Öfkeyi bırak, Barlas’a bak
"Şanslı insanlarız; seste Eda Hanım, kanunda Göksel hocam, muhabbette Mehmet Barlas..."
Levent Kırca, "Aç gözünü seyret tekrarı yok bunun" diyordu ama halen rastgele "zap" yaparken Kırca'nın o oyunlarından biriyle karşılaşabilirsiniz. Oysa radyo programlarını (en azından radyo Alaturka'nın) tekrarı yok.
Seçil Süslü'nün dün saat 15'te başlayan ve 17'ye kadar süren programından da ne kadar kulağımı açtıysam o kadar kapabildim.
* * *
Seçil Süslü ev sahibiydi.
Konuk ettiği üç kişiyi ise adını aklımda tutamadığım bir dinleyici çok güzel tanımladı:
"Şanslı insanlarız; seste Eda Hanım, kanunda Göksel hocam, muhabbette Mehmet Barlas..."
Dinleyicinin sözlerine aynen katıldım.
* * *
Radyo Alaturka'da Seçil Süslü'nün hazırlayıp sunduğu o harika sohbetlerden birini dinledim her zaman olduğu gibi.
Mehmet Barlas'ın "Eda Karaytuğ Çin'de olsa dinlemek için oraya giderim" deyişindeki zarafete bayıldım.
Eda Hanım'ı ve yorumlarını ilimle eş tutması çok hoştu.
Göksel Baktagir'le hiç karşılaşmadım. Radyo ve yaptığı bir CD (daha fazla vardır belki ama ben bilmiyorum) haricinde onu dinleme imkânım da olmadı ama babası Kanuni ve kemani Muzaffer Baktagir'le tanışıklığımız 50 yıl öncesine dayanıyor.
Sünnet düğünümde O kanun ve keman, dayıcığım da ud çaldı...
Ne müthiştiler ikisi de...
Kader, ilerleyen yıllarda onun kemanı eşliğinde şarkılar söyletti bana.
Dans orkestramızda (her zaman değil) o günlerin popüler düzenlemelerinden kimisinde keman çok hoş oluyordu.
Ajda Pekkan'ın "Boş vermişim, boş vermişim, boş vermişim dünyaya" isimli şarkısı, "Saklambaç"ı ya da Mary Hopkins'in "Those were the days"inde bilhassa..
Ve bir ara dans müziğine ara verdiğimizde yanıp tutuştuğum ama şefimiz izin vermediği Türk müziğinden iki eseri Muzaffer ağabeyin kemanı eşliğinde söyledim:
MEHTAPLI GECELERDE HEP SENİ ANDIM
İlki, Lemi Atlı'nın uşşak eseriydi
Siyah Ebrulerin duruben çatma,
gamze oklarını aşığa atma.
Sana gönül verdim beni ağlatma,
benim gözüm nuru gönlüm süruru.
İkincisiyse, Sevim Şengül'ün Uşşak eseri:
Mehtaplı gecelerde hep seni andım,
Belki gelirsin diye boş yere yandım
yeter sevgilim yeter çektiğim çile
* * *
Eda Hanım, Güngör Fahri Tüzün'ün bir Hüzzam eserini seslendirdi ki kendimi bir an, yıllar öncesine dönmüş buldum.
Kolunu elimizle çevirdiğimiz gramofon ve taş plâklar geldi geçti gözlerimin önünden.
Az sonra bu kez; sözleri ve bestesi Çinuçen Tanrıkorur'a ait bir eseri icra etti iki değerli sanatçı:
Ettiğin cevri bile kendime nimet bilirim
Küsemem bahtıma ben, sevmek kısmet, bilirim
Sevmek faslına lakin doyamam
vuslatına kendimi hasret bilirim
RADYO GÜNLERİ
Bu arada Göksel, Çinuçen Tanrıkorur'dan ders niteliğinde bir anekdot aktardı.
