magazinleşiyor, anlamını kaybediyor. Sanki artistik bir gösteri haline dönüşmüş gibi algılanıyor, hâlbuki alakası yok. Burada önemli olan iki şey var birisi; Müslümanlar sağcı değildir. İkincisi Müslümanlar eşitlik hak, hukuk, sendika, işçi hakkı bilmem ne, bunlara sahip çıkar. Yani bizim vurgulamamız gereken iki şey var. Bu vurguyu yapınca, adın ister istemez Müslüman sol gibi bir yaftayla bu iş esas özünden saptırılıp, böyle bir şeye artistik bir şeye, bir gösteri aracı haline dönüşüyor, bundan rahatsızım.
(...)
*Geçtiğimiz günlerde Dersim’le ilgili yazdığınız bir yazınızda her an yobazlaşabilirim, her an o bıraktığım mahalledekiler gibi davranabilirim minvalli sözler vardı. Nedir buradaki durum, birilerine ayar çekme mi?
-Türkiye’de şöyle oluyor biliyorsunuz. Diyelim ki Kemal Kılıçdaroğlu diye bir siyasetçi çıkıyor siz ona bakıyorsunuz, yeni şeyler söylüyor. Söylediği güzel şeyler var, olumlu şeyler var siz onu destekliyorsunuz. Özellikle olumlu şeyleri teşvik ediyorsunuz. Chp’nin geleneksel söyleminin dışına çıktığı için. Gün geliyor bu siyasetçi diyelim ki Dersim konusunda bambaşka, hiç o çıkış tarzına yakışmayan bir tutum aldığında onu eleştiriyorsunuz. Bu sefer şöyle eleştiriliyorsunuz sizde diyorlar ki:” Aa! bak sen döndün, sen yine Akp’li oldun”, ben de onlara diyorum ki: “ Evet bana güvenmeyin, ben her an dönebilirim. Yani eğer siz 15 bin kişinin katledildiği bir mevzuda tavır koymazsanız; AKP’li olurum” eyvallah demeye çalıştım yani. Orada önemli olan olgulardır, olgular karşısında gösterilen tavırlardır. Ben şimdi mesafesizim, tarafsızım derken, tavırsızım demek istemiyorum anlamında söylüyorum. Tavır alırım, bu tavrı da sizin aldığınız tavırlar belirler demek için yazmıştım.
(...)
*Fehmi Koru’yla yaşanan mesele nedir, gerçekten miadını tamamladı mı, böyle mi düşünüyorsunuz onun hakkında? Sizin dediğiniz gibi bir dönem için, evet ama artık size ya da Hürriyet’e saldırdığında mı ses getiriyor yazıları?
-Fehmi Koru, bundan 15- 20 sene öncesinde bizim camianın içinden çıkmış, parlamış bir isim. O, sözünü ettiğim mesafe hissini kısmen yakalamış ve bunu sürdürmüş tek gazetecidir. Ayrıca büyük bir gazeteci, çok önemli bir gazeteci fakat takıntıları var. O takıntılar, onu zaman zaman komplocu yaklaşımlara itti. Bilderberg ile ilgili o kadar yazı yazdı milletin kafasını şişirdi, ondan sonra bilderberg toplantısına gitti. Bunlar çok nahoş tabi, kalibrede gazeteciye yakışmayacak tutumlardı. Hadi neyse onları da geçelim dedik. AK Parti iktidara geldi. AK Parti’nin ilk döneminde Fehmi Koru’nun ne dediği merak edildi. Çünkü içerden bilgi verdiğine dair bir anlayışla kendisine bakıldığı bir dönemdi. Sonra Ak Parti medyayı kontrol altına aldı, kısmen ele geçirdi, bununla birlikte bir sürü Fehmi Koru çıktı. Fehmi Koru’nun işlemini yapan, yapacak, ondan daha iyi, yani Fehmi Koru’dan bekleneni daha fazla veren bir sürü isim çıkınca Fehmi Koru’nun bir anlamı kalmadı. Kendisi de iktidar karşısındaki tutumunu tamamen teslimiyet şeklinde konumlandırdığı için, hiç bir esprisi kalmadı, yani yazıp çizdiklerine o gözle bakılmaz oldu. Ancak Hürriyet’le veya gündelik polemiklere girince ilgi çekiyor, onun dışında pek ilgi çektiğini söyleyemeyeceğim.
*İnsanlar genelde geçmişe dönüp baktıklarında hayatlarının bir dönemi daha fazla ön plana çıkar. Sizin için geçmişe baktığınızda böyle tatlı bir tebessüm ettiren vay be ne günlerdi dediğiniz bir dönem var mı?
-Yok maalesef… Böyle vay be denilecek bir çocukluk, gençlik geçirmedim. Ama ben hatırlamayı severim, sürekli hatırlarım, kaçmam geçmişimden ama o geçmişe ne günlerdi diye dönmem.
*Dönüp dolaşıp, tekrar tekrar okuduğunuz kitaplar ya da isimler var mı?
