Nuray Mert: Beyaz şovmenden soytarıya dönüştü!
Uzun zamandır röportaj vermeyen Nuray Mert ile Sayım Çınar buluştu, bu söyleşi çok ses getirecek.
GAZETECİLER.COM - ÖZEL İÇERİK
SAYIM ÇINAR [email protected]
Ayağınız kırılmış. Geçmiş olsun.
Evet, beş hafta oldu, düz yolda yürürken oldu.
Öncelikle basından, ses duyurmaktan başlayalım. En önemli mecra sosyal medya gibi görülüyor son dönemde. Sosyal medyanın gücünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Özgürlükler sınırlanmaya çalışılıyor sürekli.
Bazısı reddeder, ben öyle değilim, ama çok yakından takip etmiyorum. Sadece alışkanlıklarım o yönde değil. Hâlâ yazılı metinlerleyim. Herhangi bir sosyal medya hesabım yok. Benim adıma bir şeyler yapanlar var, bana danışarak yapmaları gerekiyor, buradan adımla hesap açanlara söylemiş olayım. Sosyal medya kullanmıyorum. Hemen yorum yapayım insanı değilim. Dayanışma konularında, haberlerin gerçeğine ulaşmak için Twitter çok işe yarıyor. O manada önemini biliyorum. Ama her konuda yorum yap, polemik yap, bunu eğlenceli bile bulmuyorum. Fazla narsistik buluyorum bir yandan da.
Bağımsız haber sitelerinden alıyoruz çoğu haberi.
Benim yazılarımın başlangıcı da öyle. Ben aslında köşe yazarlığına medyakronik'le başladım. Kürşat Bumin'in teşvikiyle. Radikal'den teklif sonradan geldi.
"TEK ADAM TEK PARTİ REJİMİ VAR ARTIK"
Türkiye'deki gidişatı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şaşırtıcı bulmuyorum. Beş sene önceden olup biteceklerle ilgili değerlendirmeler yaptım. Ergenekonculukla bile suçlandım. Diktanın sivili mi olur dediler. Bugünün baş muhalifleri o gün Ergenekoncu diyordu. Misliyle gerçek oldu kaygılarım. Geldiğimiz yerde gerginlik ötesi bir şey var. Tek adam, tek parti rejimi var artık. Parti devleti, devlet partisi sürecini yaşıyoruz. Dayatmacı, otoriter, baskıcı bir tek parti rejimi var. Otoriter bir zihniyet hâkim ve bu zihniyet daha da popüler hale geliyor, toplumsal mobilizasyona doğru ilerliyor ki bu felaket demektir. Başkanlık sistemi dediğimiz şey de mevcut halin hukuki, kanuni hale getirilme çabası. Yıllarca laik çevreler "şeriat gelecek" dediler, nur topu gibi bir otoriter rejimimiz oldu. Cumhurbaşkanı, kaymakamlara yaptığı konuşmada "mevzuatı dinlemeyin, inisiyatif alın" dedi. Evirip çevirmeye meraklı arka plan değerlendirmeleri yapılıyor ama iktidardakiler ne istediklerini saklamıyorlar. De facto bir rejim var, o rejimin sorunlarıyla boğuşuyoruz. Toplumsal gerilim de böyle bir ortamda had safhada olur. Kanun kural olmaz, muhalefet edenler bastırılır.
"KILIÇDAROĞLU, DÜZEYSİZ ÜSLUBU, İTİŞİP KAKIŞMACI DİLİ DEVRALDI"
Muhalefet sorunu da var. Kılıçdaroğlu yeniden seçildi.
