Murat Bardakçı Erdoğan Demirören'in bilinmeyenini yazdı
Habertürk yazarı Murat Bardakçı, geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden Demirören'in mutlaka üzerinde durulması gereken bir özelliğinden kimsenin bahsetmediğini söyledi ve bunu köşesine taşıdı.
Murat Bardakçı, Erdoğan Demirören'in sahip olduğu objelerin adedi ve kalitesi bakımından Türkiye’nin ilk sıradaki kolleksiyoneri olduğunu ve seneler boyunca hat, elyazması kitap, özellikle de Kur’an, eski tekstil örnekleri, tablo, resim, porselen, tombak, seccade vesaire gibisinden herşeyi, yani Osmanlı sanatının hemen her alanından eserler topladığını yazdı.İşte Bardakçı'nın köşesinde paylaştıkları...
Rahmetli Demirören ve muazzam kolleksiyonu
ERDOĞAN Demirören hakkında vefatının ardından çok şey yazılıp söylendi ama işadamlığı ve basın patronluğu kadar önemli olan ve üzerinde mutlaka durulması gereken bir başka özelliğinden, yani “kolleksiyonculuğundan” pek bahsedilmedi...
Rahmetli Demirören, sahip olduğu objelerin adedi ve kalitesi bakımından Türkiye’nin ilk sıradaki kolleksiyoneri idi!
Bazı kolleksiyoncular vardır, belli objelere meraklıdırlar. Meselâ sadece hat alırlar yahut klasik dönem tablolarını toplarlar ve kolleksiyonları servetlerinin derecesine göredir.
Erdoğan Bey’in özelliği tek bir konuda değil, hemen her alanda obje sahibi olması idi. Seneler boyunca hat, elyazması kitap, özellikle de Kur’an, eski tekstil örnekleri, tablo, resim, porselen, tombak, seccade vesaire gibisinden herşeyi, yani Osmanlı sanatının hemen her alanından eserler toplamıştı.
Antika seçiminde son derece zengin olan kolleksiyonu Portekiz’de ölümünden sonra açılan müzeye konan dünyanın önde gelen kolleksiyonerlerinden Kalust Gülbenkyan’ın kıstaslarını andırır bir kuralı vardı: Sağlam, zarar görmemiş, temiz eserler almak! Zaten bir kolleksiyoner için mutlaka gerekli olan iyi ve kuvvetli bir “göz”e sahipti ve bu sayede mükemmel objeler topladı...
7 BİN 500 OBJE VARDI!
Erdoğan Demirören’in kolleksiyonunda 7 bin 500’e yakın ve hemen tamamı birinci sınıf olan eser vardı! En meşhur hattatların levhaları ile yazdıkları Kur’an’lardan Kanunî devrinin meşhur Bursa çatmalarına, Türk resminin öncü isimlerinin eserlerinin yanısıra Lâle Devri’ni aksettiren meşhur Fransız ressam Vanmour’un bazı tablolarının orijinallerinden en nâdir seccadelere ve halılara kadar 7 bin 500 civarında eser ve Sultan Vahideddin’in ailesine ait yemek odası gibi bir hayli önemli mobilya...
Rahmetli Demirören obje almayı birkaç sene önce bırakmış, hattâ birçok antikacıya “Artık bana mal getirmeyin!” diyen mektuplar göndermişti. Söylendiğine göre, eskiciliği gerçek antikacılık zannedip eline geçen ama hiçbir özelliği olmayan sıradan malları “Ağabey, mükemmel bir parçam var, tam sana lâyık” diye kapısını aşındıranlardan bıkmıştı ama son senelerinde eskisine göre az da olsa yine bazı eserleri almadan edemedi...
Demirören’in ev, ofis ve depolar dolusu kolleksiyonunu ne yapacağı senelerden buyana merak konusuydu. Bir müze kurup sahip olduğu bütün objeleri burada sergileyeceği konuşuluyordu ama yapmadı, hattâ yapmamakla gayet iyi etti!
ÖZEL MÜZE BİZDE OLMAZ
Neden iyi ettiğini söyleyeyim: Özel bir müzenin yaşaması için gerekli ilk şart maddî imkân ile alâkadır ama Türkiye’de özel müzeler ile kütüphanelerin ömürleri sadece birkaç nesildir. Gereken maddî imkân önceden sağlanmış olsa bile ileriki senelerde ailelerin ilgilenmemesi veya mütevellî heyetlerinde yaşanan ve genellikle maddiyattan kaynaklanan hadiseler yüzünden objeler ya dağılır yahut kalanları devlet müzelerine nakledilir, depolara atılır ve orada kalırlar.
Bugün mevcut olan özel müzeler, kurucuları hâlen hayatta oldukları için mükemmel şekilde faaliyet gösteriyorlar ama birkaç nesil sonra ne olacaklarını Allah bilir!
Özel kolleksiyonların âkıbetleri hakkında bir örnek vereyim:
Türkiye’nin en zengin “periyodik” yani gazete- dergi kolleksiyonlarından biri gazeteci Hakkı Tarık Us’a aitti. Hakkı Tarık bir vakıf kurmuş, binlerce cildlik kolleksiyonu Bayezid’de vakfı için tahsis edilen eski bir binaya nakledilmişti ve burada senelerce hizmet verdi.
Derken vakfının ve kolleksiyonun başına bir haller geldi! Cildler nasıl olduysa oldu ve gittikçe eksildiler, kalanları Bayezid Kütüphanesi’ne nakledildi, hattâ kataloğunu da biz değil, uzun seneler sonra Japonlar yaptı!
Hakkı Tarık’ın kolleksiyonu şimdi Bayezid’de duruyor, Japonlar sayesinde internetten de ulaşılabiliyor ama nerede o eski hâli?
Erdoğan Bey’in özel bir müze açmamış olmasına ben işte bu sebeple memnunum. Sahip olduğu objeler bundan sonra ya bulundukları yerlerde muhafaza edilirler yahut dünya müzelerinde son zamanlarda yapılan“mülkiyeti sahibine ait olmak üzere uzun süreli sergileme” âdeti bizde de başlarsa büyük müzelerde veya İstanbul’da kurulacak olan “Dünya Medeniyetleri Müzesi”nde istifadeye sunulurlar ve bütün bunlara ailesi karar verir.
Mesele, Erdoğan Bey’in bir ömür boyunca topladığı eserlerin dağılmadan kalmasıdır, zira bundan sonra artık böyle bir koleksiyon toparlayabilmenin imkânı yoktur.