Orhan Miroğlu: 'Kürt siyasi hareketi kendi çocuklarını yedi'
Star'dan Fadime Özkan'a konuşan Miroğlu, HDP'li Leyla Zana'nın çatışmalar durmazsa ölüm orucuna başlayacağını söylemesiyle ilgili olarak da yorum yaptı
GAZETECİLER.COM - AK Parti'nin 7 Haziran'da büyük oranda kaybettiği Kürt oylarını 1 Kasım'da kazanabileceğini savunan AKP Mardin Milletvekili ve Star yazarı Orhan Miroğlu, "Başta sandık güvenliği olmak üzere, birçok tedbirin alınması lazım. Çatışmaların devam ettiği bir süreç, beklenmedik sonuçlar verebilir. Ama çatışmalar bir şeklide durur ve güvenlik sağlanabilirse, AK parti’ye gidecek oyların sayısı artar" diye konuştu.
Star'dan Fadime Özkan'a konuşan Miroğlu, HDP'li Leyla Zana'nın çatışmalar durmazsa ölüm orucuna başlayacağını söylemesiyle ilgili olarak "Ölüm orucu çare değil. Leyla Hanım veya bir başkası, böyle bir şeye kalkışsa, istismara açık bir alan daha yaratmış olur sadece, o kadar" dedi.
Fadime Özkan'ın Orhan Miroğlu'yla yaptığı söyleşi şöyle:
Süreçte sorunlar olduğu, PKK’nın verdiği sözleri tutmadığı, devletin toplumun da tahammülünün giderek azaldığı biliniyordu ama yine de PKK 11 Temmuz’da neden ateşkesi bitirip 14 Temmuzda devrimci halk savaşı ilan ederek yeniden silaha sarıldı?
Birçok nedeni var bunun, ama en önemli neden, HDP’nin Haziran seçimlerinde aldığı sonuçtur: 80 milletvekili ve 6 milyondan fazla oy. Demokratik çözümün yolunu açacak yol bu yoldur. 90’lı yılların siyasi hafızasıyla meclise gelen Leyla Zana ve son isyanın lideri Öcalan’ın yeğeni Dilek Öcalan, bu yola girmişler, ama Kürt gençleri hala dağlardalar. Bundan daha büyük çelişki olmaz. Eğer Leyla Zana ve Dilek Öcalan’ın yolu doğruysa, Kürt gençleri hala neden dağlardalar ve neden bu kadar çok ölüyor ve öldürüyorlar? Yok, eğer bu gençlerin yolu doğruysa, o zaman Leyla Zana ve Dilek Öcalan’ın Mecliste ne işi var? Oysa HDP’nin meclis yolu, ayrılıkçılığı değil, eğer istenir ve kullanılırsa, siyasi entegrasyonu güçlendirecek olan yoldur. İşte bunu istemiyorlar. Parlamentodan da vazgeçemiyorlar, ama parlamento aslında, Kürt temsilci barındırdığı her dönemde başlarına belaydı. HDP, Türkiyelileşmek dedi, Erdoğan için, seni Başkan yaptırmayacağız dedi ve çözüm süreci zemininden uzaklaşarak, bu zemini ve Öcalan’ı feda ederek, AK Parti ve Erdoğan muhaliflerinin desteğini aldı.
'HDP, PKK için manevraydı'
O halde Türkiyelileşmek fikri samimi bir fikir değildi?
Hayır değildi, Türkiyelileşmek sloganı, PKK için aslında siyasi bir manevraydı, kendine Türk siyasi toplumu içinde bir alan açmak, bir tolerans yaratmak istiyordu. Arz-talep kuralı işledi adeta. Selahattin Bey’le sazlı-sözlü sıra geceleri düzenlediler. Onlarcası Kandil’e taşındı durdu. Kandil’in havalarını İstanbul’un ortasında üfürüp durdular. Ben altmış yıldır çok şükür Türkiye’de yaşıyorum, PKK’ya neredeyse gönüllük temelinde bir desteğin ve hele bu ölçülerde gösterildiği hiçbir dönemi hatırlamıyorum. Memleketin aydınları öyle bir hale geldiler ki, ibretlik bir manzara var ortada! Duran Kalkan’ın yazdığı makaleleri övüp altına imza atan Emre Kongar gibi, Kemalist aydınlar mı dersiniz, Kürt gençlerinin ‘devletin imtiyazlı şiddetine’ ortak olmak için savaştıklarını savunan Boğaziçili akademisyenler mi dersiniz, sayın sayabildiğiniz kadar. Entelektüel hayatı, düşünceyi zehirlediler.
