MEDYA KÖŞESİ

Meğer ne güzel yazı yazamazmış...

Bilgisayarı elime aldım, yazmak için. Tık yok.

Meğer ne güzel yazı yazamazmış...
ADNAN BERK OKAN

Öffff...
Nasıl diyordu Avrupa Yakası'nın o cimcimesi Selin: "daral geldi yani"...
gerçekten "Köşe Yazarlarımız bugün ne yazmışlar?.. Kim, kime çakmış?" diye okumak zorunda kalınca insana "daral geliyor"...
"Öfffff oluyorum, kal geliyor" yani...
Bereket Yonca Tekbaş var...
Bereket Ayşe Aral var...
Bereket daha onlar gibi  daha çok sayıda haneımefendi, beyefendi var...
Fikrim gelmedi desem…
Kabus gibi.
Eve geç gelebildim, sonra da olanlar oldu.
Tıkandım.

Şirkette bir dolu olay oldu dün, üzüldüm.
Bunaldım.
Daraldım.
Sorunu çözemedim.

İdmanı aksatma şansım yok, malum 17 Ekim’ e çok az kaldı, gittim 7km koştum.
Hava öyle sıcak ve öyle nemliydi ki, kiloyla su döktüm. Hani sanki kafanızı fırının içine sokmuşsunuz gibi bir his, vıcık vıcık bir hava.
Nefes alınca hava değil, su yutuyor insan.

Alev alev yandım.
Bir dolu şey düşündüm koşarken.
Bir dolu.
Eve geldim. Banyo yaptım.
Uyuyan çocuklarımı öptüm. Ben onları göremeden uyudular dün gece.
Her şey her zaman tam olmuyor. Ama söyledim onlara, Avrasya’ ya kadar böyle. Sonra daha rahatız.
Çok şükür anlıyorlar beni, destekler bu yaşlarında bana. Eğitim alamayan çocuk arkadaşlarına destek olacağımdan dolayı gururlular.

Bir şeyler yedim...
ve bittim.
Bilgisayarı elime aldım, yazmak için.
Tık yok.

Yonca Tekbaş'ın yazısının tamamını
İyi ki internette her zaman olmasa da Yonca Tekbaş, Ayşe Aral ve diğerlerini okuma imkânımız var...
Ne güzel alıyorlar beni benden...
Ne güzel koparıyorlar beni siyasetin kısır kavgalarından...
Yarım saat piyano çalma hakkımın dışında kalan bir başka yarım saati de Yonca Tekbaş, Ayşe Aral ve diğerlerini okumaya ayırmak hem çok keyifli hem de en az o kadar alıyor gerginliğimi...
Bugün "nasıl yazmadığını, fikrinin nasıl da gelmediğini" anlatıyor Tekbaş...
Yazısını okuyunca Merhum Burhan Felek'in bir makalesini  hatırladım...

Üstat, Boğaz vapurunun üst güvertesinde oturmuş gazeteye gidiyordu her sabah olduğu gibi...
Yanındaki koltukta oturan beyazlar giyinmiş, şık beyefendi sağ elini önce yumruk yapıp sonra işaret parmağını öne uzatarak sahildeki bir beyaz yalıyı gösterdi:
"Şu yalıyı görüyor musunuz, beyaz olanını" dedi sol eliyle de üstadın dizine dokunarak...
"Evet görüyorum..."
"Hah işte... O yalı benim değil..."
Bir süre sonra yine az önceki hareketi tekrarladı beyefendi:
"Şu yalıyı görüyor musunuz, toprak rengi olanını"
"Evet görüyorum..."
"Hah işte... O yalı benim değil..."
Aradan çok geçmemişti ki yine aynı hareketi, yine dize dokunma ve aynı soru...
Sadece renk değişik:
"Şu yalıyı görüyor musunuz, hâki renkte olanını"...
"Evet görüyorum..."
"Hah işte... O yalı benim değil..."
Ve...
Beyefendinin "sahip olmadığı yalıları gösterme" inadı yol boyunca sürdü...
Gemi iskeleye yanaştı...
Üstat Burhan Felek ayağa kalktı...
Ciddi ve ağır bir ses tonuyla şöyle dedi:
"Tebrikler beyefendi... Ne kadar da çok yalınız yokmuş..."

Yonca Tekbaş bugün, niçin yazı yazamadığını anlatmaya kalkıyor ama ortaya öyle güzel bir yazı çıkıyor ki, bayıldım...
Yani Yonca kardeş; senin fikrinin gelmediği, bir türlü yazamadığın yazın buysa...
Harikasın...
Tebrikler...

adnanberkokan@gmail.com

İdmanı aksatma şansım yok, malum 17 Ekim’ e çok az kaldı, gittim 7km koştum. Hava öyle sıcak ve öyle nemliydi ki, kiloyla su döktüm. Hani sanki kafanızı fırının içine sokmuşsunuz gibi bir his, vıcık vıcık bir hava. Nefes alınca hava değil, su yutuyor insan.
ÇOK OKUNANLAR