-Artık yok, eskiden yapardım. 4-5 senedir yeni kitaplar okuyorum ve genellikle anı kitapları okuyorum, özellikle de siyasi anı kitapları. Ben daha çok külliyat okurum Refik Halit mesela yeni bitti, ondan önce Reşat Nuri’yi onun öncesinde de Kemal Tahir’i okumuştum.
*Her gün rutin olarak yaptığınız bir şey var mıdır?
-Gün içinde kahve içerim.
*Türk kahvesi
-Türk kahvesi
*Şekerli, sade
-Orta
Yayın hayatına yeni başlayan muhafazakar basının yeni mecralarından Milat gazetesi çarpıcı bir röportajla dikkat çekti. Hürriyet yazarı Ahmet Hakan'ı Teşvikiye'deki evinde ziyaret eden Nil Gülsüm, Hakan'a gündemi, geçmişi, Kanal 7'yi, Hürriyet'i Fehmi Koru'yu ve geriye kalanları sordu...
*İsminizin parlaması ve tanınırlılık kazanmanız kimilerine göre Kanal 7’de çalışmanızla başlıyor, bazılarına göre ise Hürriyet’te yazmaya başladıktan sonra yıldızınız parladı. Size göre, Türkiye’deki her kesim tarafından bilinir olmanız asıl hangi dönemde olmuştur?
-Kanal 7’de zaten değişik kesimler tarafından takip edilen bir iş yapıyordum. Çünkü biliyorsunuz, o dönem Kanal 7 haberleri köşeye sıkıştırılmış bir kesimin sesi halindeydi. Bir anlamda, onun dışında da o sesi çıkaran başka bir yayın organı yoktu. O, biricikliği ve davasını da güzel bir şekilde savunuyor olması nedeniyle, bütün kesimler tarafından takip ediliyordu. İslami kesim, daha ilgiyle takip ediyordu ama diğer kesimlerin de kayıtsız kaldıklarını söyleyemem. Dolayısıyla kişisel olarak bilinirlik açısından bakarsak, bunun orada başladığını düşünüyorum. Zaten oradaki temel olmasaydı başka alanlarda da mesela; Hürriyet’te, Sabah’ta da o çıkışı sürdüremezdim. Temel o dönemdir.
(...)
*Siz belki İslamcılığın en hızlı dönemlerinde bu kanadın sesi olmaya çalışan bir televizyon kanalında çalıştınız. Orası nasıl bir mahalleydi, şuanda nasıl veya şimdi bir mahalle var mı?
- “Mahalle” İslami camia için o zaman da vardı, şimdi de var. Fakat o zaman ki mahalle bir kuşatılmışlığın, dışlanmışlığın, büyük saldırılara maruz kalmanın yol açtığı duruma karşı sağlam durmak için, mukavemet gösterebilmek için sağlanmış olan büyük bir dayanışmaydı.
*Şimdi peki?
-Şimdi biraz da ortaya çıkan yeni gücün, yeni iktidarın zenginliğini sadece kendine almak, kendi bünyesine katmak için bir getto mantığıyla, aman bizden başkası bu işlerden nemalanmasın mantığıyla devam eden bir mahalle. Yani eski mahalle biraz da düşmanların zoruyla oluşturulmuş bir şeydi, mukavemet odağıydı. Şimdi, öyle bir zorunluluk olmadığı halde biraz gayri ahlaki bir gettolaşma hali var. Şimdi gettolaşmaya, mahalle olmaya, gerek kalmadı yani mahalle olmanın anlamı da kalmadı ama yine de mahalle oluyorlar.
*Mahallenin bugününe gelmişken son zamanlarda daha sık duyulan “Müslüman-sol” kavramı hakkında ne dersiniz? Ki bu kavram sizinle de sık gündeme gelmişti, hatta sizin için bu tanımı kullananlar da olmuştu… Müslüman sol diye bir şey var mı, bu kavram nasıl ele alınabilinir?
-Valla benim bu “Müslüman- Sol” kavramı ile ilgili kişisel olarak yaptığım şey şu olmuştu; ben iki şeyden nefret ederim. Birincisi Müslümanlıkla sağcılığın özdeşleştirilmesi, ikincisi de hak, hukuk, eşitlik filan gibi kavramlara Müslümanların yeterince vurgu yapmaması. Bunu ortadan kaldırmak için bir mücadele yapılması gerektiğine inanıyorum. Bunun için ille de sol kavramını kullanmak gerekmiyor. Yani sol kavramı işin içine girince iş biraz magazinleşiyor, anlamını kaybediyor. Sanki artistik bir gösteri haline dönüşmüş gibi algılanıyor, hâlbuki alakası yok. Burada önemli olan iki şey var birisi; Müslümanlar sağcı değildir. İkincisi Müslümanlar eşitlik hak, hukuk, sendika, işçi hakkı bilmem ne, bunlara sahip çıkar. Yani bizim vurgulamamız gereken iki şey var. Bu vurguyu yapınca, adın ister istemez Müslüman sol gibi bir yaftayla bu iş esas özünden saptırılıp, böyle bir şeye artistik bir şeye, bir gösteri aracı haline dönüşüyor, bundan rahatsızım.
