MEDYA KÖŞESİ

Medyanın gündemi: 'gerçek İslam bu değil'

Nuray Mert, Murat Sevinç, Ahmet Hakan, Mustafa Akyol gibi yazarların Paris'teki saldırı sonrası "Gercek İslam bu değil" temasını tartışmaya açmaları aklımıza Levent Gültekin'in yazısını getirdi.

Medyanın gündemi: 'gerçek İslam bu değil'

GAZETECİLER.COM - ÖZEL

Fransa'nın popüler mizah dergisi 'Charlie Hebdo'nun binası silahlı iki kişinin saldırısına uğradı ve 12 kişi hayatını kaybetti. Derginin 4 yıl önce İslam peygamberi Hz. Muhammed'i konu alan karikatürleri yüzünden saldırıya uğradığı iddiası en çok konuşulan konu olurken, Muhafazakar çevrelerin en büyük argümanı da "Gerçek İslam bu değil" oldu.

"Gerçek İslam bu değil" argümanının kullanılmasına medyadan pek çok yazar da dün ve bugün köşelerinden eleştiri getirdiler.

AHMET HAKAN: BU KISIR DÖNGÜYÜ KİM KIRACAK?

Ahmet Hakan Hürriyet gazetesindeki "Gerçek İslam bu değil" argümanının yeni olmadığını yazıp: "Fransa'da mizah dergisi basıldı, 12 kişi katledildi. İslam dünyasının tepkisi şimdiden belli: Gerçek İslam bu değil." dedi ve ekledi:

"Bu kısır döngüyü kim kıracak?" sorusuna "inşallah" temennisiyle şu cevabı veriyorum: "Gerçek İslam bu değil" sözünden sıkılan, bunalan ve bu sözün artık hiçbir etkisinin kalmadığını gören Müslümanlar kıracak.

NURAY MERT: FUKARA TESELLİSİ...

Diken haber sitesindeki Nuray Mert de benzer eleştirleri dile getirdi:

"Nitekim, Paris katliamının detayları henüz karanlık, failleri, hedefleri henüz meçhulken, yine benzer bir tartışma tüm hızıyla başladı. Birileri, bu türden saldırıları, İslamcı/dindar kesimlerin hala ciddi bir şekilde sorun etmediğini söylüyor. Buna karşın, bu kesim bu türden eleştirileri doğrulayan söylem ve izahlarda ısrar ediyor.

'Gerçek İslam bu değil' mazereti ise fukara tesellisi. Zira İslam, tarihin her devrinde Müslümanlar İslam'dan ne anlıyorsa o şekilde tezahür ediyor ve bu tezahürlerin vebali de Müslümanların üzerine.

Yani mesele din olarak İslam değil, Müslümanların dinlerinden ne anladığı veya 'Müslümanların tarihi.'

ORHAN KEMAL CENGİZ: KONUŞMA ORADA BİTİYOR

Bugün gazetesi yazarı Orhan Kemal Cengiz ise "Ne zaman dindar bir arkadaşımla Irak'ta, Suriye'de, Pakistan'da din adına yapılan katliamları konuşmaya kalkışsam hep aynı reaksiyonla karşılaşıyorum. Bunları yapanların İslam'la hiçbir alakası yok diyorlar ya da bunları yapanlar kullanılıyor, onları CIA, MOSSAD yönlendiriyor diyorlar. Ve konuşma orada bitiyor..." dedi ve şöyle devam etti:

"Fakat ortada çok büyük bir sorun var. Bu kafa kesiciler, kadınları, çocukları köle olarak satanlar, insanları katledip eşlerini kendilerine cariye olarak alanlar ve işte dün Paris'te Charlie Hebdo'yu basıp karikatüristleri katledenler, bütün bunları kendilerince İslami bazı kaynaklara dayandırarak yapıyorlar. Bunları yapanların İslam'la alakası yok diyen dostlarımız, bu kafa kesicilerin dayandıkları dini kaynakların var olmadığını mı söylüyorlar ya da bu kaynakları onlardan çok farklı mı yorumluyorlar; günümüzde bu kaynakların anlamı değişmiştir mi diyorlar? Bunların hiçbirini, yapılan tartışmalardan, konuşmalardan anlayamıyoruz..."

MURAT SEVİNÇ: GERÇEĞİ NEREDE?