Kılıçdaroğlu çok beyefendi bir insan. CHP'yi demokratikleştirme konusunda önemli işler yapıyor. Muhalefetin kronik sorunları var. Kılıçdaroğlu seçimlerde ısrarla asıl mühim olan şeyi konuşmadı. Yıllar sonra sosyal demokrat olmaya karar verip seçimlerde sadece ekonomiden bahsetti, demokrasi özgürlük hukuk sorunlarından bahsetmedi. Kifayetsiz, isabetli olmayan şeyleri çok ciddiye aldı. Oysa birinci sorun demokrasi sorunu. Öyle bir yanlışla başlandı. İktidarın dilini devam ettirdi. Düzeysiz üslubu, itişip kakışmacı dili aynıyla devraldı. Madem bu başarılı oluyor ben de alayım dedi. Ama yeterince başarılı da olmadı. Bu ağız kullanılıyor diye muhalefet de bu dili kullanmamalı. Muhalefetin tek sorunu bu değil. Politik aktör olma sorunu var muhalefetin. Asıl sorunun ne olduğuna hala gelemedik. Demokrat, özgürlükçü olmamaları asıl sorun, gücü kaybedince mızıkçı olmaları. Muhalefet sorununa Kürtleri de dâhil ediyorum. İktidarın niyeti samimi olmayabilir, Kürt meselesini anlamamış olabilir, ama Kürtlerin buna nasıl yanıt verdiği de önemli. Maalesef verilen yanıt, demokratik siyaset zemininin ortadan kalkmasına yardımcı oldu. Körüklemenin alanı daraltacağını bilmeliydiler. Cizre'de olanlar, Sur'da olanlar, 90'ların gerisine düşülmesi çok önemli olaylar ve ciddi itirazlarınız olmalı. Kürtlerin yaşadığı bölgelerde yaşananlar siyasi iflas demek, insanlık faciası demek gerekiyor. Bunu da iktidara sorarız, kimse buna karışamaz. O onu yaptı, bu bunu yaptı noktasına getirilemez.
Barış sürecinde yol alınıyordu kimilerine göre.
Demek ki alınmamış.
Bu kadar çok ölüm yoktu deniliyor en azından.
Pek çoklarımızın çözüm sürecine dair bir fikri yok, kapalı kapılar ardındaydı. Hiç değilse iyi gidiyor, ölüm olmuyor diyorduk. Kürt meselesinin konuşulması açısından da fena olmadı, daha görünür oldu. Akil adamlar çok eleştirildi, ama toplumsal rehabilitasyon olması açısında önemli buluyordum. Zaten kuşkularımız vardı. Demokratik hiçbir adım atılmadı iki yıl boyunca parlamentoda. Kürt tarafı bizlere güvenmiyor musunuz dedi, hukukileşmemiş bir şeyin ters tepmesi olasılığı kaygı vericiydi, nitekim öyle de oldu. Dolmabahçe mutabakatının hiçbir hukuki karşılığı yok. Hiçbir hukuki tarafı olmayan bir işti. Seçim öncesiydi, seçimin demokratik yapılmasına dair bile bir adım yoktu, barajın düşürülmesin, barışın koşulu olarak görülmüyordu. Neyin pazarlığı yapılıyordu? Anlamadan da sona erdi. İktidarın nasıl baktığını biliyoruz ama iki yıldır iyi gidiyor diyen Kürt tarafının da sorumluluğu var. İyi giden neydi? Silahlı örgütle yapılan müzakere gizli kalabilir ama gerisi açık olmalıydı. Kimse sorgulamadı, sorgulayanlar da suçlandı. Daha fazla demokrasi görmedik. Daha az demokratik bir yer oldu Türkiye.
"MÜTHİŞ BİR GERİ TEPME YAŞANIYOR"
Hasan Cemal ve Tuğçe Tatari'nin kitapları toplatıldı.
90'lar işte tam da bu... Müthiş bir geriye gidiş. Tam da o yüzden hukuki demokratik çerçeveye almak lazım barış sürecini. Keyfiyete çok inandı iki taraf da. Dayanağı, garantisi var mı, soru buydu. Güvencesi olmayan adım geri teper. Bugün işinize gelir, yarın ters teper.
