Oray Eğin ve Serdar Turgut farkı
Oray’ı kaybettirirken veya Serdar’ı takdir ederken de asla hislerim işime karışmıyor…
ORAY'DAN NE İSTİYORMUŞUM?
Telefonumun ekranında adını görünce hemen açtım…
Hâl hatır sorma faslını (Her zaman olduğu gibi) atlayarak alışıldık şen ve şakrak
kahkahasıyla başladı ve:
“Yahu şu bizim Oray’dan ne istiyorsun?” diye sordu…
“Oray” dediği “Oray Eğin” idi…
Tam “hiçbir şey istemiyorum, sadece işimi yapıyorum” demeye hazırlanırken
hemen ekledi:
“Serdar Turgut’a ise hiç hak etmediği kadar fazla destek oluyorsun…”
*
Oray Eğin için cevabım hazırdı:
“Hiçbir şey istemiyorum, sadece işimi yapıyorum”…
Ama…
Serdar Turgut için ne diyecektim?..
Çünkü Serdar’a destek amacında falan değilim…
Adam harika gazetecilik yapıyor ben de hakkını veriyorum…
Çünkü yerelden daha çok Washington’da olan biteni takip etmeyi severim…
Çünkü geride bıraktığım yaklaşık 70 yıl bana, Türkiye - ABD ilişkilerinin halkımızın
geleceğini şekillendireceğini öğretti…
Kendini “HaberTürk Washington Temsilcisi” olarak tanıtan ama Washington’dan
tek bir haber bile geçmeyen Oray’ı haklı olarak eleştiriyorum
BEYNİMİN O LOBU ÇABUK ÇALIŞIR
Tanıyanlar bilir…
Hızlı konuşur hızlı düşünürüm…
Beynimin fotoğrafları, isimleri, sesleri ve olayları arşivleyen lobu çabuk çalışır…
Arama motorlarına birkaç isim yazarak arama yaparsınız ya hani…
Benim arama motorum da birkaç isim duyduğu anda o isimlerle ilgili binlerce isim
ve olay bulup bana hatırlatır.
Yine öyle oldu:
SERDAR TURGUT – ORAY EĞİN FARKI…
“Frederic Beigbeder’in ‘Aşkın ömrü evde uzar’ romanındaki Marc Marronnier’yi
biliyor musun?..” diye sordum:
“Kitabı sana tavsiye eden bendim unutun mu?..”
Onaylamak ihtiyacını duymadım…
“Serdar, ne huy ne fizik ne karakter olarak Marc Marronnier’e benzemediği halde
öyle yazar ki; sanırsın Türk medyasının Marc Marronnier’si… Yani Serdar
kendisiyle eğlenir… Kendisiyle kafa bulur…”
Sözümü kesmek istedi izin vermedim, devam ettim.
“Oray ise fizik olarak değilse de Marc Marronnier’in prototipi… Kendisinin
zaafları, beceriksizlikleri, ukalalıkları, çokbilmişlikleriyle değil, başkalarının
zaaflarıyla eğlenir, kafa bulur, alay eder...”.
“DEMAGOG SEN DE…”
“Sen Oray’la hiç tanıştın mı?..”
“Hayır”…
“Hiç tanımadığın biri hakkında nasıl bu kadar emin konuşabiliyorsun?.. Hem neden ondan söz ederken sürekli ‘oğlan’ diyorsun?”
“Pardon yani?..”
“Yahu oğlanı hem hiç tanımıyorsun hem de hakkında atıp tutuyorsun…”
“Sen de ‘oğlan’ dedin işte…”
“Demagog sen de… Lafın gelişi öyle dedim…”
“Ben de ‘oğlan’ kelimesini kullanmayı ‘adam, herif, çocuk’ demeye tercih ettiğim
için öyle diyorum…”
“SERDAR GİBİ SULULUK MU YAPSIN YANİ?”
“Tamam tamam… Sen Oray’ı ne kadar tanıyorsun?..”
“Yahu kardeşim ben Oray’ın kişisel zaaflarını değil yazarken tanık olduğum
zaaflarını, bana göre olan yanlışlarını tenkit ediyorum… Başkalarıyla alay ediyor
ama kendisiyle alay eden tek cümlesini hatırlamıyorum…”
“Yani kendisiyle dalga geçmemesine mi taktın?”
“Sadece o değil elbette…”
“Serdar gibi sululuk mu yapsın yani?”
“Ne sululuğu kardeşim?.. Serdar’ın yaptığı acayip özgüven… Meselâ belki de en çok işine yarayan bir şeyi için ‘işe yaramadıkça daha da güzelleşiyor… Olur olmadık yerde dik başlılık edip de beni mahcup etmiyor’ falan diye yazıyor... Oray böyle bir cümleyi öldürsen kurmaz yahu… O kadar kibirli yani…”
“Tamam tamam sen Serdar’ı koru… Belli ki Oray’a kafanı takmışsın... Oğlan
ağzıyla kuş tutsa sana yaranamayacak…”
*
Telefonu kapattı…
Zira…
Telefonu açarken “merhaba” deme adeti olmadığı gibi kaparken de “hoşça kal”
demeye alışık değildi…
Oysa çok iyi biliyordu ki, dün kaybettirdiğim birini bugün alkışlayabilirdim…
Çünkü kişisel duygularımı işime karıştırmam…
Oray’ı kaybettirirken veya Serdar’ı takdir ederken de asla hislerim işime
karışmıyor…