Hiçbiri gerçek Müslüman değilse, gerçeği nerede? diyen Diken yazarı Murat Sevinç ise şöyle yazdı:

Memleketin bu halde oluşunun, mide bulandırıcı ilişkilerin, ırkçılığın, nefret söyleminin, sabah akşam diğer inançlara ve inançlılarına hakaretin, hırsızlıkların, çürümenin, görgüsüzlüklerin sorumlusu, Protestanlar mıdır?

TARTIŞMA LEVENT GÜLTEKİN'İN AÇTIĞI YOLDAN SÜRÜYOR

Nuray Mert, Murat Sevinç, Ahmet Hakan, Mustafa Akyol gibi yazarların Paris'teki saldırı sonrası "Gercek İslam bu değil" temasını tartışmaya açmaları aklımıza İnternethaber ve Gazeteciler.com sitesi yazarı Levent Gültekin'in 28 Aralık günü yani Paris saldırısından 10 gün önce kaleme aldığı yazıyı getirdi.

Madem "Gercek İslam bu değil" tartışması yeniden alevlendi, biz de o yazıyı yeniden paylaşalım dedik.

"Gerçek İslam bu değil." "Peki hangisi?" başlıklı yazısında Gültekin şöyle diyordu: 

"Taliban çıktığında “Bunlar İslam’ı yanlış yorumluyor” deyip kendimizi onlardan ayrı tutmaya çalıştık.

El Kaide çıktığında, yıllarca Bin Ladin eleştirisi yaparak yine “Bunların gerçek İslam’la alakası yok” diyerek kendimizi oyaladık.

IŞİD çıktı, her zamanki gibi yine kolay yolu seçtik ve “Bu insanlar gerçek Müslüman değil” diyerek konuyu kapatmaya çalıştık.

Bin Ladin’i bırakmış, Bağdadi’yi tartışmaya başlamıştık.

Yıllarca “Âlim” deyip ağzının içine baktığımız insanların vahşiliği, kadın istismarını, ölmeyi, öldürmeyi meşrulaştıran fetvalarını duyduğumuzda “Bunlar sapıtmış, gerçek İslam bu değil” deyip sorumluluğu üzerimizden attığımızı sandık.

İşler her geçen gün daha da kötüye gitti.

HAYRETTİN KARAMAN'IN SÖYLEDİĞİ GERÇEK İSLAM DEĞİL

Dini otorite bildiğimiz insanlar, kurumlar din adına her gün yeni bir skandala imza atıyor.

Mesela dinî alanda önemli bir otorite sayılan Hayrettin Karaman’ın, bir süredir kaleme aldığı her yazı, büyük kırılmalara sebep oluyor.

En son “Yolsuzluk yapana hırsız demenin ne kadar büyük bir günah olduğunu” anlattı bize.

Bunu yazmaya niçin ihtiyaç duyduğu başlı başına bir sorun.

Ve birçok kimse “Hayrettin Karaman’ın söylediğinin gerçek İslam’la alakası yok” deyip işin içinden çıktı.

Geçtiğimiz hafta Diyanet’in işçi güvenliğini konu ettiği Cuma hutbesinde “Tedbirde aşırılık Allah’a güveni sarsar” mesajı verilince yeni bir şaşkınlık yaşadık.

İktidara yamanmış bir dinin ne tür sapma ve bozulmalara yol açacağını göstermesi açısından son örneklerden biriydi.

YOLSUZLUK ENDEKSİNDE MÜSLÜMAN ÜLKELER NEREDE?

Sadece bunlar değil.

Dünya yolsuzluk endeksinde en az yolsuzluk yapan ilk 55 ülke arasında tek bir tane Müslüman ülke yok!

Diğer taraftan din adına sınav soruları çalındı. Yolsuzluk yapıldı. İnsanların hayatı karartıldı. Hatta cinayetler işlendi. Kadınlar aşağılandı. Toplum içinde gülmelerinin, hatta bir işte çalışmalarının büyük günah olduğu söylendi.

Üstelik bunları, saygınlığını dindarlığına borçlu kimseler dile getirdi.

Din ve dindarlık çatışmanın, ayrışmanın odağı haline geldi.

Din adına adam kayırma aldı başını gitti.

Din adına rüşvet almak, rüşvet vermek neredeyse bir alışkanlık haline geldi.

Garip bir biçimde insanların dindarlığı arttıkça, işlediği kabahatler de o oranda yükseldi.

Dindarlaştıkça insanlıktan, evrensel değerlerden kopan, uzaklaşan kimseler haline geldik.

Kendini dindar olarak tanımlayanlar, tuhaf ama, cennete gitmek için kötülükte, cehalette yarışır oldular.

