Nihal Bengisu Karaca tahliyeleri yazdı:“Bırakalım ölsünler, bırakalım sürünsünler”
Habertürk yazarı Nihal Bengisu Karaca, Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak için verilen tahliye kararının kendisi için sürpriz olduğunu belirtti. Karaca Ilıcak'ın fazlasıyla yanlış açıklamalar yapmış olabileceğini fakat bu açıklamanın karşılığının meclisi bombalayan ve bombalama emrini verenlerle aynı cezaya mahkum edilmek olmaması gerektiğini ifade etti.
Habertürk yazarı Nihal Bengisu Karaca, Nazlı Ilıcak ve Ahmet Altan'ın tahliyesine ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Tahliye kararının kendisi için sürpriz olduğunu söyleyen ve buna ilişkin sosyal medyada da zehir zemberek paylaşımlar yapıldığına dikkat çeken Karaca, "Altan’ın ve Ilıcak’ın yanlışları, sizin/bizim de adaletin yanlış tarafında durmamızı gerektirmez. Ayrıca Türk hukuk tarihinde ilk kez uydurulmuş olan “Darbe çağrışımıyla subliminal mesaj içeren söylemlerde bulunma” suçunun giderinin de ederinin de bu kadar olması doğal." dedi.
Karaca yazısını şu sözlerle noktaladı: "3 yılın ardından, Adil Öksüz ele geçirilememiş, Bylock’taki hilenin binlerce insanı boşu boşuna yaktığı ortaya çıkmış, ünlü damatlar tahliye olmuş, Şaban Dişli Amsterdam’a büyükelçi atanmış ve zengin FETÖ’cüler parası neyse verip suçlanmaktan kurtulmuş iken 70’lerini devirmiş iki yazarın hapiste ölmesini dilemek normal değildir. Zaten sizler de normal değilsiniz."
“Bırakalım ölsünler, bırakalım sürünsünler”
Daha önce ağırlaştırılmış müebbet hapis cezaları verilen, istinaf mahkemesi tarafından da cezaları onanan Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak’ın cezaları Yargıtay 16. Ceza Dairesi tarafından bozuldu. Yargıtay iki yazarı da örgüt hiyerarşisi içinde görmedi, cebir ve şiddet yoluyla hükümete ve meclise darbe yapma suçu işlememişlerdi. Mehmet Altan beraat ederken Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak adli kontrol şartıyla tahliye edildi.
Sosyal medyada günlerdir söz konusu tahliyelere karşı zehir zemberek paylaşımlar yapanlar kusura bakmasın ama Altan’ın ve Ilıcak’ın yanlışları, sizin/bizim de adaletin yanlış tarafında durmamızı gerektirmez. Ayrıca Türk hukuk tarihinde ilk kez uydurulmuş olan “Darbe çağrışımıyla subliminal mesaj içeren söylemlerde bulunma” suçunun giderinin de ederinin de bu kadar olması doğal.
Yine de sürprizdi. Adalet Bakanlığı’nın hazırladığı yargı paketinin bazı olumlu tesirleri olacağını tahmin ediyor olsam da Nazlı Ilıcak ve Ahmet Altan’ın tahliyesi benim için de henüz beklenebilecek şeyler arasında değildi. Ben özellikle Nazlı Hanım’ın tahliye olmasına memnun oldum. Elbette Nazlı Ilıcak’ın 17-25 Aralık’tan 15 Temmuz’a gelene kadar pek çok yanlış açıklama yaptığını, Anti Erdoğancılık yapma adına hakikati zorladığını düşünüyorum. Ama, 1) Bunu yapan sadece Ilıcak değildi, şu an yerli milli ve ittifak ortağı olan bir partinin 17-25 Aralık sürecindeki tavrını hatırlıyoruz 2) Ilıcak geçen yıl Cumhurbaşkanı nezdinde milletten de özür dileyen bir mektup yazmış ve Erdoğan’a göndermişti, mektup yakınlarda medyaya sızmıştı 3) Ilıcak fazlasıyla yanlış açıklamalar yapmış olabilirdi ama ‘açıklama yapma’nın karşılığı meclisi bombalayan ve bombalama emrini verenlerle aynı cezaya mahkum edilmek, ağırlaştırılmış müebbet filan olamazdı, olmamalıydı.
Nitekim, annesini hasretle bekleyen Mehmet Ali Ilıcak’a tebrik için mesaj attığımda söylediği bir söz hem sevincimi arttırdı hem üzüntümü. Mehmet Ali Bey, “Annemin tahliyesinde sizin de payınız var” dediğinde içimden “Umarım doğru değildir” dedim. Çünkü bunu doğru kabul edersem, “Keşke daha erken yazsaydım” diyerek kendimi suçlamak zorunda kalırdım. Neyse ki, söz konusu tahliyelerin Adalet Bakanlığı’nın hazırladığı yargı paketinin oluşturduğu atmosferden kaynaklandığına ve AB ülkeleri ile ticarete ivme kazandırma, misal Gümrük Birliği anlaşmasının güncelleme müzakerelerini başlatma amacına matuf olduğuna kuşkum yok.