'Kemalistler PKK’dan medet umuyor'
Şunu mu söylüyorsunuz, bu malum çevrelere aslında HDP değil PKK lazım?
Aynen öyle. Bence bu çevrelere ebedi olarak veya en azından ‘AK Parti ve Erdoğan tarih sahnesinden silininceye kadar’ lazım olacak olan örgüt HDP değil, PKK’dır. HDP’ye taktiksel bakıyorlar, ama PKK’ya stratejik bakıyorlar. HDP’nin, bu kadar kalabalık bir grupla meclise girmesi hem Kandil, hem aynı çevreler için oldukça riskli bir durum yarattı. Çünkü PKK’nın Ortadoğu’da, Türkiye’de ve bir bütün olarak Batı’da gördüğü teveccühün ve desteğin en önemli sebebi, istendiğinde silaha sarılacak, iç siyaseti düzenlemede silahları konuşturarak ve fayda sağlayacak olan ayrılıkçı bir örgütün varlığını sürdürmesidir. Bu yüzden zaten, kurulduğu günden bu yana hiç kimse PKK’nın bölünmesini istemedi. Bu bölünmelerin yaşandığı dönemlerde Batılılar ve İranlılar, örgütün birlik ve beraberliği için çok kanlı operasyonlara imza attılar. Avrupa’da, Şam’da, Erbil’de ve Türkiye’de. İç infazlar dediğimiz infazların gerçek sebebi budur. PKK’nın arkasında duran güçler, PKK’nın fikirsel ve siyasi tercihler nedeniyle bölünmesini istemedikleri gibi, HDP’nin ‘aşırı veya denetlenemeyecek kadar, meclise gelip sisteme entegre olacak kadar ‘büyümesini istemezler.
'PKK barıştan korkuyor'
PKK’nın silaha sarılmasının başka sebepleri yok mu?
Var tabi. İşin örgütsel psikolojiyi hatırlatan bir yanı da var. PKK, gelecekten korkan bir örgüt. Korktuğu için savaşan bir örgüt. Bu türden örgütler, eğer doğup büyüdükleri ülkelerde, bir gün gelir kendilerine ait bir gelecek olamayacağını düşünmeye başlarlarsa, savaşmaktan başka çareleri kalmaz. PKK, geleceğini Türkiye’de aramıyor artık. Suriye ve Irak’ta arıyor..Ama PKK, kantonlaştırdığını düşündüğü Nusaybin ve Cizre gibi sınır ilçeleri Rojava’ya benzetebileceğini veya o şeklide yönetebileceğini düşünecek kadar da gerçeklerden kopmuş bir örgüt. PKK eğer kendisi ve kaymakamlık, kanton başkanlığı, hatta valilik vaadinde bulunduğu insanların, Türkiye’de bir geleceği olabileceğine inansaydı, başka yollar denerdi, mesela yüzünü HDP’ye dönerdi, ama asla savaşmazdı. Türkiye’de normalleşen siyasi süreç ve giderek güç kazanan demokrasi, PKK’nın adapte olamayacağı bir halde bulunuyor ve PKK bu demokratik sürecin bir parçası olmayı kabul etmeyecek kadar da soğuk savaş yıllarından kalma bir örgüt.
'PKK İran ve Esed için savaşıyor'
PKK’nın silah bırakması ve asker polis sivil öldürmeye başlamasının nedenlerini anlamaya çalışırken hep iç siyasete, içerdeki konjonktüre, aktörlere faktörlere bakıyoruz. Bakalım elbette ama biliyoruz ki PKK bölgedeki ve dünyadaki konjonktürü gözleyip zaman zaman patron değiştirerek hayatta kalmış bir terör örgütü. Son dönem için söyler misiniz kimlerle ne tür ilişkiler içinde PKK?