(...)
*Geçtiğimiz günlerde Dersim’le ilgili yazdığınız bir yazınızda her an yobazlaşabilirim, her an o bıraktığım mahalledekiler gibi davranabilirim minvalli sözler vardı. Nedir buradaki durum, birilerine ayar çekme mi?
-Türkiye’de şöyle oluyor biliyorsunuz. Diyelim ki Kemal Kılıçdaroğlu diye bir siyasetçi çıkıyor siz ona bakıyorsunuz, yeni şeyler söylüyor. Söylediği güzel şeyler var, olumlu şeyler var siz onu destekliyorsunuz. Özellikle olumlu şeyleri teşvik ediyorsunuz. Chp’nin geleneksel söyleminin dışına çıktığı için. Gün geliyor bu siyasetçi diyelim ki Dersim konusunda bambaşka, hiç o çıkış tarzına yakışmayan bir tutum aldığında onu eleştiriyorsunuz. Bu sefer şöyle eleştiriliyorsunuz sizde diyorlar ki:” Aa! bak sen döndün, sen yine Akp’li oldun”, ben de onlara diyorum ki: “ Evet bana güvenmeyin, ben her an dönebilirim. Yani eğer siz 15 bin kişinin katledildiği bir mevzuda tavır koymazsanız; AKP’li olurum” eyvallah demeye çalıştım yani. Orada önemli olan olgulardır, olgular karşısında gösterilen tavırlardır. Ben şimdi mesafesizim, tarafsızım derken, tavırsızım demek istemiyorum anlamında söylüyorum. Tavır alırım, bu tavrı da sizin aldığınız tavırlar belirler demek için yazmıştım.
(...)
*Fehmi Koru’yla yaşanan mesele nedir, gerçekten miadını tamamladı mı, böyle mi düşünüyorsunuz onun hakkında? Sizin dediğiniz gibi bir dönem için, evet ama artık size ya da Hürriyet’e saldırdığında mı ses getiriyor yazıları?
-Fehmi Koru, bundan 15- 20 sene öncesinde bizim camianın içinden çıkmış, parlamış bir isim. O, sözünü ettiğim mesafe hissini kısmen yakalamış ve bunu sürdürmüş tek gazetecidir. Ayrıca büyük bir gazeteci, çok önemli bir gazeteci fakat takıntıları var. O takıntılar, onu zaman zaman komplocu yaklaşımlara itti. Bilderberg ile ilgili o kadar yazı yazdı milletin kafasını şişirdi, ondan sonra bilderberg toplantısına gitti. Bunlar çok nahoş tabi, kalibrede gazeteciye yakışmayacak tutumlardı. Hadi neyse onları da geçelim dedik. AK Parti iktidara geldi. AK Parti’nin ilk döneminde Fehmi Koru’nun ne dediği merak edildi. Çünkü içerden bilgi verdiğine dair bir anlayışla kendisine bakıldığı bir dönemdi. Sonra Ak Parti medyayı kontrol altına aldı, kısmen ele geçirdi, bununla birlikte bir sürü Fehmi Koru çıktı. Fehmi Koru’nun işlemini yapan, yapacak, ondan daha iyi, yani Fehmi Koru’dan bekleneni daha fazla veren bir sürü isim çıkınca Fehmi Koru’nun bir anlamı kalmadı. Kendisi de iktidar karşısındaki tutumunu tamamen teslimiyet şeklinde konumlandırdığı için, hiç bir esprisi kalmadı, yani yazıp çizdiklerine o gözle bakılmaz oldu. Ancak Hürriyet’le veya gündelik polemiklere girince ilgi çekiyor, onun dışında pek ilgi çektiğini söyleyemeyeceğim.
*İnsanlar genelde geçmişe dönüp baktıklarında hayatlarının bir dönemi daha fazla ön plana çıkar. Sizin için geçmişe baktığınızda böyle tatlı bir tebessüm ettiren vay be ne günlerdi dediğiniz bir dönem var mı?
-Yok maalesef… Böyle vay be denilecek bir çocukluk, gençlik geçirmedim. Ama ben hatırlamayı severim, sürekli hatırlarım, kaçmam geçmişimden ama o geçmişe ne günlerdi diye dönmem.
*Dönüp dolaşıp, tekrar tekrar okuduğunuz kitaplar ya da isimler var mı?
-Artık yok, eskiden yapardım. 4-5 senedir yeni kitaplar okuyorum ve genellikle anı kitapları okuyorum, özellikle de siyasi anı kitapları. Ben daha çok külliyat okurum Refik Halit mesela yeni bitti, ondan önce Reşat Nuri’yi onun öncesinde de Kemal Tahir’i okumuştum.
*Her gün rutin olarak yaptığınız bir şey var mıdır?
-Gün içinde kahve içerim.
*Türk kahvesi
-Türk kahvesi
*Şekerli, sade
-Orta