HDP meclise girmişken bunların yaşanması, Selahattin Demirtaş'ın son dönem çıkışlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Demokratik alan ortadan kalktı. İyi giden neydi, ne ters gitti bu açıklanmalıydı. Demokratik alan ortadan kalktı, tekrarlıyorum. HDP'nin zemini de ortadan kalktı. Başkanlık seçimi konusundaki ihtilaftan dolayı terörist ilan edildi HDP. Bu unutturulmaya çalışılıyor. Demokratik, meşru bir partiydi ama söylenmeyen kalmadı. Çözümden vazgeçme sinyalleri orada belliydi. Çatışmalı süreç başlayınca iktidarın istediği oldu, mesuliyeti orada Kürt tarafının. Buharlaştı bütün yapılanlar çatışmalı süreç kararıyla. HDP'nin yapacağı çok bir şey de kalmadı. Demokratik siyaset alanında küçük de olsa bir yer tutabilseydi, daha fazla işlev yüklenebilirdi. Yapmadı mı diyeceksiniz. Özerklik ilanları, fiili durum yaratmadır. PKK, devrimci bir stratejiyi izleme kararı almış olabilir, demokratik alanda mücadele edenler destek vermek zorunda değiller. HDP karar vermeli, Kürt siyasetinin isyancı, devrimci tarafının taşıyıcısı mı, arada bir mevzi mi, buna karar vermeli.
"PESPAYE ORTALI ESAS ALIP GEÇMİŞİ GÜZELLEMEYE ÇALIŞMAYALIM
O GEÇMİŞ YÜZÜNDEN BU DURUMDAYIZ"
Tanımadığımız bir takım gazeteciler ortaya çıktı, hedef alıyorlar, ahkâm kesiyorlar, yazı dili olarak kabalar, yazdıklarını okutuyorlar ama duruşları da üslupları da çok problemli. Bu tip gazetecileri eleştiren yazılar yazdınız. Tarafsız gazetecilere nasıl ulaşacağız?
Eleştiri yazmadım. Eleştiri yazmayı zül sayarım. Bu tarz insanları, çıkışlarını hazırlayan ortamı tanımlayan yazılar yazdım. Herkes de böyle yapmalı bence. Ciddi olanlar en azından. İkincisi bu bir vaka. Otoriter rejimlerde olan bir şey. Taraftarlar kalabalığı gerekir, eline kalem alan çıkar. Taraftarlıkta risk yoktur, kazanan vardır. Bir koy beş al mantığıyla çıkan çok olur. Böyle bir ortamın bakterileri oluşturması çok normal. Tek tek şahıs olarak ciddiye almıyorum. Seviyelerini de tartışmak anlamsız. Bir siyasi fikir üretecek insanlar değil ki. Böyle bir iktidar ortamı olmasa kimse iki satırlarını okumaz. İktidar partisinin ideolojik tarihinde de isimleri yok. Otoriter rejimin ortaya çıkardığı sıradan insanlar. Polonya'da yayınlanan gazeteyi Lehçe bilip okuyabilseniz orada da vardır, Macaristan'da da vardır. Özgün zannediyorlar ama tıpatıp aynı. Tarihsel bir vaka. Atalarla övünmek, aydın düşmanı olmak... Ortak özellikleri bunlar. Popülist dalgadır bu. Türk basını da hiçbir zaman güllük gülistanlık değildi. Pespaye ortamı esas alıp geçmişi güzellemeye çalışmayalım, o geçmiş yüzünden bu durumdayız. Türkiye'de basın, medya hiçbir zaman özgür değildi. Görünür olanlar şimdi kurban olmaya başlayınca dikkat çekmeye başladı. Gazetecilerin öldürüldüğü ortamları çok yaşadık. Sol kesimin bastırıldığı dönemler yaşandı. Medya da bu duruma uyum sağlamıştı. Tek parti dönemine bakın, darbe dönemine bakın. Ana akımla iktidar uyuşamıyor bugün, hepsi bu. Herkes herkesle kavgalı olduğu için belirli özgürlük alanları oluyordu eskiden. 28 Şubat'ı alkışlayanlardır bugün yazanlar. "Dedem çarık giyerdi bunları unuttun mu" türküsü gibi. 28 Şubat'ı çok yakından yaşadım, kimin nasıl tavır takındığını da çok iyi hatırlıyorum. Desteklerini çok iyi hatırlıyorum.