GERÇEK İSLAM BU DEĞİL TEK SAVUNMA...

Bu tablodan dolayı, Batılı ülkelerde İslam karşıtlığı, Müslüman düşmanlığı her geçen gün artarak devam ediyor.

Dindarların sığlığı ve ötekini dışlama tavrı endişe verici boyutlarda.

Üzülerek söylüyorum, artık dünya İslam’ı bu korkunç, insanlık dışı, hukuk dışı tutum ve davranışlarla tanır oldu.

Hal böyleyken bu olup bitene getirebileceğimiz bir tek savunmamız var: “Gerçek İslam bu değil. Gerçek dindarlık bu değil.”

Biliyoruz ki, bizim “Onlar gerçek Müslüman değil” diye nitelediğimiz kimseler, aynı şeyi bizim için söylüyorlar!

Peki gerçek İslam hangisi? Gerçek dindarlık nerede, kimde?

Niçin asırlardır gerçek dindarlık uygulanamadı?  Hâlâ bir türlü niçin uygulanamıyor?

Dinî kurumlar, âlim dediğimiz dindar şahsiyetler de gerçek İslam’ı bilmiyor veyahut uygulayamıyorsa kim nerede, nasıl uygulayacak?

“Gerçek İslam bu değil” diyerek İslam’ın yara almasının önüne geçemiyoruz.

Hz. ÖMER'DEN SONRA GERÇEK MÜSLÜMANLIK NEDEN YAŞANMADI?

Toplumlar için önemli bir değer olan dinin gelecekte de varlığını sürdürmesini istiyorsak meselenin esasını konuşmamız gerek.

Bu kadar kötülük nasıl oluyor da bu dinde kendine yer buluyor?

Bunca insan niçin ve nasıl İslam’ı bu kadar yanlış yorumluyor?

Bunun nedeni ne? İslam neden ilk yıllardaki, asrı saadetteki pırıltısını, cazibesini, kıymetini koruyamıyor?

Gerçek Müslümanlık dediğimiz, ilk 15 yılda hayat bulabildi. 1400 yılda toplam 15 yıl.

Yani, Hz. Ömer’den sonra artık biz yeryüzünde gerçek Müslümanlığın yaşadığını göremedik.

PEKİ NEDEN SORUSUNDAN KAÇARAK NEREYE VARACAĞIZ

“Peki neden?” sorusu üzerine bir kafa yormamız gerekmiyor mu?

Bu sorudan kaçarak nereye varacağız?

Taliban, IŞİD, Boko Haram, Müslüman Kardeşler, Diyanet, Cemaat, AK Parti, Hayrettin Karaman, Yusuf El Karadavi, Suud Müftüsü, Mehmet Görmez, Cübbeli Ahmet, Tuğrul İnançer ve daha birçok şahıs ve kurumu tartışmaktan kurtulup işin özüne yani sorunun asıl kaynağına ne zaman ineceğiz?

Bu insanların problemli düşünce ve sözlerine neyin kaynaklık ettiğini sorgulamaktan niçin korkuyoruz?

Asıl sorunun kişilerde değil, yorumda, algıda, dini insan hayatında konumlandırdığımız yerde olduğunu ne zaman göreceğiz?

Asıl problemin dinden, dindarlıktan ne anladığımızda olduğunu ne zaman düşünmeye başlayacağız?

Asıl sorunun, dini 21. yüzyıl şartlarına göre yorumlayamadığımızdan kaynaklandığını ne zaman fark edeceğiz?

Kabahat işleyen dindar gördüğümüzde, ne zamana kadar “Bu gerçek Müslüman değil” kolaycılığına başvuracağız?

Dünyada “Gerçek Müslümanlık bunlarınki” diyebileceğimiz tek bir grup, cemaat, yapı yok.

Bu gerçeği görmemek için daha ne kadar direneceğiz?

IŞİD'İN YAPTIKLARI KUR'AN VE SÜNNETTE VAR MI?

Geçtiğimiz hafta Habertürk’te iki kıymetli İlahiyat profesörü Hayri Kırbaşoğlu ve İlhami Güler’i izledim.

İlhami Güler hoca o programda şunu söyledi: “IŞİD’in, savundukları ve yapmaya çalıştıkları, Kuran ve sünnetin vaaz etiklerinden farklı değil. Yani bu kaynakları düz bir okumayla ele alırsak bu insanların yaptıklarının hepsi bu kaynaklarda var.”

Bu, yabana atılacak bir görüş değil.