İran ve Suriye başı çekiyor. Oslo sürecinde masanın devrilmesi, hatırlayacaksınız, ‘devrimci halk savaşını’ başlattı. Teorisi ve gerekçesi neydi peki bu ‘savaş’ stratejisinin? PKK, bu savaşı, ‘Kürt-Şii’ İttifakının bir gereği, bir sonucu olarak gerekçelendirdi. Siz buna PKK/Şii ittifakı da diyebilirsiniz. Teoriye göre, Şii güçler Ortadoğu’da yükselen güçlerdi. Kürt partileri bu güçlerle ittifak yapmalıydı. PKK, Celal Talabani’nin örgütünü yani YNK’yi, bu ittifakın bir parçası olarak görüyordu ki Talabani Şii güçlere her zaman yakın durdu. Bu teori Arap baharıyla beraber önemsizleşince ve mezhep temelinde sürdürülen siyasetin önemli merkezlerinden Şam, ciddi bir ayaklanmayla karşı karşıya kalınca, devreye PKK’yı koydular. PKK, Esat’la ve Celal Talabani’nin arabuluculuğunda anlaştı. Buna göre Esat, Rojava’yı PYD’ye teslim edecek, PYD de Kürtleri Esat’a karşı sokaklara dökülen Arap halkın arasından çekecek, Türkiye’ye karşı savaşı ve mücadeleyi sürdürecek ve diğer Kürt partilerini kaçırtıp göçe zorlayacaktı. Taraflar anlaşmaya harfiyen uydular. PKK, Ortadoğu’da başka aktörlere çok fazla sayıda taahhütte bulunmuş, anlaşmalara imza atmış bir örgüt. O kadar ki, kırk yılda ancak ödeyebilir borçlarını. Avrupalılara, İranlılara, Amerikalılara, Esat’a borçlu bir örgüt haline geldi PKK/PYD. Ve maalesef bu borç Kürt halkının kanı dökülerek ödenen bir borç. Bu savaş, bu yönüyle PKK’nın bile savaşı değil aslında. İran’ın ve Esat’ın savaşı. ‘Öcalan ve HDP değil, silah bırakmaya ancak biz karar veririz’ diyorlar ya. Bu gerçek dışı. PKK’nın silah bırakmasına veya Türkiye’deki savaşı sona erdirmesine bugün PKK’nın kendisi de karar veremez. Hatırlayın, Öcalan barışa karar verirsem, beni yaşatmazlar diyordu Bekaa’dayken.. Bu kadar taahhüdü olan bir örgüt, bir barışı isterse, Kandil’de ve Suriye’de asla kalamaz, yaşatmazlar.
'Özerklik ilanları tam bir fiyasko'
PKK ne karşılığında tekrar silaha sarılmaya başladı, taşeronluğunu yaptığı devletlere istihbaratlara ne kazandıracak, kendisi ne kazanacak?
PKK’nın ve onu destekleyen, en azından sandıkta olumlayan halkın, hiçbir kazancının olmadığı muhakkak. PKK’nın bu manada bir halk desteği olduğu söylenemez. Ne Yüksekova’da ne Nusaybin’de ne Cizre’de, ikinci ‘devrimci halk savaşına’ bir destek yok. Halk oraları fırsat buldukça terk etmeye ve göçe başladı… Demokratik özerklik ilanları tam bir fiyasko. Sevinenlere gelince. Türkiye’nin Kürt/Türk ittifakı temelinde büyümesini istemeyenler, bugünkü tablodan oldukça memnundur. Seçimlere giden bir ülkede her gün onlarca şehit cenazesi… Tabutların üstüne kapaklanan genç kadınların ve anaları Kürtçe Türkçe yaktığı ağıtlar… Etnik hınç ve öfkenin büyüme ihtimali. Bunlar kimi sevindirir sizce. Tek kelimeyle Türkiye’nin tarihi düşmanlarını.. Anadolu topraklarını bile Türkiye’ye çok görenleri, bölünmemizi isteyenleri sevindirir elbette bu manzara. Daha derin bakıldığında, bu günü 1514’ün ve Lozan’ın rövanşı gibi de okumak mümkün.
