Onu da Silivri'ye göndereceklerdi?..
dublajı yapandan rica edilse ve bir de Öcalan’ın sesinden bir CD doldurup PKK’lı bütün teröristleri polise teslim olmaları için çağrı yapsa…
ADNAN BERK OKAN
Sevgili Fatih (Altaylı)…
Dünkü köşende yayımlanan her makalen, altına imza atmaktan onur duyacağım kadar haklı ve doğru idi…
Ama…
İşim gereği, Erdal Şafak’ın Pazartesi (03.11.2014) günkü Sabah’ta başlığı altında yayımlanan makalesi için yazdıkların beni daha çok ilgilendirdi…
Ve…
Okurken yüreğimin de vicdanımın da aklımın da telleri titredi…
Sanki “mücrim” benmişim gibi…
Sevgili Fatih…
Medya dünyasına kırk yaşımdan sonra ve “tepeden ve torpilli” bir köşe yazarı olarak indiğim için Erdal Şafak’ı tanımam…
Ama…
Bir zamanlar “İyi” gazeteci olduğunu duyardım kimi dostlarından…
Ben de inanırdım…
İktidarla da muhalefetle de arasına mesafe koyduğu anlatılırdı…
O konuda da ikna olurdum…
Kim bilir?..
Belki de ikna olmak gelirdi içimden…
Belki de tecavüze hazır “Babı” gibiydim…
Şimdi bakıyorum da o günler artık bir “masal gibi”…
Şöyle diyordun...
Senin de dikkat çektiğin ve haklı olarak eleştirdiğin yazısı, Şafak’ın gazeteciliğinin nasıl da bozulduğunun kanıtıydı adeta…
Cumhurbaşkanlığı danışmanlarından biriyle konuşmuştu Şafak…
Danışman, Şafak’a, “17 / 25 Aralık darbe girişimi başarılı olsaydı Sayın Başbakan (O dönemin başbakanı) ve bakanlar tutuklanacak, hükümet devrilecek; bugün sen de Silivri’de olacaktın” demiş…
Sonra da o günlerde cemaatin Yargı’yı ve Emniyet’i nasıl ele geçirdiğini anlatmış dramatik bir ses tonuyla…
Şafak, danışmandan dinlediği o masalı “güzel” bir üslûpla …
Ve…
Sen haklı olarak şöyle diyordun:
“17 Aralık 2013 günü AK Parti, 11 yıl 1 aydır iktidardaydı.
Yani tüm bu kişileri atayan kararnamelerin altında AK Parti hükümetlerinin ve bakanlarının imzası vardı.
11 yıl boyunca bunu fark etmediniz ve bu atamaları yaptınız.
Ve şimdi ‘Kandırılmışız’ diyorsunuz.
Bakalım daha nerelerde kandırılmışsınız göreceğiz.”
Algı operasyonu...
Bana yıllardır “İyi gazeteci” olarak yutturulan Erdal Şafak cumhurbaşkanlığı danışmanıyla birlikte gözyaşı dökeceğine karşı sorularla muhatabını sorgulamalıydı sevgili Fatih...
“Ne dersin?.. Camii güzel olmuş mu?..” “Güzel ama” dedi çocuk dudak bükerek;“minare biraz yamuk!..” Sinan’ın çevresindekiler hemen itiraz ettiler: “ Olur mu öyle şey yahu?.. Çocuk işte...” Mimar Sinan söylenenlere itibar etmeyip kalfasına seslendi: “Hemen kalın bir ip bul ve minarenin tepesine çık da şu minareyi düzeltelim...” Kalfa da şaşırdı ancak "vardır bir bildiği" deyip ipi alarak minareye çıktı… Sinan aşağıdan seslendi: “İpi üçüncü şerefenin üstünden minareye bağla ve ucunu aşağıya sarkıt...” Kalfa Sinan’ın dediğini yaptı… Büyük mimar bu defa da çevresindekilere haykırdı: “Hep birlikte sıkıca tutun şu ipi ve iyice asılın!..” Çevresindekiler de emre uydular ipi tutup çektiler… Bu arada Sinan çocuğa bir kez daha sordu: “Nasıl?.. Şimdi minarenin eğriliği düzeldi mi.?..” Çocuk bir iki adım geri çekildi… Minareye daha dikkatli baktı… “Tamam” dedi, “Şimdi çok güzel oldu, dümdüz…” Çocuk bir süre sonra gitti... “Elbette minarenin düzgün olduğunu, iple çekilip düzelmeyeceğini sizler gibi ben de biliyorum lâkin bu ameliyeyi yapmasaydık çocuğun ‘minare yamuk’ lâfı bu camii yerinde durduğu sürece konuşulacaktı…” 17/25 Aralık operasyonunda gözlerimle gördüklerim ve kulaklarımla duyduklarımdan elbette etkilendim… Ama… Türkiye’mizin bir hukuk devleti olması gerektiği konusunda da ısrarlıyım… Haliyle… Gerek müstafi bakanlar ve mahdumlarının… Gerekse de kamu bankası genel müdürüyle, rüşvet verdiği iddia olunan genç işadamının… Ve elbette… Başbakanın evlatlarının da yargılama sonunda beraat etmelerini tercih ederdim… Elbette ben göremeyeceğim… Ama… Gelecek kuşaklar 17 / 25 Aralık ve o dosyalarda adı geçenler için hiç de iyi şeyler konuşmayacaklar… Benim ruhum ise en çok, halkın oylarıyla seçilmiş bir cumhurbaşkanının aleyhinde konuşulanlardan muazzep olacak… |
O danışmanın küçük bir çocuğa söylese “sen bunları benim külâhıma anlat” diye tersleneceği bir masalı okurlarına aktarıyordu Şafak...