İlhami Hoca’dan dinledim: Hz Ömer bazı ayetleri “O günün şartları için geçerliydi” diyerek uygulamaktan imtina etmiş.

“O gün” dediği 10 yıl öncesi.

Bu tutum sayesinde Hz Ömer dönemine kadar işler yolunda gitti.

Ondan sonra kimse İslam’ı günün koşullarına göre anlamaya ve yaşamaya cesaret edemediği ve akıl erdiremediği için Müslümanlık gelişen hayatın şartlarıyla çelişir oldu.

TÜM BU KIRILMALARI, UMUTSUZLUKLARI GÖRMEYECEK MİYİZ?

Geçmişte dindar cemaatlerin içinde bulunmuş, İslamcılık davasına omuz vermiş insanlardan çok sayıda mail alıyorum.

Büyük bir dram yaşanıyor. İnsanların ruhunda ve kalbinde derin bir boşluk oluşmuş.

Bugün olup bitenlere bakarak “Ben başörtüsü için hayatımı harcadım. Boşuna mıydı? Ben dindarlık yaygınlaşsın diye ömrümü verdim. Bu muydu? Ben Müslümanlık barış getirecek, haksızlıkları giderecek diye düşünüyordum bunun için gençliğimi harcadım boşuna mıydı?..” türü sorular soruyorlar.

“20-30 yıl İslamcılık davası içinde bulundum. Son yaşadıklarımızdan sonra artık inancımı kaybettim” diyenler var.

Tüm bu kırılmaları, dağılmaları, umutsuzlukları görmezden mi geleceğiz?

Kanaat önderleri niçin bu dehşetengiz tabloya kafa yormuyor?

Niçin yeni hayat şartları ile din yorumunun çelişmesine köklü çözüm aranmıyorlar?

Veyahut arayan, kafa yoranların sesleri niçin bastırılıyor?

İktidardan bağımsız, olup bitene sıhhatli açıklamalar getirecek, insanları içine düştükleri umutsuzluktan çıkaracak sözü olan hiç kimse kalmadı mı?

Yıllarca Tv’ler, gazeteler, vakıflar, dernekler aracılığıyla insanları dindarlığa davet ettiler.

Şimdi o insanlar büyük bir bataklığın içinde çırpınıp duruyor.

Hem davet ediyorsun hem de bataklıkta terk ediyorsun. Olacak iş mi?

Davet ettikleri dindarlık çatışmanın, kötülüğün, ayrımcılığın kaynağı olmuş, bunu umursamıyorlar!?

100 yıllık İslamcılık davası resmen çöktü. Çıkıp iki kelime etmiyorlar. Böyle bir vurdumduymazlık olabilir mi?

BİR ÇIKIŞ BULMAMIZ GEREKİYOR

Eğer risk alıp bir çıkış bulmazsak Müslümanlık gözümüzün önünde parçalanıp yok olacak.

“Müslümanım” demeye utanır hale geleceğiz.

Batı’da artan Müslüman karşıtlığına söyleyecek bir sözümüz yok.

Çünkü her şey, bizim bile kabul edemeyeceğiz şekilde gelişiyor.

Bir söz, bir çıkış bulmamız gerekiyor. Yoksa din adına birbirimizi yiyip bitireceğiz.

Sonra da kimi Müslümanlar bizim mahvımızdan bahsederken “Gerçek İslam bu değil, bunlar da gerçek Müslüman değildi” diyecekler.

İSLAMIN GERÇEK İŞLEVİNİ YERİNE GETİRMESİ LAZIM

Ben ilahiyatçı değilim, din âlimi hiç değilim.

Ne yapılacağı konusunda bir kanaat beyan edemem.

Bu ülkenin bir evladıyım.

Ve İslam’ın durumu, hepimizin sorunu.

Bir tıkanıklık olduğunu görüyoruz.

Dindarlığın toplumda giderek problemin kaynağı haline geldiğinin farkındayız.

İslam’ın gerçek işlevini yerine getirmediğini görüyoruz.

Ya ahlak, dürüstlük, adalet, eşitlik, özgürlük gibi binlerce yıllık insanlık değerleri ışığında; günümüz koşullarında dindarlığımızı yeni bir gözle algılayacağız…

Ya da Avrupa’da olduğu gibi dinin bütünüyle kalplerden, zihinlerden hatta toplum sahnesinden atılmasına sebep olacak din karşıtlığının büyümesine seyirci kalacağız.

ÇOK OKUNANLAR