Değerli üstadımız, müziği balona benzetenlere, "Musiki bir balon mudur?" diye sorar ve devam edermiş, "musiki sınırsızlıklar ilmi olduğu için hiçbir şeye sığmaz."
Türk musikisine hâkimiyeti yıllar önce atılan sağlam bir temele dayanan Mehmet Barlas şöyle diyordu radyoda:
"Bizim ev sürekli müzisyenlerle doluydu. Onlardan dinledim ve bir de radyo. Her Türk çocuğu gibi".
"İnce saz"dan söz etti benim tüylerim ürperdi.
Kendi çocukluğuma döndüm.
"Radyo günlerimiz" dedi karımla göz göze geldik.
Evlendiğimizde televizyonumuz yoktu ama minnacık bir el radyomuz vardı.
Geceleri bile başucumuzda çalardı...
* * *
Barlas 22 yaşındayken 75 yaşında olan Elif Naci ile yaşadığı sevimli arkadaşlıktan bir anı nakletti.
Sirkeci'de bir akşamüstü. Radyoda, "akşam oldu yine de bastı kareler" çalıyor. Elif Naci'nin iki göz iki çeşme.
Neden mi?.
Balkan göçmeni Elif Naci, Sultanahmetteki çocukluktan ergenliğe geçiş yıllarını hatırlıyor da ondan.
Pencereden izleyip âşık olduğu komşu kızını ve annesinin bir gün akşamüstü gelip kendisini bir komşularının düğününe götürüşünü...
Elif Naci düğün evine gittiğinde ilk aşkını gelinlik içinde görünce dünyası yıkılıyor...
Gelin ve damadı zifafa giderken gördüğünde yaşadıklarını...
SAMİ DEĞİL METİN TOKER
Sonra Arif Sami Toker'den konu açıldı.
Barlas'ın anlattığı çok şirin bir anekdot da Arif Sami Beyefendi ile ilgiliydi.
Arif Sami Toker, bir kış günü Kars'ta buzlar, karlar arasında zorlukla yürümektedir.
O sırada ellerinde meşalelerle gelen köylüler "Arif Sami Toker buradaymış" diye sorarlar heyecanla.
Arif Sami Bey, Anadolu'nun en ücra köşesinde halkımızın müziği ve kendisini çok sevmesinden etkilenir. Az sonra da yanıldığını anlar çünkü köylüler "Toker" soyadını duyunca İsmet İnönü'nün damadı Metin Toker'in geldiğini zannetmişler...
İlâhi Arif Sami Bey...
O köylü sizi, damat Toker'den daha çok önemseseydi Kars bugün böyle fukara mı olurdu?..
* * *
Bu arada bilmeyenler (ben daha önce Barlas'ın yazılarından biliyordum) Arif Sami Bey'in, Fuad Edip Baksı'nın bir şiirini, Mehmet Barlas'ın eşi Canan Hanım'ın ağabeyi Can Paker doğduğunda onun için bestelediğini de öğrendiler.
Nihavend eserin sözlerini hatırlayacaksınız:
"Aşkımın ilkbaharı ilk heyecanım benim, sevgilim iki gözüm biricik canım benim. Eşi yok menendi yok, gönül sultanım benim"
Bu arada çok hoş bir tecahül-ü arif örneği de yaşadık.
Seçil Süslü, Arif Sami Bey'in eserini şiir olarak okudu.
Barlas nefis bir espri ile ortamı şenlendirdi:
"Bu sözleri benim için mi söylediniz?. Heyecanlandırdınız beni..."
Seçil Süslü mahcup bir ses tonuyla Arif Sami Bey'in şarkısı olduğunu hatırlatınca Barlas'ın sesi sahiden üzgün gibiydi:
"Ne yazık ki yanlış anlamışım..."
CAN PAKER HÜSRANI
Ve...
Bir başka nefis anekdot yine Barlas'tan geldi.
