RÖPORTAJ

Müjde Ar'a 'sakın o.... olma' nasihatı!

Müjde Ar aynanın karşısında geçti, kendisiyle röportaj yaptı!Bayram söyleşisi için soruları kendi kendine sordu...

Müjde Ar'a 'sakın o.... olma' nasihatı!

Müjde Ar aynanın karşısında geçti, kendisiyle röportaj yaptı!
Bayram söyleşisi için soruları kendi kendine sordu...
Müjde Ar'ın soruları da verdiği cevaplar da baya iddialı...
Aysel Gürel'in kızlarına sürekli 'Sakın o.... olma' diye nasihat verdiğini, en büyük korkusunu...
Ve daha bir çok bilinmeyeni anlatmış Müjde Ar...

İşte Müjde Ar'ın kendi kendisiyle yaptığı röportaj:

- En büyük korkunuz neydi?

“Hayata tutunamama korkusu. Babasız büyüdük. Elinde iki küçük çocukla Fatih’teki küçük evde kalakalmış Aysel, emekli hakim maaşı ve tiyatrocu kazancıyla yaşam çevirmeye çalışırken günler zor geçiyordu. Annem her akşam oyuna giderken, Mehtap’la kapının önüne yatıyor (3 ve 5 yaşlarındaydık) ‘Bizi de götür’ diye yırtınıyorduk. Dönmeyecek diye korkuyorduk. Gece yastığımızın altında bulduğumuz gofret terk edilmediğimizin işaretiydi. Çocuk aklı. Annemin sabahtan akşama en az on kere tekrarladığı laf ise; ‘Hırsız olmayın, orospu olmayın’ idi. Algılamazdık. Annem için Ali Rıza’nın kızı o... oldu demişler

- Neden böyle söylerdi?

Annem cumhuriyetin ilk yıllarında dünyaya gelmiş, memur bir ailenin çocuğu. O zaman orta sınıf aileler ianelere muhtaç değil; iyi kötü kendi yağıyla kavruluyor. Dedem Trabzon’a tayin olduğunda konu komşu tepsiler içinde Anadolu’da adet olduğu üzere yemekler gönderiyor. Dedem de bunların hepsini ‘Ulan siz Ali Rıza’ya rüşvet mi veriyorsunuz’ diyerek camdan döküyor. Eee, bu evden ne çıkacak, Aysel çıkıyor tabii.

- Aysel her şeyden çok mu korkuturdu?

Annem İstanbul’a üniversiteye gönderildiğinde; ‘Ali Rıza’nın kızı orospu oldu’ diyorlar ve annem tüm yaşamını avanta ve orospuluk kavramlarına dik durarak sürdürüyor. Ölmeden bir saat önce bana ‘Kimseye borcum var mı?’ diye sordu; hak yemek onun için en büyük korkuydu. Oyuncu olmasam herhalde kafayı iyice üşütürdüm.

- Oyunculuk bu anlamda size neler kazandırdı?

Her filmde başka bir yaşamla var olmak ciddi bir psikoterapidir. Kendinizden gizlediğiniz, sakladığınız, bilinçaltınızdaki onlarca kayıt su üstüne çıkar oyunculukta. Oyunculuk hayatı yaşanılır kılar. Bazen oyuncu olmasaydım, herhalde kafayı daha da üşütürdüm diye düşünüyorum.

- Peki beğenilmek, ünlü olma isteği; bunlar için oyuncu olmadınız mı?

Hiçbiri için oyuncu olmadım. Tiyatrocu çocuğu olarak kulislerde büyümek, dekor sandıklarında uyumak, Yıldız Kenter’e, Lale Oraloğlu’na öykünmek; kaderimi bunlar belirledi. Ama aslolan, yoğun bir gelecek korkusu. Annem bir gün su saatine giden demir boruları kestirip, demirciye sattı. Saatin olduğu yere de kör tapa taktırdı. Belediyeden gelip, ‘Su saatini niye söktünüz?’ diye sordular. Aysel, ‘Müjdeee, Mehtaaap gelin’ diye bağırdı. ‘Bunlar orospu olmasın diye söküp sattım’ dedi. Çocukluktaki kayıtlar hep böyle parasızlık üstüne olunca, para kazanma isteği etkili oldu herhalde. Ben Aşk-ı Memnu’dan sonra bu işten para kazanabileceğimi düşündüğüm için oyunculuğa devam ettim. Çünkü yürümeyen bir evliliğim vardı, bitirmek istiyordum.
80 film yaptım, maddi kazancım sıfıra yakın.

- Kazandınız mı?

Sinemadan para kazanılmaz. Cepten götürür. Yaptığım 80 filmden maddi kazancım sıfıra yakın. Yaptığınız iş tutarsa, para televizyondan kazanılıyor. Şimdiki kuşak çok daha şanslı.

- Bu kadar baskın karakterli bir anne, erkek seçiminizde etkili oldu mu?

Seçmek mi? Aysel’e göre erkeksiz hayat en güzel seçimdi. İlk eşim Samim’e, o zaman ‘Üç Maymun Kabare’de oynuyordum, ‘Bundan zarar gelmez, iyi çocuk evlen’ dedi. Zarardan kastı, herhalde şiddet vs idi. Ama alkol problemini iyi hesap edememişti.
Sihirli değneğim olsa şiddet genini temizlerim

- Ona göre erkek mutsuzluk mu demekti?

