NTV'de İsmail Beşikçi bombası
NTV İsmail Beşikçi'yi rötartlı da olsa canlı yayında ağırlayarak bir ilke imza atarken, Banu Güven 'sansür mü uygulandı?' sorusunu yanıtladı.
GAZETECİLER.COM
Banu Güven, İsmail Beşikçi'yi NTV ekranlarında rötarlı olarak konuk etti. Dün duyurusu yapılmasına rağmen yayınlanmayan program 'NTV'de Beşikçi sansürü mü uygulandı?' sorularına yol açmıştı.
Banu Güven programın açılışında önceki gün neden ekranda olmadıklarını da açıkladı. Güven, İsmail Beşikçi'yi Ankara stüdyosundan canlı yayına bağlarken yaşanan bazı teknik sorunlar nedeniyle programı ertelediklerini söyledi. Programın açılışında uzun bir İsmail Beşikçi tanıtımı yapan Güven, ünlü sosyoloğun ilk kez bir canlı yayına katıldığını hatırlatırken bununla onur duyduklarını vurguladı.
Kürt sorunu üzerine sayısız kitap ve araştırmasıyla tanınan Beşikçi, 17 yıllık hapis hayatı ve sayısız yargılama sonucu akedemik dünyadan da uzaklaştırılarak adeta 'sakıncalı aydın' muamelesi gördü. NTV, medyada da 'sakıncalı' bulunan Beşikçi'yi canlı yayında ağırlayarak bir ilke imza atmış oldu.
BEŞİKÇİ RÖTARINDAN KALAN İKİ SORU
Diğer yandan NTV'deki Beşikçi rötarı akıllarda iki soru bıraktı. Önceki gün gerçekleştiği söylenen bağlantı sorununun, NTV gibi bir kanalın imkanları düşünüldüğünde nasıl bir teknik aksaklık olduğu anlaşılamadı. Ayrıca duyurusu yapılan bir programın ertelenmesi durumunda izleyiciye saygı gereği neden bir açıklama yapılmadığı da yanıt arayan bir diğer soru.
İşte Beşikçi'nin konuşmasının tam metni:
TOPLUMSAL ÇÖZÜMÜN YERİ YARGI DEĞİL!
Herhangi bir yazıda gerilla, savaş demeniz bir savaş oluşturuyor. Türk siyasal hayatında mahkemelerin devreye sokularak konuşan kişileri susturmaya çalışılmaktadır. Halbuki üniversiteleri daha etkin kılarak sorunun toplumsal dayanaklarının tartışılmasının önemli olduğunu söylemek gerekir. Mahkumiyete neden olan yazı 1920'lere ilişkin bir analizdir. Bu analizde Kürt sorununun temelleri konuşulmaya çalışıyor. Türk siyasi hayatının şöyle bir özelliği var. Toplumsal hayatını yargı ile çözümlemek. Resmi ideoloji Türkiye'de hala çok etkin ve belirleyici bir kurumdur. Resmi ideoloji bilim, sanat ve üniversiteyi yönlendirir.
KÜRTLÜK ÖNCE ÜNİVERSİTELERDE REDDEDİLDİ!
Siyasal Fakülteleri'nde 1950'lerde uygulanan bir program vardı. Yaz aylarında uygulanıyordu. Ben de bu program çerçevesinde Elazığ'a gitmiştim. 27 Mayıs'tan sonra Türkiye'nin siyasal gündeminde çok çeşitli konular geldi. Örneğin basın özgürlüğü, toprak reformu, çift meclis vs. Bu konulardan birisi de Türkler'in Kürtlüğü idi. Fahrettin Kırızoğlu, Mehmet Şerif'in kitabı o günlerde çok konuşuluyordu.
PEKİ BU TERCÜMANLAR KİM OLUYORDU?