'Kürt siyasi hareketi
kendi çocuklarını zehirledi'
Kandil’i yönetenler bunu böyle planlayabilir, silah tüccarları, uyuşturucu balonları daha çok kazansın diye Kürt gençlerini ölmeye öldürmeye güdüleyebilir. Ama sorun çözümü için Türkiye devleti ve toplumuyla çok önemli bir imkânı sunmuşken, eş başkan Demirtaş’ın gerekli oyu alabilseydi TC’ye cumhurbaşkanı dahi olabileceği genişlikte ve eminlikte siyasetin yolu Kürtlere de açıkken, PKK-HDP tabanı neden evladının okuyup doktor mühendis milletvekili cumhurbaşkanı olması için değil de ya katil ya ölü olacağını bile bile PKK’yı, YDGH’yı seçti?
Aslında bu tabanın ve gençlerin istediği bu değildir. Düşünsel bir zehirlenme ve ideolojik bir körlük var. Öyle bir kuşak yetiştirdiler ki, kendisi gibi görmediği ve kendisi gibi saymadığı her şeyden ve herkesten nefret ediyor. Sorgulamayı, olgulara eleştirel bakmayı bu gençler bilmiyor. Bu gençler hayata kendi şiddetlerini meşrulaştırıp, bu şiddeti kutsayanların gözüyle bakıyor. Sosyal dışlanmışlık yaşayan gençler bunlar. İçlerinde HDP’li vekillerin ve belediye başkanlarının çocukları yok. Yoksullar ve eğitim olanaklarından hakkıyla yararlanamıyorlar. Kapalı kutu olmayı sürdürüyorlar. Geçmişin mağduriyetlerini de hesaba katmak lazım. Bu mağduriyetler bir gün Uludere, bir gün Kobani üzerinden her defasında ve yeniden inşa edilir. Uludere de, Kobani de bu gençler için, sarılacak yeni hikâyeler anlamına geliyor. Gençlerin başka kültürlerle tanışmalarının önünde büyük engeller var. Devlet ve sivil toplumun ağır ihmalleri ise cabası.
PKK-HDP hangi söylemle kendine çekebildi kitleyi?
Kürtlere siyasi temsil vaadinde bulunmak bence iyi sonuç veriyor. Kürt kimliğini savunarak belediye başkanı, milletvekili, muhtar olmak, HDP’nin karar organlarında ve merkezinde yer alma imkânı, cazip bir halde. Yaygın bir söylem olarak ‘kendimize oy veriyoruz’ söyleminin asıl sebebi bu. Kürtlerin bugün bağımsızlık talebi filan yok, ama siyasi tanınma ve temsil bence HDP’de olsun, diğer partilerde olsun, önemli bir talep haline geliyor. Kim bu talebi demokratik zeminde meşrulaştırır ve sahip çıkarsa, siyaseten kazanacak da odur. İstanbul’dan başlayarak, Hakkari’ye kadar durum bence bu..Kürtler geçen yüzyılı büyük mağduriyetlerle bitirdiler. Her şey paylaşılırken, devletler kurulurken paylarına bir şey düşmedi, inkârdan başka... Bu bir travma aslında. Bu yüzyıla şüphesiz geçen yüzyılın gözlükleriyle bakamayız, ama Kürt sorunu dediğimiz sorunun temelinde, bir kimliğin tanınması ve siyasi temsile dair tatminin giderilmesi var. Kimlik inkârı bugün yok, ama siyasi temsil için aynı şeyi söylemek o kadar kolay değil.
AKP Kürtlerin oyunu neden kaybetti?
