MEDYA KÖŞESİ

Nevruz ve karanlıkta ıslık çalma gazeteciliği

Taraf yazarı Alper Görmüş Türk medyasının geçtiğimiz Nevruz'da nasıl bir sınav verdiğini çözümlerken hayli ilginç sonuçlara ulaşmış.

Nevruz ve karanlıkta ıslık çalma gazeteciliği
GAZETECİLER.COM
Taraf yazarı Alper Görmüş bugün çarpıcı bir medya kritiği yapmış. 2010 Nevruz kutlamalarının medyada nasıl yer aldığını sorgulayan Görmüş ilginç sonuçlara ulaşmış. Alper Görmüş Türk medyasının geçtiğimiz Nevruz'da nasıl bir sınav verdiğini

Kıyaslamalı Nevruz dersleri

Fakat işin kolayı var: Bölgede her yıl düzenlenen Nevruzlar izlenebilir ve orada neler olup bittiğinin hiç değilse asgari bilgisine ulaşılabilir... Vatan gazetesi yazarı Ruşen Çakır’ın yaptığı gibi...

Çakır, son Nevruz’u yerinden izledikten sonra 1992’deki kanlı Nevruz’la bu yılki ve geçen yılki “olaysız” Nevruzları kıyaslayan iki yazı yazdı ve çok ilginç sonuçlara vardı. Söylediklerimden, Ruşen Çakır’ın işin kolayına kaçıp sadece Nevruzları izleyerek sonuca vardığı gibi bir sonuç çıkarılmaması gerektiğini vurgulayarak, yazdıklarını aktarıyorum:

22 mart tarihli ilk yazıdan: “Geçen yıl aynı yerde, Diyarbakır Nevruz Meydanı’nda Nevruz kutlamalarını izlerken aklımda hep 1992 yılındaki ‘Kanlı Nevruz’ vardı. O Nevruz’u yaşamış olanlar, haklı bir şekilde, Türkiye’nin Kürt sorununun çözümünün imkânsız olduğunu düşünürlerdi. ‘En sakin Nevruz’ olarak tanımladığım geçen yılki kutlamalarsa Türkiye’nin 17 yılda katetmiş olduğu olağanüstü aşamaların bir aynasıydı. Ve insana, yine haklı bir şekilde, Türkiye’nin Kürt sorununu pekala çözebileceğini düşündürtüyordu. Dünkü kutlamaları izlerken de geçen yılki Nevruz ve bir yıl içinde yaşadığımız olağanüstü olaylar zihnimi kurcalayıp durdu.

23 mart tarihli ikinci yazıdan: “Kürt sorununda mümkün olduğunca samimi olmanın ve gerçeklerle çekinmeden yüzleşmenin zamanı geldi ve geçiyor. Dünkü gazeteler, Nevruz kutlamalarını genellikle olaysız ve şenlik havasında geçmiş olmalarıyla işlediler. Bunda bir mahzur yok. Ama bunun ötesine gitmek gerekiyor. Örneğin şöyle bir soru soralım: Her yaş ve cinsiyetten, her sosyal katmandan on binler, hatta yüz binlerce insan nasıl bir motivasyonla, güneşin altında saatlerce bir şenlik havasında biraraya gelir. Yine aynı insanların hatırı sayılır bir bölümü, nasıl Öcalan’ı, PKK’yı ve PKK’lıları övmek gibi kanunlara göre suç sayılan şeyleri hiç çekinmeden, hatta göstere göstere yapar?

Kimseyi ihbar ediyor filan değilim. Sadece şunu söylemek istiyorum: Geçen yıl ve dün Diyarbakır’daki Nevruz kutlamalarında sadece bir bayram şenliğine değil aynı zamanda siyasi bir kimliğin, duruşun aleni deklarasyonuna tanık oldum, olduk. Nevruz’u sadece asayiş açısından ele alan medya, katılımcıların sayısını komik bir şekilde düşük göstermeye çalışan güvenlik güçleri böyle yaparak Kürt sorununun çözümüne katkıda bulunmuyor, tam tersine çözüm imkânlarını sabote ediyor.

“Sevimsiz hakikat” hakikat sayılmaz!

Bizim medyamız, malum, okurlarını “sevimsiz hakikat”lerden sakınan bir medya... Bu çerçevede, Çakır’ın yazısının bir bölümünü ayırdığı “Öcalan duyarlılığının kitleselleşmesi” de doğal olarak es geçiliyor. Onun yerine “Teröristbaşının posterini taşıyan bir grup” falan gibi cümleler tercih ediliyor, okurlar da “kötü Kürtler”in sayısının fazla olmadığını düşünüp rahatlıyorlar.

Zaten birkaç ay önce, Kürtlerin yüzde 60’ından fazlasının kendilerinin “Demokratik Toplum Partisi ya da PKK tarafından temsil edilmediğini” ortaya koyan bir anketle rahatlatılmışlardı. Eh, yüzde 40’lık “kötü Kürtler”in katıldığı mitinglerde “Teröristbaşının posterini taşıyan –kötünün kötüsü- bir grup” da olabilirdi yani.

Peki, bu karanlıkta ıslık çalma gazeteciliği ne işe yarıyor? Hiçbir işe yaramıyor tabii... Önce kendini kandırıyorsun, sonra okurlarını... Günün birinde süreç nihayetine varıp patladığında da “n’oluyo ya” diye şaşırıyorsun.

Belirli bir dönemin hakikatini ıskalamak, o dönemin önümüze koyduğu mümkün çözümleri de ıskalamak anlamına gelir. Dolayısıyla, “şu anda hangi hakikati ıskalıyoruz” sorusuyla birlikte “şu anda hangi mümkün çözümleri ıskalıyoruz” sorusunu da sormalıyız.

Mesela, Ruşen Çakır’ın son iki Nevruz’dan yola çıkarak bize anlattığı hakikat, “son terörist ölene kadar savaşa devam” seçeneğinin Kürt meselesinin çözümünde mümkün bir seçenek olmadığını gösteriyor. Neden çözüm olmadığını göstermek için ben hep şu iki soruyu soruyorum: Bir: Kürt sorununu Kürtlerin gönlünü kazanmadan çözmek mümkün müdür? İki: Dağda gezen herkesi öldürerek Kürtlerin gönlünü kazanmak mümkün müdür?

Demek ki çözüm, hem sıradan Kürtleri hem de PKK’lıları kazanmaktan geçiyor. Bu da bizi, silahlarını bırakmaları koşuluyla onlara siyaset yolunu açma siyasetine götürüyor.

Son iki Nevruzun gözümüze soktuğu hakikatin önümüze koyduğu mümkün çözüm bu. Fakat unutmayalım, hiçbir mümkün çözümün vadesi sınırsız değildir. Bugün bize kabul edilemez görünen mümkün çözümü yarın mumla arayabiliriz.

Bir ülkenin medyası, ülkenin en önemli sorununa ilişkin mümkün çözümü tartışmaya bile açamıyorsa, çekiverin o medyanın kuyruğunu...

ÇOK OKUNANLAR
Yorumlar 1 yorum