O kitaplarda Kürtler'in Türk olduğundan bahsediliyordu. Ben Elazığ'a gittiğimde, kaymakamların köylülerle ilişkilerinde tercüman olduğunu farkettim. Tercüman kaymakamlıkta çalışan bir çaycı, bir imam tercüman olarak kullanılıyordu. Bu ilgi çekici bir olaydı. Ankara'da Kürtler'in Türklüğü anlatılıyordu. Her hocanın masasında 'Doğu İlleri Varto Tarihleri' vardı. O kitapta Kürtler'in olmadığı ve Kürtçe diye bir dilin olmadığı iddia ediliyordu.
1967'DE ÜSTÜSTE İHBARLAR GELİYORDU
1967'de doğu mitingleri oldu. Diyarbakır, Silvan, Batman, Siverek gibi yerlerde yapıldı. Ben de o mitingleri izledim. O zamanlar teksir vardı. Metingler teksirle çoğaltılıyordu. Doğu mitinglerin analizim teksirle yayınlandı. Ondan sonra bu ihbarlar gündeme geldi. O günlerde Forum dergisi yayınlanıyordu. Hasan Hüseyin Korkmazgil çıkarıyordu.
İKİ ORDİNARYÜS PROFESÖRÜN İMZASI VAR!
Sonra idari soruşturma açıldı. Kürtler Türk değil mi? gibilerinden. 1970'de üniversiteden görevime son verildi. Ant Dergisi'nde bir yazım çıktı. 12 Mart'a henüz gelinmemişti. O dergide doğuda geri bırakılmışlığın oluşumu bir yazı vardı. O yazıdan dolayı İstanbul Basın Mahkemesi'nde dava açıldı. Orada bilirkişi raporunda Kürt'ten söz ederek Türk milli duygularını zedelendiğinden bahsediliyordu. Halbuki herkes Türk'tür ve Türkçe konuşur deniliyordu. Bu raporda iki ordinaryüs profesörün imzası vardır. İşte bu resmi ideolojinin uygulamasıydı. Bilim özgürlüğünde sınırsız düşünce vardır.
HAPİSHANEDEKİ ALBAYIN CEVAP VEREMEDİĞİ SORU
1980'de İstanbul Toptaşı Cezaevi'ndeydim. Beni cezaevi müdürün odasında bir albayla görüştürdüler. Orada bir albay bana Kürt diye bir halkın olmadığını ve Kürt dilinin olmadığını söyledi. Benim neden aykırı şeyler yazdığımı sordu. Yaklaşık 6-7 dakika konuştu. Ben kendisine bir soru sorabilir miyim dedim. Oğuz Türkleri'nin Anadolu'ya geldiklerinde burada kim vardı diye sordum. Bunları bir süre konuşacağız diyerek odadan çıktı.
4 EYLÜL GECESİNDE HAYLİ HIRPALADILAR!
Ertesi gün ben tek kişi olarak Sakarya Cezaevi'ne sürgün edildim. 4 Eylül'ü 5 Eylül'e bağlayan geceydi. Benim yazar olduğumu falan öğrendiler. O esnada 'bunun parmaklarını kıralım eli kalem tutamasın' dediler. Daha sonra da 12 Eylül geldi. Arkadaşlarım bana muhafaza etmem için para vermişlerdi. Üzerimde para çıkınca idare bu durumu örgütün paraları olarak değerlendirdi. O gece çok hırpalamalar olmuştu.
KÜRT KONUSUYLA İLGİLENMEK GEREKİRDİ ÇÜNKÜ...
Bir şeye inanmak önemli. Bilime inanmak önemli. Toplumsal bir olayı kavramaya çalışıyorsunuz. Filistin, Güney Afrika sorununu da anlatabilirsiniz. Ama çok daha yakın olduğunuz için Kürt sorunu sizin bilincinize daha çok yansıyor. Bu konuyla ilgilenmek gerekir diye düşünüyorsunuz, bilimin gereği diye düşünüyorsunuz.
BEN SUÇ İŞLEMEDİM Kİ BERAAT İSTEYEYİM!
Ben davalarda beraat istemedim çünkü beraat suçla ilgili bir şeydir. Halbuki benim düşüncemi ifade etmemde bir suç yoktur. O bakımdan beraat istemem anlamlı değil. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvurmadım. AİHM devlet terörüne sınırsız destek veren bir makamdır. Teröre karşıyız diyerek devlet terörüne sınırsız bir destek verdiği için ben başvuruya gerek duymadım.