7 Haziranda AK Parti bölgede neden dramatik bir oy kaybına uğradı?
Ana sebep, Kobani üzerinden, PKK; Batı ve Türk medyasının el birliği ve ortak akılla inşa ettiği yeni siyasi hikayenin, geniş kesimleri harekete geçirmesi ve etkilemesidir. Kobani olmazsa, HDP/PKK’ya 80’li yıllardan bu yana yaşanan ve kendini hep tekrarlayan söylemler, siyasi hikayeler fazla fayda sağlamazdı. Kobani yeni ve hiçbir Kürd’ün kolay kolay red edemeyeceği bir hikayenin yazılmasını mümkün kıldı. Bir tür uyanan milliyetçilik. Bu seçimlerde muhafazakar-demokrat düşünceyle bu milliyetçiliğin karşılaşmasına tanık olduk. Kobani milliyetçiliği Diyarbakır’da yaşayan Kürdü de İstanbul’da yaşayan Kürdü de aynı oranda etkiledi ve bu etkileme en çok ta dindar Kürtler arasında yaşandı. Bunun dışında, AK Parti’ye bağlı sebepler de oldukça fazlaydı. AK Parti bölgede ciddi bir kurumsallaşma sorunu yaşıyor. Kuruluş yıllarındaki vaatler ve paradigma, değişen sosyolojiyi kucaklamaya, Ortadoğu’da olup bitenleri anlamaya yetmiyor artık. Partinin periferisinde yer alan bazı kurum ve kuruluşlar, partinin gerçek manada bir siyasi kurum gibi çalışması önünde ciddi bir engele dönüştü. Bu kurumlarla yeni bir hak hukuk anlayışı üzerinde tartışmanın ve ilkeler belirlemenin zamanı geldi de geçti bile. Şehirlerdeki yerel kadrolar, KCK’nın siyasi mühendisliklerinin farkında değiller. Ve bu manada çok korumasızlar. Bölgede ciddi bir siyasallaşma var, ama AK Parti, yerelle çok fazla meşgul olan bir parti. Oysa yerel sorunların sınırında kalınarak ve oyalanarak çözülebilecek bir sorun kalmadı o bölgede. Çok daha fazla sayıda ulusal çapta aktörlere ihtiyaç var. Yerel aktörleri rahatlatmak ve iç çatışmaları yatıştırmak için, ulusal çapta aktörlerin Batı’ya kaydırılması fikri, partiye ilerde çok zarar verebilecek bir fikirdir. Görebildiğim şu: KCK sistemine karşı siyaset yapmak, yerel aktörleri önemli kılmakla beraber, sadece yerel aktörlerle verilebilecek bir mücadele olmaktan çok uzaktır. Bu seçimlerde partinin ulusal çapta aktörlerini Doğu’da konumlandırması stratejik bir tercih olarak görülmelidir. Unutulmaması lazım ki, Diyarbakır ve Mardin kazanılmadan, İstanbul da kazanılamaz artık. Çünkü Diyarbakır’daki Kürt seçmenle, İstanbul’daki Kürt seçmenin talepleri söz konusu olduğunda aşılmayacak duvar kalmadı. Haziran seçimleri bunu açıkça gösterdi.
AK Partinin bölgedeki oy kaybı Türkiye’nin kaybıdır tespiti yapılabilir mi?
Elbette yapılabilir. Kürt/Türk siyasi ilişkilerinin geleceği Doğu’da da Batı’da büyük oranda, AK partinin siyasi kazanımları ve belirleyeceği politikalarla alakalıdır. Kimse bu ilişkileri korumaya ve geliştirmeye talip olmuyor bugün. CHP ve MHP’nin esamisi okunmuyor. Kürtler, MHP’ye zaten hep mesafeliydiler. CHP ise Kürt toplumu içinde siyasi hikâyesi bitmiş bir parti. Ama AK parti, kimlik politikalarının ve demokrasi ile yeni bir anayasa vaadinin sonucu olarak, bugün de Kürtlerle siyasi ilişkisi en sağlam olan parti. Ama her şey çok kırılgan. 13-14 yıllık miras çok önemli ama bir yenilenmeye de ihtiyaç var. AK parti Kürtleri kaybederse, bir kaybeden de Türkiye olur. Bunun bir adım sonrası siyasi kopuş, güvensizlik ve ayrılıkçı fikirlerim gündeme oturmasıdır..Bu yüzden AK partinin Kürt toplumu içindeki siyasi varlığı, Türkiye’nin üniter birliğinin de en önemli garantisidir.