Eserin, kayınbiraderi Can Paker doğduğunda ve ailenin ilk çocuğu olduğu için onun adına bestelendiğini gazetedeki köşesinde yazınca bir dostu Barlas'a şöyle diyor:
"Teessüf ederim. Ben bu şarkıyı dinlerken hep güzel bir kadını hayal ederdim bundan sonra gözlerimin önüne ne yazık ki, Can Paker gelecek..."
* * *
Ve sonra...
Süleyman Erguner'in Hüzzam makamında bir eserini seslendirdi Eda Hanım.
Gördüm ki sarmış yârimi, etrafını ağyar
Canan kalmış hâr içinde gonca-i rana gibi
Bu arada Barlas, Prof. Önder Kütahyalı'dan söz etti. Doğuştan görme özürlü müzikolog Kütahyalı'nın "Türk müziği gönlü hoş etmek için yapılan bir müzik türüdür" dediğini aktardı. Prof. Kütahyalı, Türk müziğinin başlangıçta felsefi boyuttan yoksun olduğunu ama son zamanlarda felsefi boyut da kazanmaya başladığını söyler ama bir noktaya dikkat çekermiş:
"Türk müziği söz ağırlıklı olduğu için katılım müziğidir."
BİRAZ KÜL BİRAZ DUMAN
Eda hanım'ın az sonra Avni Anıl'ın, "Biraz kül biraz duman" isimli Nihavend eserini yorumlayacağı söylenince her zaman olduğu gibi yüreğim "pır pır" etti...
15 – 16 yaşım geldi gözlerimin önüne.
Gönül Akkor'un başrolünü Tamer Yiğit'le oynadığı ve eserin adını taşıyan siyah – beyaz film...
Yanlış hatırlamıyorsam Gönül Akkor'un ilk filmiydi...
Şehrimizin tabandan tavana yemyeşil hasırla kaplı Saray Sineması'nda kim bilir kaç kez izlemiştim o filmi. Filmi değil elbette, "Biraz kül biraz duman"ı Gönül Hanım'dan dinlemek için gidiyordum.
Ve tam da delikanlılığımın başındaydım.
* * *
Filmi izledikten çok kısa bir süre sonra lise müdürünün ve öğretmenlerimin de izniyle sahneye çıktım ama Türk müziği değil, dans müziği söylemek için çıktım.
Yedi yıl dans müziği yaptım. Ama beş yaşımdan beri ömrüm Türk müziği dinleyerek geçti. Klasik ya da fantezi benim için çok fark etmiyor. Her iki tarzı da kendimden geçerek ve saatlerce dinliyorum çünkü zamanım çok...
Ve bir uzun hava dinledik Eda Hanımdan:
Tükendi nakd-i ömrüm dilde bir sevda-yi ah kaldı
tevessül dilber-i yare benim arzum nigâh kaldı
derunum derdini lokmana gösterdim dedi eyvah
bu derdin def'ine çare eder ancak Allah kaldı
Daha sonra; Zeki Atıf Arıer'in Sabah makamında "Bir nigâh et kahr ile"si yorumlandı.
DÖN DOLAŞ YİNE BANA GEL.
Ve o güzelim halk türkülerimiz...
Beyaz giyme toz olur,
siyah giyme söz olur,
zaten bende talih yok
muradımız tez olur
salına salına da gel
haydi yavrum yavrum
dön dolaş yine bana gel.
Hemen ardından bir Selanik türküsü:
Bülbülüm altın kafeste
öter aheste aheste,
ötme bülbül yârim hasta,
ah neyleyim şu gönlüme
hasret kaldım sevdiğime.
Ben sana dayanamam yârim,
ben sana aldanamam.
"Türk müziğinde düet çok ihmal ediliyor."
Sadece düet mi ihmal ediliyor Barlas, sadece düet mi?.
Türk müziği, tamamen ihmal ediliyor, tamamen...