Murat Bardakçı'dan dikkat çeken yazı: Taciz, tecavüz ve tasallut cinsinden ne varsa...
Habertürk yazarı Murat Bardakçı, taciz konusunun değişmeyen dertlerimizden olduğunu söyledi ve seneler önce konuya ilişkin yayınlanan makaleyi köşesinde paylaştı.
Taciz, tecavüz, saldırı gibi olaylara ilişkin haberlerin gündemde olduğunu söyleyen Murat Bardakçı, geçmişte yaşanan olayların da tartışıldığını tecavüz kurbanlarının ırz ve ahlâk düşmanlarından artık hesap sorduğunu belirtti.
Taciz konusunun değişmeyen dertlerimizden olduğunu söyleyen Bardakçı, 76 sene önce Tan Gazetesi’nde Ref’i Cevad Ulunay’a ait yayınlanan makaleyi okuyucuları ile paylaştı. İşte Habertürk yazarı Bardakçı'nın 'taciz' başlıklı yazısında kaleme aldıkları...
Taciz, tecavüz ve tasallut cinsinden ne varsa, son zamanlarda hepsi artık vak’a-i âdiyyeden oldu; gündemi bu hadiselerle alâkalı haberler teşkil ediyor.
Sadece şimdilerdeki tecavüzler değil, çok önceleri yaşanmış olanları da tartışılıyor. Geçmişte başlarına gelenleri utanç, aileden ve çevreden çekinme yahut “etraf her türlü lâfı edebilir” endişesi ile o zaman cesaret edip de söyleyememiş olan tecavüz kurbanları ırz ve ahlâk düşmanlarından artık hesap soruyorlar.
Taciz konusunda bundan seneler önce yayınlanan ve bu ahlâksızlığın değişmeyen dertlerimizden olduğunu gösteren eski bir makaleyi aşağıda aynen naklediyorum:
“…Uzunca boylu, iri kemikli, güçlü kuvvetli bir adam durduğa yerden uzandı karşı tarafta pencerenin kenarında daran kocaman burunlu, baygın nazarlı, esmer bir adamın yakasından çekti:
- Edebinle dur!
- Ne demek istiyorsun?
- Sana o kadar söylüyorum. Yanında duran kadın, benim karımdır. Deminden beri ne halt karıştırdığını görüyorum, istersen in, kozumuzu sokakta pay edelim.
Yakalanan zanpara kemküm etti fakat tramvaydan inmeye kıyışamadı. Hasmının Harbiye’ye kadar küfürsüz tarafından ağır tarizlerine tahammül etti. Harbiye’de inerken ailesine tecavüz edilen sinirli adam da arkasından inmek istedi; bırakmadılar, yazık oldu. Kalabalıkta bir kadın vücuduna sürünmeyi kâr sayan bu Kalpakçılarbaşı zanparasının tertemiz dayak yediğine şahit olmak isterdim.
Memlekette bir çok değişiklikler olmasına rağmen hâlâ bu eski zanpara zihniyetinin mevcut olmasına şaşmamak elden gelmiyor. Eskiden sokaklarda kadınlara söz atmak, sırasını düşürünce çimdiklemek bir eğlence idi.
Ve, İstanbul zanparası klâsik bir tipti. Modaya daima dozunu biraz daha arttırmak suretiyle riayet eder ve her hafta bir seyir yerinde hazır bulunurdu.
Donanma gecelerinde hammal Cemal güruhu, bilhassa softalar sokaklara dökülürler; rasgeldikleri kadınları mıncıklarlar, her tarafta ciyak ciyak dişi sesleri işitilirdi. Bazan karanlıkta körpe bıldırcınların arasında büyük hanımm kart vücudu da taarruza uğrardı. O zamanlar için bu bir zevk olacaktı ki yedikleri çimdikler, işittikleri bayağı sözler onları her fırsatta feneri yakıp yine sokağa uğramaktan menedemiyordu.
Bu klâsik zanparaların o zaman “harfendazlıkları” kimya formülleri gibi basmakalıptı. “Meşhur-ı iltifâtınızım güzelim!”, “Hâlime merhametin yok mu a zalim!” gibi soğuk cümleler sarfedilir, bazan bu soğukluğun fındık fıstık atmak suretiyle de tesiri ziyadeleştirilirdi.
Zanparaların ceplerinde hazır yazılmış mektuplar da bulunurdu. Bunlar siyah, kumral ve sarışın olmak üzere üç çeşit üzerine hazırlanırdı.
Bizde aşk mektuplarına “nâme” denilir, bunlarm yazılış tarzları edebiyatın geçirdiği devirleri takip eder. Meselâ eskiden nâmenin başına “Lebleri anber, sözleri sükker, gözleri mestan, nigâhı fettan mu meyan, serv-i revan, yosma civan…” diye elkap konulurken, sonraları edebiyat-ı cedîdede “perestîde-i ruhum” gibi mülemmâ, izafetli terkipler kullanılırdı.
Bu taşkınlıklardan müteessir olmayan kimse yoktur. Nerede bir kadın görse sırıtan bu terbiyesiz ırz düşmanlarmın kendilerine göre kurnazlıkları da var. Meselâ şimdiye kadar tramvayların inilecek basamak tarafında duranların hem kendilerini hem de inip binenleri rahatsız etmelerinin sebebini bir türlü anlamıyordum. Meğer orada böyle geçidi kapamaktan maksat inen binen kadınlara sürünerek suyuna tirit zanparalık etmek içinmiş!
Tramvay idaresinin sahanlığın inilecek tarafında durmayı memurlarına menettirmesi bir ahlâk meselesi oluyor. İdareye bu lüzumu bir de bu cepheden arzediyoruz! Bakalım bir netice çıkacak mı?”.
Neticenin çıkmadığı, şimdi otobüslerde yaşanan hadiselerden anlaşılıyor!
ZANPARA VE DAYAK!
Makalenin benzerine artık pek rastlanmayan düzgün Türkçesinden ve mükemmel üslûbundan çok zaman önce yazıldığını herhalde farketmişsinizdir…
Yazı bundan 76 sene önce, 1942’nin 4 Mart’ında Tan Gazetesi’nde çıkmış. Türk basınının gelmiş geçmiş en güçlü ve zamanının en etkili kalem sahiplerinden birine, Ref’i Cevad Ulunay’a ait… Ulunay’ın tramvayları mekân edinen tacizcilerden “zanpara” diye bahsetmesinin sebebi de, o devirlerde kadına karşı yapılan en hafifinden en ağırına kadar her türlü aşırılığın sadece “zanpara” kavramı ile ifade edilmesi ve bütün bu işlerin tamamına “zanparalık” denmesi…
Basınımızın 1940’lı ve 50’li senelerde İngiltere’de vârolan bir uygulamanın ilhâmı ile tacizciler için Ceza Kununu’na bir madde ilâvesini istemesini, yani sapığa hâkim kararıyla “milletin önünde dayak atılması” teklifini de bir başka gün anlatırım…