Aman Allahım!..
Bir algı operasyonu…
Etkin bir gazetenin genel yayın yönetmeninin okurlarını, "17/25 Aralık’ta rüya gördüklerine” inandırmaya çalışması mesleğimiz adına tam bir felâket…
Oysa…
Temiz ahlâklı iyi bir gazeteci, danışmanın anlattıklarını dinledikten sonra tavır koyup şöyle demeliydi danışmana…
Gülme lütfen…
Ne yani?..
Kamu bankası genel müdürünün evindeki o ayakkabı kutularından çıkan dolar ve Euro’ların görüntüsü düzmece miydi?..
Düzmece idiyse günah değil mi adamcağızı görevden aldılar?..
Ya, bakanlardan birine “işadamı“ kılıklı birinin “hediye” ettiği yedi yüz bin liralık kol saati?..
Bakan bey kendi adına tanzim edilmiş bir fatura gösteremeyince onun yerine “ Garanti Belgesi”ni göstermedi mi?..
Veya…
Bakanlardan birine çikolata kutuları içinde götürülen ve bizzat devletin polisi tarafından görüntülenen o dolar ve Euro’lar için neden bir açıklama yapmıyorsun?..
Ya da bir başka bakanın oğlunun evinde çıkan devasa para kasaları ve paralar da mı yalan?..
O kasaları ve paraları paralelci polis mi koydu oraya?..
En önemlisi, başbakanın oğluyla yaptığı konuşmalar…
Eğer o konuşmalar dublaj ise, o dublajı yapandan rica edilse ve bir de Öcalan’ın sesinden bir CD doldurup PKK’lı bütün teröristleri polise teslim olmaları için çağrı yapsa…
Gülme lütfen…
Ben çok ciddiyim…
Daha da ilginci…
Dört bakanı neden istifa ettirdi dönemin başbakanı?..
Günah değil mi o insancıklara?..
Yoksa bütün bu olan bitenleri, içinden dolar ve Euro fışkıran ayakkabı kutularını…
Para kasalarını…
Çikolata kutularından çıkan rüşvetleri, paralelci hoca bizleri efsunladığı için hayalimizde mi gördük?..
Efsunlanmadıysak…
Ve hayalimizde de görmediysek eğer…
Bütün bu gördüklerimizi, dinlediklerimizi bu anlattığın öykünün neresine koyacağız?..
Ve benim için en önemlisi...
Beni niye Silivri’ye göndereceklerdi?..
Benim evimdeki ayakkabı kutularından Euro ve Dolar fışkırmadı ki?..
iktidar yağcılığı...
Erdal Şafak eğer gerçekten de bana yıllar önce anlatıldığı gibi “İyi bir gazeteci” olsaydı işte bunları veya bunlara benzer şeyler söylerdi…
Ama o bunları diyeceğine, anlatılan masala anlatanla birlikte ağlıyor…
Ve haliyle “gazetecilikten” başka her şeyi de yapmış oluyor…
Ne dersin Fatih?..
Erdal Şafak her zaman böyleydi de dostları bizi (En azından beni) mi kandırıyorlardı?..
Yoksa Erdal Şafak yaşı ilerleyince gazeteciliğin “iktidar yağcılığı yapıp zengin olmak” olduğuna mı karar verdi?...