Ölümün kıyısından dönmek nasıl olur?..
Nietzsche’nin, "Hayatı kaybetmenin kıyısına yaklaşanlar, onu daha iyi tanırlar" dediğini de hatırlatmadım…
Geçenlerde bir yazar arkadaşı aradım cep telefonundan…
Bir haberimizle ilgili görüşlerini öğrenecektim…
Müsait değildi…
Sonra “döndü” aradı beni…
Keşke aramasaydı…
Keşke dönmeseydi…
Çünkü…
En ünlü döneklerimizden biri olmasına karşın, “telefonlara ise dönmeyen” biri olduğunu öğrenecektim…
Sonra da telefon ettiğimi unutacaktım…
Ama… Ama… Ama…
Öyle bir dönüştü ki bu…
Hasta yüreğim alev aldı bir kevgir gibi…
Mısır yerine sinir hücrelerim patlamaya başladı bedenimde…
Silip atmak istedim kafamdan, beceremedim…
O sırada yatıştırılmaya çalışıldım canım karıcığım ve sevgili Hadi Özışık tarafından…
Ben de onları dinleyip yatışmak istedim ama…
Bir taraftan yüksek şeker…
Diğer yanda yüksek kolesterol ve tirigiliserit…
Ve son tahlilde (yok canım Marksist falan değilim) öğrendiğim aşırı yüksek CRP (C-reaktif protein) yaptı her zamanki gibi yapacağını…
Doktoru gördüğümde başımın ucunda, ondan önce dışarıya baktım…
Denize…
Dilimden Orhan Veli’nin dizeleri döküldü…
Her gün bu kadar güzel mi bu deniz?
Böyle mi görünür gökyüzü her zaman?
Her zaman güzel mi bu kadar,
Bu eşya, bu pencere?
Değil,
Vallahi değil;
Bir iş var bu işin içinde.
Deniz harikaydı…
Gökyüzü de…
Ama doktor arkadaşın başucumda bulunmasında bir iş vardı mutlaka…
Neyse…
Azrail olacağına doktor olsun varsındı…
İkincisi hem dostumdu ve hem de öbür tarafa gitmek istesem de beni bırakmamayı görev edinmişti…
Birincisi ise götürdü mü bir daha geri dönüş yoktu…
“Altmışlık çocuk korkuttun bizi” derken yüzünde azarlayıcı bir gülümseme vardı…
“Yahu ben sizi korkuttuysam başkaları da beni korkuttu(!)..”
Yok canım diyemedim bunu…
Demem de zaten…
Neyse…
Tansiyonum da 21/15 miş en son karım ölçtüğünde…
“Sinirlenmeyeceksiniz” dedi doktor emredici bir ses tonuyla…
“Söylemesi kolay, gel sen ol da sinirlenme” de diyemedim…
Nietzsche’nin, "Hayatı kaybetmenin kıyısına yaklaşanlar, onu daha iyi tanırlar" dediğini de hatırlatmadım…
Ölümle burun buruna gelmese bile ölümü en iyi tanıyanlardandı mesleği icabı…
Sonra?...
Daha sonra, yatıştırıcı meleklerimden birinin, “Sana söylediklerinden pişman” sözlerini hatırlamaya çalıştım…
Çok gerginmiş de…
Yeni bir ameliyat olacakmış falan…
Bahane nasıl ama?..
“Sana söylediklerinden pişman” yapıştırıcısı (yatıştırıcı değil) kulaklarımda çınlarken, “Allah’ım ben hatırlamayı biliyorum, sen bana unutmayı nasip et Ya Rabbim!” sözü dilimin ucunda dönüp duruyordu…
Ama İsrail’in ilk başbakanı Ben Gurion’un, “Bağışlayın ama asla unutmayın” deyişi, Grasham’ın “Kötü para iyi parayı kovar” kuramı gibi o güzelim sözü kovuyordu dilimin ucundan…
Hhhııhhh…
Bağışlayacaksam neden unutmayacaktım ki?...
Unuturum giderdi…
Ya da unutmayacaksam bağışlamanın ne âlemi vardı?..
Punduna getirdim mi alıverirdim intikamımı…
Sonunda, Ben Gurion’u değil, “Allah’ım ben hatırlamayı biliyorum, sen bana unutmayı nasip et Ya Rabbim!” diyen, adını hatırlamadığım o bilge kişiyi dinlemeye karar verdim…
Hem bağışladım…
Hem unuttum…
Ama bundan sonra o kardeşi ciddiye almamaya karar verdim…
Köşesinde “Ben son peygamberim” dese bile (ki diyebilir) görmezden geleceğim…
Fiziki olarak gördüğüm yerde selâm vermeyeceğim…
Verirse, selâmını da almayacağım…
Ve o arkadaşı yıllardır yakından tanıyan hemen herkes, “kötüdür O… Hem de tahmin edemeyeceğin kadar kötü” demiyor muydu?..
Hem, Sadi de, "Kötülere iyilik yapmak, iyilere kötülük etmektir" dememiş miydi?..
Barışmak istediğini söylediği bir başka kardeşimizle barışıp barışmayacağını sormuştum o gün…
Zaten o konudaki görüşünü almak için aramıştım…
“Ben ironi yaptım, Onunla kafa buldum” deyince, tartışma (hatta telefon kavgası) işte o riyakârlığından dolayı patlak vermişti aramızda…
Hâsılı…
Kötüleri affetmeğe “evet” ama…
Onların güçlerinden korkmaya “hayır”…
Üç-beş dejenere tipin orta yerinde spiral gibi dolaşmaktansa, dağ başında rüzgârların kırdığı ama bükemediği yalnız bir telefon direği olmayı tercih ederim…
Şimdi nasıl mıyım?..
Bomba gibi…
En azından öyle olduğumu hissediyorum…
Öyle olmalıyım…
Çünkü bir günden daha fazla hastalanmak benim için lükstür…
He he he……