'AKP oylarını geri alabilir'
AK Parti’nin kaybettiği oyları 1 Kasımda geri alması mümkün mü?
Büyük oranda mümkün. Ama başta sandık güvenliği olmak üzere, birçok tedbirin alınması lazım. Çatışmaların devam ettiği bir süreç, beklenmedik sonuçlar verebilir. Ama çatışmalar bir şeklide durur ve güvenlik sağlanabilirse, AK parti’ye gidecek oyların sayısı artar. Yeni bir söylem ve ulusal çapta aktörlerin bölgede aday gösterilmesi, dinamizm ve heyecan yaratır.
Çözüm süreci sürerken PKK-HDP hattı bu süreyi barış sürecine, normalleşmeye hazırlık olarak kullanmak yerine gençleri YDGH eliyle silahlandırmaya, dağa çıkarmaya çalıştığını, ideolojik endoktrinasyonatabi tuttuğunu biliyoruz. Bu tercih nedendi? Sürece hiç mi inanmadı silahlı Kürt siyasi hareketi?
Sürece inanır gibi göründü, ama hiç inanmadı. Yukarda saydığımız sebepler yüzünden inanmadı. Öcalan’a evet derken, aslında hep ret etti. Suriye, sürece yüzünü dönmesi için, bir dönüm noktası oldu. Hazırlık bir barış sürecine göre değil, yeni bir ‘savaşa’ hazırlıklı olma yönündeydi. Şehirlere tahkimat yapıldı. Tonlarca bomba ve binlerce silah.. Devlet bugün PKK’nın silahlarını dağlarda kazılan mağaralarda ve kamplarda değil, daha ziyade, ve maalesef şehirlerde arıyor. Kimi şehirler ve ilçeler adeta birer silah deposu haline geldi. PKK/HDP’nin AK Partili bir çözümden yana olmadıkları, bunu sineye çekemedikleri için çözümü istemedikleri yönündeki kanaatler çok doğru değil. İktidarda CHP olsa da olacak buydu bence. PKK çözüm için değil, çözümsüzlük için bir rol oynuyor artık ve bu iktidarda kim olursa olsun değişmeyecek.
Bu durumda, silahlandırılmış, nefretle yetiştirilmiş hazır terörist yapılmış bunca çocuk genç varken “bir gün silahlar susacak” nasıl diyeceğiz?
Belli ki diyemiyoruz, çünkü kolay olmayacak. Hele bundan sonra hiç kolay olmayacak. PKK, müzakere edilerek silah bıraktırılacak bir örgüt değil. Sorun, bu PKK’nın, Öcalan’ın paradigma ve tahayyüllerine uygun davranan bir PKK olmaması. Öcalan’a seçimlerden sonra meydan okudu PKK. Çünkü Öcalan, teamüllere ve KCK yasasına göre, savaşa ve barışa karar verecek liderdir. Ama Haziran seçimlerinden sonra bu çapta bir çatışmayı başlatırken, PKK, Öcalan’ın fikrini alma gereği duymadı. PKK silah bırakmaz, ama şöyle soralım, PKK Türkiye’ye karşı verdiği silahlı mücadeleyi nasıl durdurur?
Cevabı nedir bu sorunun?
Birkaç madde halinde cevaplayayım:
1) PKK’ya istediğini, yani teritoryal bir bölgeyi verirseniz silahları susturur diye düşünülebilir. Ama bu durumda da, onu destekleyen güçlerle karşı karşıya gelir. Bu güçlerin PKK’dan beklediği bu değildir çünkü.
2) PKK’ya karşı siyasi ve güvenlik ekseninde sürdürülen mücadele, zamanla PKK’yı zayıflatır ve bu zayıflık, normalleşen bir konjoktürle birleşirse, PKK silahları gömmek zorunda kalabilir.
3) Öcalan yeniden, ama az çok güçlendirilerek rol almaya başlarsa. Ki bu imkana çok yakın olunduğunu sanmıyorum.
4) Özellikle Kürtlerin çok güçlü bir şekilde ‘Edi Bese’ diyerek sokaklara çıkması.