Sebep öncelikle ekonomi. Ekonominin normalleşmesi, Türkiye’nin üretebilmesi, Batılı ülkelere ihracat yapabilmesi Türkiye’nin yazarlarını gazetecilerini ‘subliminal mesaj vermekle’ suçlayıp müebbet hapse mahkum eden bir ülke görünümü vermekten uzaklaşmasına bağlı. Çünkü biz ülkesinden gaz enerji vs fırlayan İran değiliz. Türkiye ancak serbest ticaret anlaşmaları ve serbest piyasa koşullarının gereksindiği özgürlüğü sağlayarak yani ticaret yaparak ayakta kalabilecek bir ülke.
Sonuç itibariyle ekonomik krizin yarattığı normalleşme baskısı, bazen demokratik hukuk devleti adına bir adıma vesile olabiliyor
Ancak elbette, söz konusu mahkumiyetlerin yasal zemininin kırılgan olması ve yaşlı başlı yazarların darbecilikle suçlanarak cezaevi şartlarında ölüme mahkum edilmesinin merhamet sahibi insanları rahatsız etmesiyle başlayan bir kamuoyu baskısı olmasaydı, yargı da yürütme de normalliğin ve adaletin hangi yollarla tesis edileceği konusunda bir arayışa girmezdi. Çorbada tuzum varsa ne mutlu. O yüzden 30 Eylül 2019’da yayınlanan ve “Nazlı Ilıcak’ın mektubu Erdoğan’ın eline geçmedi mi?” başlığını taşıyan yazıyı gönül rahatlığı ile hatırlatmak isterim.
“HUKUK BANA LİMAN, ÖTEKİNE SOPA OLSUN” TALEBİ DELİLİKTİR
Bazıları söz konusu tahliyeler FETÖ’nün ‘asıl’ çeteci güruhunun da yakında dışarı çıkacağına alamet ediyormuş gibi bir hava içine giriyor. Bunaltıcı komplo teorilerine savruluyorlar. Öyle bir şey olacağına asla ihtimal vermiyorum. Operasyon yapan FETÖ’cülerin, sureti haktan görünerek ve sadece demokrasi istedikleri yanılsamasını yaratarak kandırdıkları liberal aydınlarla aynı muameleye tabi tutulacaklarını düşünmek devlet erklerine gereğinden fazla ciddiyetsizlik hamletmek olur.
Bazıları “Ali Tatar, Kuddusi Okkırların ölümünün hesabı yerde mi kalacak?” diye kızıyor, bağırıp çağırıyor. Özellikle Ahmet Altan’a geçmişteki tüm yazıları ve çıkardığı Taraf gazetesinin kötü ve aktivizm kaygısıyla yapılmış haberleri üzerinden yükleniyorlar. Ancak şöyle bir durum var: Saydıkları isimlerin bazıları tutuklandığında daha Taraf gazetesi yayın hayatına başlamış değildi. İkincisi, Altan’ı Ilıcak’ı mahkum eden iddianame o konuya ilişkin değildi, tamamen 15 Temmuz öncesinde yazılıp çizilenlerle ilgili ve tarafları ‘subliminal mesaj’la itham eden boş ve kötü yazılmış bir iddianameydi.
Tabii bazıları da diyor ki, “Kamuoyu baskısı nedeniyle çıktılar, peki ama Nazlı Ilıcakların Altanların FETÖ’cü olduğuna ikna olmuş kamu vicdanı ne olacak? Yasalar ne derse desin, biz onları FETÖ’cü kabul ediyoruz”
Ben de derim ki, içinde yaşadığınız devleti tarif ederken ‘hukuk devleti’ diyecekseniz, “Yasalar ne derse desin bana ne?” diyemezsiniz. Ayrıca ‘kamu vicdanı’ yön gösterebilir, dikkate alınması gereken bir olgudur, ancak belgeye, delile, bulguya dayanmadığı için yanıltıcı olabilir, niyet okuma üzerinden vücut bulabilir. Kamu vicdanı mahkeme değildir, sağlıklı bir yargılama ile ikame olunamaz.
Ayrıca vicdanları tartıya koyacak olursak “Yanlış ve adaletsiz yorumları yaklaşımları vardı ama bu insanlar 3 yıldır içerde, kusurları kadar bedel de ödediler, herkesin kandırılma hakkı var onların yok mu? Ne istiyorsunuz, illa ipte sallanırken mi görmek istiyorsunuz?” diyen ortalama insanın vicdanı, 15 Temmuz’u kendi siyasi, ideolojik tutumu, menfaati, kinciliği, kuyruk acısı için sıçrama tahtasına dönüştüren, 15 Temmuz’u her fikrini beğenmediği kişiye ‘kes lan FETÖ’cü’ raconu kesmek için kullananların vicdanından daha efdaldir diye düşünüyorum.
250 kişinin şehit edildiği 15 Temmuz gecesinde, o korkunç gecenin akabindeki günlerde ‘bunların topunu…’ şeklinde bir hissiyata garkolmak belki doğal karşılanabilirdi ama geçen 3 yılın ardından, Adil Öksüz ele geçirilememiş, Bylock’taki hilenin binlerce insanı boşu boşuna yaktığı ortaya çıkmış, ünlü damatlar tahliye olmuş, Şaban Dişli Amsterdam’a büyükelçi atanmış ve zengin FETÖ’cüler parası neyse verip suçlanmaktan kurtulmuş iken 70’lerini devirmiş iki yazarın hapiste ölmesini dilemek normal değildir. Zaten sizler de normal değilsiniz.