Mümtaz'er Türköne'den 'sevgisiz kaldım' çıkışı
Türköne, 1970’lerde aktif olduğu ülkücü harekete bugün nasıl baktığını, Türkiye’nin puslu dönemlerinde başbakanlık yapan Tansu Çiller'in gayri-resmi danışmanlığını yapmayı anlattı...
GAZETECİLER.COM - “Zaman yazarı” kimliği ön plana çıkan Mümtaz’er Türköne, aynı zamanda siyaset bilimi profesörü. Fatih Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi’nde öğretim üyeliği yapan Türköne, “Siyasi İdeoloji Olarak Siyasal İslamcılığın Doğuşu”, “Siyaset”, “Mankurtlar”, “Sözde Askerler”, “Türküm Vicdanlıyım” başta olmak üzere birçok kitabın yazarı.
Türköne, son olarak “İmam-Hatip okulları misyonunu tamamladı” çıkışıyla tartışılıyor. Bu kez İslamcı aydınların tepkileri ile karşı karşıya. Biz de buradan yola çıkarak, Türköne ile önce imam-hatip tartışmasını, ardından da sol harekete aşırı bir genellemecilikle yönelttiği iddialarını Hazal Özvarış sordu. 1970’lerde aktif olduğu ülkücü harekete bugün nasıl baktığını, Türkiye’nin puslu dönemlerinde başbakanlık yapan Tansu Çiller danışmanlığını da anlatan Türköne’nin T24’ün sorularına verdiği cevaplar şöyle:
HASAN CEMAL'İN YAPTIĞI GAZETECİLİK BEN TEORİK TAKILIYORUM
- Ülkücüler arasında neden "Kimse Kızmasın, Kendimi Yazdım" kitabı yazabilen bir Hasan Cemal çıkmadı?Galiba, bu işi biraz kıyısından köşesinden ben yaptım. Çok ağır eleştirilerde bulundum. En son “Mankurtlar” diye bir kitap çıkardım, onda da bir miktar yaptım. Ülkücülüğün, milliyetçiliğin görünenden farklı olduğunu anlatmaya çalıştım. Ama bunu derli toplu bir şekilde yapmak lazım; aklımdaki işlerden biri bu, fırsat bulduğumda yapacağım. Ama ben, Hasan Cemal'den farklı bakıyorum, onun yaptığı gazetecilik.
- Cemal, kitabına bir eyleme nasıl bomba taşıdığını anlatarak başlıyor ve dönemin hikâyesini, başta kendisi olmak üzere İlhan Selçuk, Doğan Avcıoğlu gibi aktörlerle aktarıyor. Siz, geçmişinizi yazdığınızı düşündüğünüzde, teori üzerinden mi gidiyorsunuz yoksa yaşanmışlıklar da var mı?
Siz sorunca o kadar çok pratiğim, hatıram var mı, bunların hepsi yazılabilir mi, diye düşündüm. Farkındayım, biraz fazla teorik takılıyorum. Bu, biraz da gazetecilik tecrübesiyle alakalı. Gazeteciler, gazetecilik yapa yapa kendilerini de haber malzemesi olarak kullanmaya başlıyorlar.
YAZMAK BİR SORUMLULUKTUR
- İnsanın kendi hikâyesini lafını esirgemeden anlatabilmesinde cesaret ayağı da var mı? Örneğin, arkadaşınız Ünal Beyi kırmamak veya kurduğunuz "kuru ekmeği paylaştık" cümlesini bozmamak için akademiye sığınmak daha mı güvenlikli bir seçenek?
Sığınmak gibi bir derdim yok. Ama söylediğinizde haklısınız, yazmak lazım. Bu tür şeyleri yaşayıp da elinizde kalem tutuyorsanız, yazmak bir sorumluluktur.
- Hikâyenize nereden başlardınız?
Eğer bulaştığım şiddet olaylarını soruyorsanız, ben yazma çizme işlerine çok erken başladım. Ama Türkeş'ten yediğim bir fırça var mesela, daha önce yazmıştım. 1978'de beni komünistlikle itham etmişti. “Komünistsen, komünistlerin yanına git” diye azarlamıştı. Sanırım, bir ülkücü olarak, 78’de Türkeş tarafından komünistlikle itham edilmekten başlayabilirim.
