MEDYA KÖŞESİ

Oray Eğin: Emin Çölaşan ve Necati Doğru’yu ben de yargılıyorum

Sözcü gazetesi yazarları Emin Çölaşan, Necati Doğru’nun ve bazı yöneticilerinin de aralarında bulunduğu 5 isme "FETÖ’ye yardım" davası açılmış ve bu isimlere 15 yıla kadar hapis cezası istenmişti.

Oray Eğin: Emin Çölaşan ve Necati Doğru’yu ben de yargılıyorum

Habertürk yazarı Oray Eğin, Çölaşan ve Doğru'nun rutini ve yapısının herhangi bir örgüte dolaylı ya da doğrudan destek vermeye müsait olmadığını ifade ettti.

Emin Çölaşan’ın görüştüğü insanların belli olduğunu, hayatını yıllardır göz önünde yaşadığını ve yazılarında anlattığını, Necati Doğru'nun da televizyonlara çıkmadığını, şöhretlerle ahbap çavuş ilişkisi olmadığını medyada çalışmasına rağmen medyatik olmadığını söyleyen Eğin, "Medya “örgütünün” bile dışında kalmayı başarmış biri bilerek ya da bilmeyerek hangi terör örgütüne nasıl üye olacak?Zaten hükümet destekçisinden azılı muhalifine kadar Çölaşan ve Doğru’ya FETÖ’cülük suçlamasını ciddiye alan kayda değer isim yok." dedi.

Oray Eğin, Doğru'nun da Çölaşa'nın da iddianamelere giren o yazıları yazdıklarını söyledi.

Emin Çölaşan ve Necati Doğru’yu ben de yargılıyorum

Cumhurbaşkanı Erdoğan ne yaparsa yapsın, sürdürdüğü bütün politikaları tersine çevirsin yine de Emin Çölaşan’ı memnun edemeyecek. Ama bu Erdoğan’ın şahsına özgü değil. Daha evvel de hiçbir devlet başkanı onu memnun edememişti. Turgut Özal da, Süleyman Demirel de nasibini almıştı sert satırlarından. Sadece siyasetçiler değil, gazeteciler, iş dünyası da Çölaşan’ın gözüne giremiyor, giremez. Bir ara söyleşi yapacak insan bulamamıştı, çünkü kimse karşısına çıkıp yargılanmak istemiyordu.

Çarşı her şeye karşı misali Emin Çölaşan’ı basında böylesine nevi şahsına münhasır yapan özelliği bu inatçılığı. Bu kadar kavgacı olmasa ilgi çekici bir gazeteci de olmazdı. Dahası, bir örgüte girse ilk gün orada kavga çıkarır.

Ama her şey bir yana iki gazetecinin rutini ve yapısı herhangi bir örgüte dolaylı ya da doğrudan destek vermeye müsait değil.


TANIDIĞIM İKİ ANTİ-SOSYAL GAZETECİ

Çölaşan’ın görüştüğü insanlar belli, gündelik rutini ortada. Arkadaşları kim, nerelere gidiyor, kimlerle telefonda konuşuyor biliyoruz. Bunları bilmek için özel bir istihbarat çabası da gerekmiyor, hayatını 30 yıldan fazla göz önünde yaşıyor ve yazılarında anlatıyor. Ne yalan söyleyeyim, rutin ve sıkıcı da bir hayat Çölaşan’ınki. Bu rutinde hangi araya örgüt üyeliğini sıkıştırabilir?

Çölaşan’ın görüştüğü insanlar belli, gündelik rutini ortada. Arkadaşları kim, nerelere gidiyor, kimlerle telefonda konuşuyor biliyoruz. Bunları bilmek için özel bir istihbarat çabası da gerekmiyor, hayatını 30 yıldan fazla göz önünde yaşıyor ve yazılarında anlatıyor. Ne yalan söyleyeyim, rutin ve sıkıcı da bir hayat Çölaşan’ınki. Bu rutinde hangi araya örgüt üyeliğini sıkıştırabilir?