Öyleydi. Zaten şarkı sözlerine baktığımızda da terk edilme ve ihanet temalarının çok işlendiğini görüyorum. Annem anaerkilliği savunurdu. Kapitalizm, Engels’in ifade ettiği gibi ataerkilliği güçlendirmiştir. Ataerkillik gücünü şiddetle daha da beslemiştir. Bugün dünyanın geldiği noktaya baktığımızda, cinsiyet eşitsizliği hâlâ çok vahim.

- Bunun için ne önerirsiniz?

Ataerkil dünyanın şiddeti artık genlerimize işlemiş. Elimde sihirli bir değnek olsa erkeklerdeki şiddet genini temizlerdim.

- Siyaset de şiddetten kadınların etkilendiği kadar etkileniyor mu?

Hem de nasıl... Ataerkil siyaset dünyanın ağzına s...mış. Bizde de hal ortada. Sadece şu telefon dinleme hoyratlığı, hukuksuzluğu bir tarafa, başlı başına kaba şiddettir.

- Moralinizi yükselten hiç mi bir şey yok?

Var. Geçtiğimiz hafta Cumhuriyet Halk Partisi’nin CHE (Cumhuriyet Halk Evleri) projesine destek olmak için İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin ile beraber Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal’ın katkısıyla yapılan Kağıthane’deki eve gittik. 70 yaşındaki kadınlar okuma-yazma öğreniyor, internette sörf yapıyordu. Kadınlar; ‘Evlerimizin dört duvarına sıkışmıştık. Burada hayat bulduk’ diyorlar. Çok etkilendim. Kadınların her hakkının teslim edildiği toplumlar gelişebilir ancak. Dünya kadınların vicdanıyla ayakta duruyor, bu yetmez.

- Film yapmayı özlemiyor musunuz, sadece televizyona iş yapmak size yetiyor mu?

Film yapmak da uzun vadeli plan yapmanın bir başka şekli. Artık uzun vadeli planlar yapmıyorum. Çok zahmet çok emek, sonunda da bir keçiboynuzu yediğinizde damağınızda kalan tat kalıyor. Bu saatten sonra ağzımda güzel bir çikolatalı pasta tadı bırakacak bir proje olursa oynarım.

- Bayramları nasıl geçiriyorsunuz?

Deliye her gün bayram...

"Canım anam, şu bayramı beraber geçirebilseydik..." DİĞER SAYFADA...

[page_end]

- Anneniz sivri bir kişilikti, yattığı yerden çıkıp gelse onunla neleri paylaşırsınız?

‘Canım anam’ derim, ‘Şu bayramı keşke beraber geçirebilseydik. Parasız olduğumuz için bana battaniyeden diktiğin elbiseyi giyseydim’ Annem hiçbir şeyi dramatize etmezdi. Bayram geliyordu, bana ve Mehtap’a ayakkabı da elbise de alınamamıştı. Sabahtan akşama ağlayıp, bir şeyler istiyorduk. Annem Singer dikiş makinesini çıkarttı, evdeki battaniyeleri kesip bize iki tane elbise dikti. Kendi ayakkabılarının önüne de battaniye parçalarını tıkıştırıp, ‘Alın size bayram kılıklarınız’ dedi. Ben çok çelimsiz bir çocuktum. Battaniye ağırdı. Bayram günü giyinip sokağa çıktığımda hem ayakkabılar çıkmasın diye tuhaf yürüyor hem de battaniyenin ağırlığından ikide bir düşüyordum. Komşu çocukları gülüp alay ediyorlardı. Neden oyuncu olduğumu düşündüğümde ya da neden hayatı çok ciddiye almadığım konusu gündeme geldiğinde, sokaktaki battaniye elbiseli kızın etkisinin çok olduğunu düşünürüm.

- Dinlendiğinizi düşünüyor musunuz?

‘İnşallah dinleniyorumdur’ diye düşünüyorum. Böylece dinleyenlerin hayatına biraz renk giriyordur. Arada gelen öksürük seslerine şurup tavsiye ediyorum. Bir daha öksürürse, ‘Sen beni iyi dinlemiyorsun’ diyorum. Şimdi bu dinlenme mevzuu acayip bir şey. Herkesin bu korkuyla terbiye edilmek istendiği gibi paranoyak fikir gelişti bende. İnsanlar artık kendi gibi değil de bir bilinmeze yaranmak için konuşuyor. Kafayı yemenin tipik belirtisi. Dinlenmekten, telefonda  başka bir dil geliştirdik

- Yarattıkları başka kişilerin ağzıyla konuşuyor. Bir de kuş dili gibi başka bir dil gelişti:

‘Hani geçen günkü mevzuu vardı ya oradaki şey sonradan şey ettiğimiz şey gibi oldu. Sen o şeyi sonradan bana şey et’ gibisinden. Ben en büyük güçlüğü hortumcuların çektiğini düşünüyorum. Eskiden paranın adı; ‘mani (Money)’ idi, şimdi ne b.k diyorlar meraktayım.

ÇOK OKUNANLAR
Yorumlar 1 yorum