- Peki, sizin baş aktörleriniz, Doğan Avcıoğlu'nuz, İlhan Selçuk'unuz kim olurdu?
Türkeş’le anılara ek, o dönemin meşhurları Namık Kemal Zeybek, Taha Akyol, Avni Özgürel, rahmetli asistanı olduğum hocam Erol Güngör olurdu. Entelektüel yazar, çizer kişiler…
SEVDİĞİM KIZ SONRADAN SOLCU OLDU- Kendinize dair pişmanlıklarınız var mı?
1970’li yılları kavga yerine kitap okuyarak, entelektüel bir ortamda kendimizi geliştirerek geçirebilirdik. Bir sürü pişmanlık var... Yaşadıklarımı televizyon dizilerinde senaryolaştırdım. Sevdiğim kız arkadaşımın daha sonra solcu olması gibi bir travma yaşadım. Bunlar insanı o dönemde çok etkileyen şeyler. Tüm bunların galiba psikiyatrlar tarafından incelenmesi gereken bir kısmı var. O kısmı atlarsak ergenlik dönemi var. Fakülteye başladığımda 17 yaşımdaydım. Bıyıklarınız yeni terliyor, karşı cins çıkıyor, ulaşamıyorsunuz, ulaştığınız zaman başka şeylerle karşılaşıyorsunuz, sınıfsal durumlar ortaya çıkıyor...
"BENİ DÖVDÜ DİYEN KARINIZ NİYE YALAN SÖYLESİN Kİ?"
- İzin verirseniz, özel bir soru daha sormak istiyorum. Eski eşiniz Mualla Hanım’ı... Kendisine dayak attığınızı söylemişti. Eski karınıza şiddet uyguladınız mı?
Hayır. Şiddete sistematik olarak karşı biri olarak böyle bir şeyi nasıl yapabilirim?
- Mualla Hanım, neden yalan söylesin?
Mualla Hanım, o dönem çok derin bir kıskançlık krizi ile beni ve o zaman evli olduğum eşimi bitirmek için bunu söyledi. Başka şeyler de söyledi. Ama yapabilir, söyleyebilir.
- "Okan Bayülgen'i yolda görsem, döverim" lafı şiddet karşıtlığında nereye oturuyor?
O lafın da bağlamı, o değildi. Şiddete karşıyım ama eşime yaptığı muameleden yola çıkarak “Bir erkek olarak bana düşen…” dedim.
- Bu açıklamada da maçoluk yok mu?
Hayır. Mevzu başkaydı ve o arada geçen bir cümleydi. "Gider döverim" demedim. "Bir erkek olarak bana düşen böyle bir şey yapmaktır ama..." diye devam eden bir cümle vardı. Cımbızlandı. Yoksa gider döverdim. Bir de eski ülkücüyüm, bir yerde sıkıştırır döverdim.
- “Sözde kalıyor, fiil yok” diyip üstüne bir de bunu söylemek delikanlılık değil mi?
Toplumsal norma atıfta bulunuyorum.
- Tersine çevirmeye çalışmaktansa, bunu kullanıyorsunuz.
Bu toplumun içinde yaşıyorsunuz ve duygunuzu anlatmaya çalışıyorsunuz.
- Duygunuzu başka türlü yollarla anlatabilirdiniz.
Belki de hatalıdır. Ama duygum buydu, bunu ifade ettim.
NE YAPACAKTIM GÜNAH MI ÇIKARTACAKTIM?
- Söyleşi boyunca ergenliğiniz dışında hiçbir konuda kendinize toz kondurmadınız.
Ne yapacaktım? Günah mı çıkartacaktım?
- Daha fazla vaktinizi çalmadan, son bir soru ile kapatalım. İslami kesimin dindar nesil, imam hatip çıkışlarınıza tepkili olduğunu, ülkücülerden ise harekete dair eleştirileriniz nedeniyle tehditler aldığınızı söylediniz. Sizi kim…
Seviyor? Seven kimse yok, sevgisiz kaldım. Sevgisizlik yalnızlık getiriyor. Yalnızlığı seviyorum. Bu da beni rahatsız etmiyor.