Medyam, medyam, güzel medyam...
“Uzlaşma”dan, “Uyum”dan ödü kopan o meslektaşımız birden, “İnsani değerlerin her şeyin üstünde olduğu inancı”nı terk edip
Ey gazeteci milleti!..
Bizler birbirimize “Hasım” değil, “hısım”ız…
Gerçek demokrasi varsa bizler de varız…
Gerçek demokrasi yoksa, birbirimizi yiyerek boğuluruz o yalancı demokrasi denizinde…
Bakın üstat Goethe ne demiş:
“Zora düşünce acıları çağırırım yardıma… Çünkü onlar benim en iyi dostlarımdır ve doğru öğüt verirler bana…”
Elbette bu kadar şiirsel söylememiş ama benim içimden böyle yazmak geldi…
Sevgili hısımlarım!..
Beni “Acılarınız” olarak kabul edin lütfen…
Ben de bir zamanlar “acılar”ın değil, kaçamak ve sahte mutlulukların “dostlarım” olduğunu zannetmiştim…
Ama hem yanıldığımı öğrendim yaşayarak…
Hem de Goethe’nin o sözündeki öğütün ne kadar kutsal olduğunu…
İşte bu nedenle sizlere doğruları, sadece doğruları söylüyorum…
Bir taraf Hz. Ali’nin (Sevgili Peygamberin damadı ve amcaoğlu) küçük kardeşleriysek…
Diğer tarafımız da Hz. Ayşe’nin (Sevgili Peygamberin en sevdiği karısı) ağabeyleriyiz…
Ama bir de üçüncü taraf var…
Muaviye tarafı…
Biz gerçek kardeşler birbirimizi yerken meydanı, gücü, iktidarı (Hükümeti değil) ve tüm kaynaklarımızın yönetimini o tarafa teslim ediyoruz…
Nasıl mı?..
Israrla, birimizin “Ak” dediğine diğerimiz “kara” diyerek geçiriyoruz günlerimizi…
Günün genç saatlerinde bir konuya ilişkin görüş bildiren bir meslektaşımız, gün giderek yaşlandıkça sabahki fikrinin tam tersini söyleyebiliyor, ilk düşüncesini açıklayışın üstünden sadece saatler değil de yıllar geçmiş gibi…
Neden?..
Çünkü o süreçte kendine “düşman” gördüğü (keşke düşman değil de rakip olduğumuzu anlayabilsek) kişinin görüşü ile kendi görüşü arasında bir paralellik, bir uyum, bir uzlaşma olduğunu fark ediyor...
Ve…
“Uzlaşma”dan, “Uyum”dan ödü kopan o meslektaşımız birden, “İnsani değerlerin her şeyin üstünde olduğu inancı”nı terk edip, “insani değerler insanı manen yüceltse de madden cüceleştirir” kepazeliğine terk ediyor ruhunu da, beynini de kalbini de…
Gelin bırakalım bu anlamsız ve hatta ahmakça kavgayı…
Diyelim ki içimizden biri, doğruluğu konusunda emin olmadan (ya da emin olduğu için) ve elinde somut bir kanıt da yokken, karşı olduğumuz bir anayasal kurum aleyhinde ya da lehinde bir haber yayımladı…
Yapmamız gereken sağduyulu davranmak olmalı…
Haberin doğruluğu yargı kararı ile de sabit oluncaya kadar o yayımdan sadece “iddia” olduğunu belirterek söz etmeli…
İddia olduğunun altını çizerek yorum yapmalıyız…
Çok mu zor böylesine en basit bir gazetecilik ilke ve ahlâkına uyum sağlamak?..
Bu kadar mı sevimsiz?..
Gelişmiş dünya demokrasilerinde ayrı fikirleri savunanlar aralarında tartışırlar.
Türkiye’de ise birbirlerinden farklı konulara iman, değişik kişilere biat edenler cepheleşirler...
Örneğin, Kökten laikçiler için “dansöz” olan hanımefendi, kökten laikçi yazarlar için “donsuz”dur…
Kökten Dincilerin “Çete” dediklerine köktenlaikçiler “Mete” der…
Yine örneğin,”Fethullahçıları ve AKP’yi bitirme Planı” olduğu iddia edilen bir belgenin sıhhatinin araştırılması gerektiğini ileri sürenler bir bakmışsınız Zahid Akman’ın kendini savunduğu bir belgenin sıhhatinin araştırılmasını beklemeden “Rapor sahte” diye çıkarlar ortalık yere…
Bu kez de karşı cephe bu kez “Hele bir belgenin sahte olup olmadığı bilirkişi incelemesinden geçsin kardeşim bekleyin” diye çığlık atmaya başlarlar…
Oysa aynı cephe ”Fethullahçıları ve AKP’yi bitirme Planı” olduğu iddia edilen belge TARAF’ta yayımlanır yayımlanmaz TSK’yı mahkûm etmişlerdi bile…
Vicdanların bu kadar kirlendiği, ihtirasların böylesine alevlendiği bir medya Uganda’da bile yoktur…
Kendinize gelin lütfen…
Adnan Berk Okan
17.06.2009