Yazılı basında Hürriyet Radikal Milliyet'ten sonra şimdi Cumhuriyettesiniz. Daha iyi hissediyor musunuz?
Şu bakımdan iyi: Yazılı basında nefes alacak nokta kalmadı, Cumhuriyet var bir tek. Ama yüzde yüz örtüşmedim hiçbir zaman hiçbir gazeteyle. Tartışma ortamı olan gazete iyi gazetedir. Köşenizin başında komşu olduğunuz isimle bile tartışma içinde olabilirsiniz. Bir muhalefet alanı Cumhuriyet. Can'ın ısrarıyla yazmaya başladım. Cumhuriyet'e de solun temsilcisi diyecek değilim. Demokratik bir atılım içerisinde. Dört dörtlük hissetmedim hiçbir zaman, şimdi de öyle. Sürdüğü sürece tabii. Öyle bir ülke ki nefes alanları bir günde tıkanabilir.
"İKTİDAR PARTİSİNİN ZİHNİYETİ MASAL PADİŞAHLIĞI DÜZENİ"
Gül ve Dündar içeride. Davaları sürüyor. Onlar dışında da birçok gazeteci içeri girdi.
İçeri almak bile kendi içinde otoriter rejim emaresidir. Her dönemde böyleydi zaten. Bahane her zaman olur. İktidar bütün muhalefet alanlarını kapatmak istiyor. Kendi içinde bile bazılarına tahammül edemiyor. Böyle bir ortamda haklı haksız tartışılamaz, her şey o kadar ortada ki. Ortada bir hukuk olmadığını herkes biliyor. İktidar çevresi de artık bunu gizlemiyor. İktidar partisinin zihniyeti masal padişahlığı düzeni...
Hakkaniyetli olduklarını düşünüyorlar. Kuvvetler ayrımıymış, basın özgürlüğüymüş hiçbir önemi yok.
Televizyon izliyor musunuz?
Haber izliyorum, zap yaparım zaten. Tartışma programlarına da bakarım, kimler karşı karşıya gelmiş bakarım. Takdir edersiniz ki çok özgürlükçü bir tartışma ortamı yok. Sahici bir fikir tartışması yok. Kendimi geçtim, kırmızı listede olmayanlar bile, tolere edilmiyor, en kısık ses bile susturuluyor.
Beyaz'ın başına gelenleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
O programda olanlar Türkiye için izah edici. Özgürlüklerin geldiği noktayı görüyoruz. Birinin televizyona bağlanıp "insanlar ölüyor" demesi terör suçu artık. Programcısı, şovmeni linç ediliyor. Bu felaket. Sonra da o şovmenin yalvar yakar olması... Bu da bir gösterge... "Yaşasın PKK" denilse programında, buna katılmadığını söyleyebilir, tamam. Ancak iktidar haksızca üstüne gelirken, "insanlar ölmesin, çocuklar ölmesin dedi, bunda ne var" demek yerine yalvarırsa bu olmaz. Kolektif suç bu demek... Kişiler, bireyler tek tek politik olmayabilirler, kaygı sahibi olmayabilirler. Ama gelip kapına dayanıyor. Ve insani bir şey söylüyor programında. Buna sahip çıkmazsanız bu ortam tabii devam eder. İşini kaybetmesi yüzde yüz olana, işçiye, memura bir noktaya kadar tamam diyebilirsiniz ama gücü olanın, yükünü tutmuş olanın kıvırmaya devam etmesi bu ortamı da devam ettirir. 30 senedir yükünü tutmuş bir adamın bile tırsması bu ülke hakkında buraya nasıl geldik konusunda önemli bir ipucu veriyor. Bu yaptıklarıyla Beyaz, şovmenden soytarıya dönüştü. Hâlâ çıkıp komiklik yapması şovmenlik değil soytarılıktır.