AİHM DEVLET TERÖRÜNÜ DESTEKLİYOR
9 Kasım'da Şemdinli'de bir olay olmuştu. İyi çocuklar Şemdinli'yi bombalamıştı. Bunun üzerine Avrupa'nın hiçbir kurumu JİTEM ve güvenlik güçlerinin faaliyetini eleştirmediler. Ama PKK diyelim ki karakollara saldırı yaptığı zaman Kürtler'i eleştirmekte yarış ettiler.
DEMOKRATİK AÇILIM ÖNEMLİ AMA...
Demokratik açılım veya Kürt açılımında yaşayan bir olay var. Kürt sorunu konusunda konuşmalar oluyor, tartışmalar oluyor. Bunun ben önemli olduğunu düşünüyorum. Çözümden önce şunu düşünmek gerekir. Kürt sorunu dediğimiz olay nasıl bir olaydır. Bunun temelleri nelerdir? Bunun konuşulması ve tartışılması önemlidir. Bunun için basının ve üniversitenin daha özgür olması lazımdır. Çözümden önce böyle bir ortamın hazırlanmasının önemli olduğunu düşünüyorum.
ERDOĞAN İÇERİDE BAŞKA DIŞARIDA BAŞKA!
Hükümet burada adım atmalı. Örneğin anadilinde eğitim konusunda hükümet çok karşı çıkıyor. Hükümet yeni bir anayasa düşünüyor. Genel af olmayacak, anadilde eğitim olmayacak diyor. Hükümet olmazlardan bahsediyor; halbuki olabilirden bahsetmesi lazım. Başbakan Erdoğan Almanya'da Türk okulları istiyor ama Türkiye'ye döndüğü zaman 'Benden anadilde eğitim talebinde bulunmayın' diyor. Bu çok çelişkili bir düşünce. Başbakan Kıbrıs'ta, Filistin'de ne istiyor? Ama Türkiye'de 20 milyon Kürt'ün ana dilde eğitimine şiddetli bir karşı duruş sözkonusu. Önce hükümetin adım atması gerekiyor.
Banu Güven, İsmail Beşikçi'yi NTV ekranlarında rötarlı olarak konuk etti. Dün duyurusu yapılmasına rağmen yayınlanmayan program 'NTV'de Beşikçi sansürü mü uygulandı?' sorularına yol açmıştı.
Banu Güven programın açılışında önceki gün neden ekranda olmadıklarını da açıkladı. Güven, İsmail Beşikçi'yi Ankara stüdyosundan canlı yayına bağlarken yaşanan bazı teknik sorunlar nedeniyle programı ertelediklerini söyledi. Programın açılışında uzun bir İsmail Beşikçi tanıtımı yapan Güven, ünlü sosyoloğun ilk kez bir canlı yayına katıldığını hatırlatırken bununla onur duyduklarını vurguladı.
Kürt sorunu üzerine sayısız kitap ve araştırmasıyla tanınan Beşikçi, 17 yıllık hapis hayatı ve sayısız yargılama sonucu akedemik dünyadan da uzaklaştırılarak adeta 'sakıncalı aydın' muamelesi gördü. NTV, medyada da 'sakıncalı' bulunan Beşikçi'yi canlı yayında ağırlayarak bir ilke imza atmış oldu.
BEŞİKÇİ RÖTARINDAN KALAN İKİ SORU
Diğer yandan NTV'deki Beşikçi rötarı akıllarda iki soru bıraktı. Önceki gün gerçekleştiği söylenen bağlantı sorununun, NTV gibi bir kanalın imkanları düşünüldüğünde nasıl bir teknik aksaklık olduğu anlaşılamadı. Ayrıca duyurusu yapılan bir programın ertelenmesi durumunda izleyiciye saygı gereği neden bir açıklama yapılmadığı da yanıt arayan bir diğer soru.
İşte Beşikçi'nin konuşmasının tam metni:
TOPLUMSAL ÇÖZÜMÜN YERİ YARGI DEĞİL!