5) 1 Kasım seçimlerinde HDP’ye oy verenlerin bu defa istikrarı sağlamaya aday bir siyasi sonucu tercih etmeleri ve bunu kolaylaştıracak bir oy tercihinde bulunması.
Kısacası, Türkiye’yi uzun yıllara yayılacak bir mücadele dönemi bekliyor. Şişe kırıldı ve parçaları toplamak kolay olmayacak.
Peki sivil kanada geçmek isterim. BDP bölgesel kaldı, HDP Türkiyelileşecek dendi ve sol marjinal partilerle ittifak yapıldı. Hatta Azadi hareketiyle de ittifak yapıldı. Bu ittifaklar nasıl bir bileşim çıkardı ortaya?
HDP’nin seçimden seçime listelerine aldığı başka gruplara mensup siyasi aktörler, çok sembolik kalıyor. Bir kitle tabanları yok bu aktörlerin. Ana gövde çıkıyor ve ‘Kürtlük adına bu aktörlere yer açıyor. Böylece Kürtlerin ağabeyi rolü sahnelenmiş oluyor. Muhafazakâr Kürt aktörlerin partideki konumları da aşağı yukarı budur.
HDP’nin tabanını aslında bölgenin insanları oluşturuyor. Sol Kemalist çevrelerin Erdoğan nefretiyle eklendiği ve strateji belirlediği bir süreçte ölenler / öldürenler yine Kürtlerin çocukları. “Cihangir kaos esnafına” bir şey olmuyor. Yasin Aktay’ın dediği gibi F16’lar Cihangir’in değil Kürtlerin üzerinden uçuyor. Ne oldu, dağdaki çocukların eve dönüşünü beklerken eline silah Molotof verilmiş bizim çocuklarımız neden ölüyor” diye bir sorgulama var mı Kürtlerde?
Sorgulama var, ama çok güçlü değil. Sözünü ettiğiniz çevrelerin derdi değil çocukların ölmesi ve öldürmesi. HDP, sola öyle bir açılım yaptı ki, ‘ makbul vatandaş’ gibi, bugün makbul HDPli aslında Kürtler değil artık. Makbul HDP’li, solun çeşitli kanatlarından gelip Kürtlerin açtığı şemsiyenin altına sığınan kişidir. Dağdaki gelip bağdakini kovdu yani. Bu dönem listelere konulmayan birçok Kürt aktör, Kürtlerin partiden dışlandığını düşünüyor, ama konuşmayı pek tercih etmiyorlar. Altan Tan gibi isimlerin ayrılık noktaları ise giderek derinleşiyor.
HDP’nin, PKK sayesinde ve çözüm sürecini riske atan strateji nedeniyle ölü ya da sakat doğduğunu anlıyoruz. Ama, şiddetle terörle ilişkisi olmayan bir partinin kurulabilmesinin, var olabilmesinin çaresi imkanı var mıdır? PKK silah bıraksın sivil siyaset yapsın hedefinin de temelli yok olmaması için.
Başka çaresi yok şimdilik. Çare yine HDP’nin içinden çıkar. Bir kırılma noktası oluşur. Önemli bir siyasi hadise meydana gelir ve HDP/PKK kendi içinde derin bir siyasi tartışma yaşar. Bu şeklide de Kürt siyasetinin içindeki Berlin Duvarı çöker. İşte o zaman normalleşme başlar. Bu bana göre iki ihtimalle mümkün olabilir. Öcalan’ın net bir tavır koyması, bu iş böyle gitmez diyerek, hem HDP hem Kandil kadrosunu değiştirme girişiminde bulunması. Soracaksınız tabi, İmralı’da ve dört duvar arasında bu mümkün olabilir mi diye. Bence mümkün, yeter ki ortada samimiyet olsun. Böyle bir durumda halk Öcalan’ın arkasında durur ve bu duruşun ilk işaretlerini Yüksekova, Nusaybin ve Cizre’de görürüz. Çünkü bu ilçeler, KCK sisteminden en çok çekmiş ve hala da çekmekte olan ilçelerdir. Bir diğer ihtimal ise, HDP’nin oy kaybına uğramasıdır. Barajı aşar ama oy kaybederse, bu çok hayırlı sonuçlara yol açar.