Sanırım, “medya ortamı”ndan da gizliden gizliye tiksiniyor. “Yükselen değerlerin gazetesi” Sabah’ın en şaşalı yıllarında başka köşe yazarları servet yaparken o dışarıda kaldı. Bugün bile Sözcü’nün ne kadar içinde tartışmalı. Onu bir kere Sözcü yemeğinde gördüm, orada bile sıkıldı ve kaçtı.

Medya “örgütünün” bile dışında kalmayı başarmış biri bilerek ya da bilmeyerek hangi terör örgütüne nasıl üye olacak?

Zaten hükümet destekçisinden azılı muhalifine kadar Çölaşan ve Doğru’ya FETÖ’cülük suçlamasını ciddiye alan kayda değer isim yok. Neredeyse bu konuda toplu bir konsensüse bile varıldı; kutuplaşmış basında nadir birleşme anlarından biri.

Benzer şekilde yurtdışındaki FETÖ’cülere bu iddianame sayesinde kendilerini aklama fırsatı doğduğu konusunda hemen herkes hemfikir. Bizzat biliyorum ki ABD’deki birçok sivil toplum kuruluşunun her gün kapısını çalan gazeteci kılığındaki FETÖ militanları “Bakın Atatürkçü, laik iki gazeteciye bile FETÖ’cü deniyor, bu suçlamalar boş” diye propaganda yapmaya başladı. Çölaşan-Doğru olayıyla FETÖ liderinden Amerikan basınında aniden “rejim muhalifi” gibi yüksek bir payeyle bahsedilmesinin zamanlaması tesadüf mü?

AMA O YAZILARI YAZDILAR

Ama Doğru da Çölaşan da iddianamelere giren o yazıları yazdılar… 17-25 Aralık sürecini okuyamadılar, hükümetin devrileceğini hesap ettiler. O dönem Hürriyet gazetesi de abartılı derecede bu operasyonların yanında duruyordu mesela.

Bazen olayların sıcaklığıyla büyük resmi görmek mümkün olmayabiliyor; birçok ayrıntı toz bulutu arasında kayboluyor.

Tarihin bir ironisi Çetin Altan’la Emin Çölaşan’ı da aynı kayığa bindiriverdi. Altan, 12 Mart’ın hemen akabinde müdahaleye övgüler düzmüştü çünkü “solcu darbe” sanıyordu. 9 Martçılar’ın ekarte edildiğini görememişti, gerçek birkaç gün sonra ortaya çıktı. Dahası, Altan o günlerde iktidardan o kadar nefret ediyordu ki önceliği sadece devrilmesiydi. Darbe ona da bedel ödetti ama. Aslında 17-25 Aralık başarıya ulaşsa FETÖ’nün ilk kellesini alacağı isimlerden biri de Emin Çölaşan olurdu, ama “Ne olursa olsun Tayyip Erdoğan gitsin” inadı onun gözünü kör etti.

“Böyle gazetecilik olur mu” denebilir, gazetecinin kendisini iktidarın bir karşıtı (veya yandaşı) olan bir taraf olarak görmesinin sakıncaları üzerinde saatlerce tartışılabilir. Aynı zamanda bu gibi köşe yazarlarına basının çeşitliliği olarak da bakılabilir, basının kendi içinde dengeli bir yayın politikası yürüterek çok sesliliği sürdürmesi gerektiği de söylenebilir.

Ben bu öngörüsüzlük ve tek boyutlu bakış açısında iki gazetecinin yaşam tarzının, hayata yaklaşımlarının, rutinin esiri olmalarının da etkili olduğunu düşünüyorum.

Ama şimdi bu tartışmanın ne yeri ne zamanı. Asgari entelektüel ahlak işin içine hapis ihtimali, yargılama falan girince bu tartışmanın ertelenmesini şart koşar.

Eğer bir hesaplaşma gerekiyorsa bu keşke basın koridoruna, tarihe ve kamu vicdanına bırakılsaydı.

ÇOK OKUNANLAR
Yorumlar