Herhangi bir yazıda gerilla, savaş demeniz bir savaş oluşturuyor. Türk siyasal hayatında mahkemelerin devreye sokularak konuşan kişileri susturmaya çalışılmaktadır. Halbuki üniversiteleri daha etkin kılarak sorunun toplumsal dayanaklarının tartışılmasının önemli olduğunu söylemek gerekir. Mahkumiyete neden olan yazı 1920'lere ilişkin bir analizdir. Bu analizde Kürt sorununun temelleri konuşulmaya çalışıyor. Türk siyasi hayatının şöyle bir özelliği var. Toplumsal hayatını yargı ile çözümlemek. Resmi ideoloji Türkiye'de hala çok etkin ve belirleyici bir kurumdur. Resmi ideoloji bilim, sanat ve üniversiteyi yönlendirir.
KÜRTLÜK ÖNCE ÜNİVERSİTELERDE REDDEDİLDİ!
Siyasal Fakülteleri'nde 1950'lerde uygulanan bir program vardı. Yaz aylarında uygulanıyordu. Ben de bu program çerçevesinde Elazığ'a gitmiştim. 27 Mayıs'tan sonra Türkiye'nin siyasal gündeminde çok çeşitli konular geldi. Örneğin basın özgürlüğü, toprak reformu, çift meclis vs. Bu konulardan birisi de Türkler'in Kürtlüğü idi. Fahrettin Kırızoğlu, Mehmet Şerif'in kitabı o günlerde çok konuşuluyordu.
PEKİ BU TERCÜMANLAR KİM OLUYORDU?
O kitaplarda Kürtler'in Türk olduğundan bahsediliyordu. Ben Elazığ'a gittiğimde, kaymakamların köylülerle ilişkilerinde tercüman olduğunu farkettim. Tercüman kaymakamlıkta çalışan bir çaycı, bir imam tercüman olarak kullanılıyordu. Bu ilgi çekici bir olaydı. Ankara'da Kürtler'in Türklüğü anlatılıyordu. Her hocanın masasında 'Doğu İlleri Varto Tarihleri' vardı. O kitapta Kürtler'in olmadığı ve Kürtçe diye bir dilin olmadığı iddia ediliyordu.
1967'DE ÜSTÜSTE İHBARLAR GELİYORDU
1967'de doğu mitingleri oldu. Diyarbakır, Silvan, Batman, Siverek gibi yerlerde yapıldı. Ben de o mitingleri izledim. O zamanlar teksir vardı. Metingler teksirle çoğaltılıyordu. Doğu mitinglerin analizim teksirle yayınlandı. Ondan sonra bu ihbarlar gündeme geldi. O günlerde Forum dergisi yayınlanıyordu. Hasan Hüseyin Korkmazgil çıkarıyordu.
İKİ ORDİNARYÜS PROFESÖRÜN İMZASI VAR!
Sonra idari soruşturma açıldı. Kürtler Türk değil mi? gibilerinden. 1970'de üniversiteden görevime son verildi. Ant Dergisi'nde bir yazım çıktı. 12 Mart'a henüz gelinmemişti. O dergide doğuda geri bırakılmışlığın oluşumu bir yazı vardı. O yazıdan dolayı İstanbul Basın Mahkemesi'nde dava açıldı. Orada bilirkişi raporunda Kürt'ten söz ederek Türk milli duygularını zedelendiğinden bahsediliyordu. Halbuki herkes Türk'tür ve Türkçe konuşur deniliyordu. Bu raporda iki ordinaryüs profesörün imzası vardır. İşte bu resmi ideolojinin uygulamasıydı. Bilim özgürlüğünde sınırsız düşünce vardır.
HAPİSHANEDEKİ ALBAYIN CEVAP VEREMEDİĞİ SORU
1980'de İstanbul Toptaşı Cezaevi'ndeydim. Beni cezaevi müdürün odasında bir albayla görüştürdüler. Orada bir albay bana Kürt diye bir halkın olmadığını ve Kürt dilinin olmadığını söyledi. Benim neden aykırı şeyler yazdığımı sordu. Yaklaşık 6-7 dakika konuştu. Ben kendisine bir soru sorabilir miyim dedim. Oğuz Türkleri'nin Anadolu'ya geldiklerinde burada kim vardı diye sordum. Bunları bir süre konuşacağız diyerek odadan çıktı.