Operasyonlar nasıl etkiliyor bölgeyi?
Cizre’de devam eden sokağa çıkma yasağını ve bu yasakların halka yaşattıklarını insan düşünmek bile istemiyor. Kürtler yollara düşmüş yine. Ama bu defa PKK’dan kaçıyor. Ticaret bitme noktasında. PKK kaybediyor. PKK, çatışarak güçleneceğim diye bir işe girişti, ama bir dönüp baktı ki, arkasında halk yok. Sadece, bir takım gençler var. Güvenli bölge uygulamaları kuşkusuz halka zarar veriyor. Çünkü bu bölgelerde geçim için hayvancılık yapılıyor, tarım ürünleri yetiştiriliyor. Şehirlerarası ulaşım durma noktasında. Diyarbakır’dan, Şırnak’tan, Mardin’den kalkan otobüsler, Batı şehirlerine ulaşamıyor, yollarda durduruluyor ve yolcular kötü muameleyle karşılaşıyor. HDP binalarına yapılan saldırılar, bölge halkının endişelerini arttırıyor. Doksanlı yılların hafızasını taşıyan bölge insanı için, bir subayın gözleri önünde infaz edilmek istenmesi, bir başkasının PKK tarafından aracı tarandığında kızına sarılarak can vermesi, iki polisin uyurken kafalarına kurşun sıkılması, herhalde büyük bir acı ve yas demek… Çünkü benzerini bölge halkı da yıllar önce yaşamıştı.
'Leyla Hanım Kandil'e gitmeli'
HDP Ağrı Milletvekili Leyla Zana, ölümler durdurulmazsa ölüm orucuna başlayacağını ilan etti. Öcalan üzerinde de, Kandil üzerinde de, Kürtlerin tamamı üzerinde de etki gücü olan bir büyük siyasetçinin imkanlarını kullanmak yerine böylesine pasif-kişisel bir tepki vermesini nasıl değerlendirelim?
'Ölüm orucu çare değil. Leyla Hanım veya bir başkası, böyle bir şeye kalkışsa, istismara açık bir alan daha yaratmış olur sadece, o kadar. Leyla hanımın ölümleri durdurmak ve sesini Kandil'e duyurması için böyle bir yolu seçmesine gerek yok, istediği zaman Kandil’le rahatlıkla görüşebilir ve şehirlerdeki silahlı grupların bu şehirleri terk etmesini isteyebilir. Leyla Hanım istediğinde Başbakan dahil, cumhurbaşkanı dahil, sanırım görüşemeyeceği bir devlet yetkilisi de olmaz. Ölüm orucu, Leyla Zana'nın samimi hissiyatına ve bir anne olarak yaşadığı acıya çare olacak bir yöntem değil. Hendeklerle kazılmış ilçelerdeki silahlı tahkimat devam ettikçe, doğru tavır, bu tahkimatın sona ermesini savunmaktır. Bunun da mercii Kandil. Tonlarca bomba ve binlerce silah… Elinde ağır silahlarla dolaşan militanlar… Devlet böyle bir vaziyete izin veremez. Sorun Bursa'daki kardeşlerimizin kullandığı hakları, Cizreli kardeşlerimizin kullanamaması değil, öyle bir aşamaya geldik ki, burada artık sorun, Cizre’de hak olarak görülen (bombalar, hendekler, roketatarlar ve silahlı insanlar) 'hakların', Bursa'daki yurttaşlarımıza oldukça garip görünmesidir. 'Eşitlik fikri peşinde koşarken, bölgede muazzam bir eşitsizlik ortamı yaratıldı. Cizrelilerin Bursa'ya ve Türkiye'nin her yerine gitme hakları var, bölge halkı şu an bile göçün yollarına düşmüş vaziyette ve bu yol yine Bursa'ya uzanıyor, peki Cizre'nin şu ortamında bir Bursalı gidip Cizre'de bir simit tezgâhı bile açabilir mi? Her gün asker ve polis öldürerek, Türk halkını eşitlik fikrine nasıl ikna edeceksiniz?'