4 EYLÜL GECESİNDE HAYLİ HIRPALADILAR!
Ertesi gün ben tek kişi olarak Sakarya Cezaevi'ne sürgün edildim. 4 Eylül'ü 5 Eylül'e bağlayan geceydi. Benim yazar olduğumu falan öğrendiler. O esnada 'bunun parmaklarını kıralım eli kalem tutamasın' dediler. Daha sonra da 12 Eylül geldi. Arkadaşlarım bana muhafaza etmem için para vermişlerdi. Üzerimde para çıkınca idare bu durumu örgütün paraları olarak değerlendirdi. O gece çok hırpalamalar olmuştu.
KÜRT KONUSUYLA İLGİLENMEK GEREKİRDİ ÇÜNKÜ...
Bir şeye inanmak önemli. Bilime inanmak önemli. Toplumsal bir olayı kavramaya çalışıyorsunuz. Filistin, Güney Afrika sorununu da anlatabilirsiniz. Ama çok daha yakın olduğunuz için Kürt sorunu sizin bilincinize daha çok yansıyor. Bu konuyla ilgilenmek gerekir diye düşünüyorsunuz, bilimin gereği diye düşünüyorsunuz.
BEN SUÇ İŞLEMEDİM Kİ BERAAT İSTEYEYİM!
Ben davalarda beraat istemedim çünkü beraat suçla ilgili bir şeydir. Halbuki benim düşüncemi ifade etmemde bir suç yoktur. O bakımdan beraat istemem anlamlı değil. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvurmadım. AİHM devlet terörüne sınırsız destek veren bir makamdır. Teröre karşıyız diyerek devlet terörüne sınırsız bir destek verdiği için ben başvuruya gerek duymadım.
AİHM DEVLET TERÖRÜNÜ DESTEKLİYOR
9 Kasım'da Şemdinli'de bir olay olmuştu. İyi çocuklar Şemdinli'yi bombalamıştı. Bunun üzerine Avrupa'nın hiçbir kurumu JİTEM ve güvenlik güçlerinin faaliyetini eleştirmediler. Ama PKK diyelim ki karakollara saldırı yaptığı zaman Kürtler'i eleştirmekte yarış ettiler.
DEMOKRATİK AÇILIM ÖNEMLİ AMA...
Demokratik açılım veya Kürt açılımında yaşayan bir olay var. Kürt sorunu konusunda konuşmalar oluyor, tartışmalar oluyor. Bunun ben önemli olduğunu düşünüyorum. Çözümden önce şunu düşünmek gerekir. Kürt sorunu dediğimiz olay nasıl bir olaydır. Bunun temelleri nelerdir? Bunun konuşulması ve tartışılması önemlidir. Bunun için basının ve üniversitenin daha özgür olması lazımdır. Çözümden önce böyle bir ortamın hazırlanmasının önemli olduğunu düşünüyorum.
ERDOĞAN İÇERİDE BAŞKA DIŞARIDA BAŞKA!
Hükümet burada adım atmalı. Örneğin anadilinde eğitim konusunda hükümet çok karşı çıkıyor. Hükümet yeni bir anayasa düşünüyor. Genel af olmayacak, anadilde eğitim olmayacak diyor. Hükümet olmazlardan bahsediyor; halbuki olabilirden bahsetmesi lazım. Başbakan Erdoğan Almanya'da Türk okulları istiyor ama Türkiye'ye döndüğü zaman 'Benden anadilde eğitim talebinde bulunmayın' diyor. Bu çok çelişkili bir düşünce. Başbakan Kıbrıs'ta, Filistin'de ne istiyor? Ama Türkiye'de 20 milyon Kürt'ün ana dilde eğitimine şiddetli bir karşı duruş sözkonusu. Önce hükümetin adım atması gerekiyor.