RÖPORTAJ

'Medyada yandaşlık da, baskı da hep vardı'

Usta gazeteci Coşkun Aral, "Birine yaranmak veya birine karşı zıtlık oluşturmak haberi yapan kişinin içinde vardır" diyor ve ekliyor: "Ben doğru haberciyim."

'Medyada yandaşlık da, baskı da hep vardı'
GAZETECİLER.COM - Usta gazeteci Coşkun Aral, "Birine yaranmak veya birine karşı zıtlık oluşturmak haberi yapan kişinin içinde vardır" diyor.

ve Türkiye'nin çektiği belgeseller ile tanıdığı Coşkun Aral kendisini "belgeselci değil haberci" olarak tanımlıyor ve bunu şöyle gerekçelendiriyor:

Kendini nasıl tanımlıyorsun? Belgeselci mi haberci mi?
Haberci.

Niye belgeselci değil?
Çünkü haber , belgeselin ana maddesi oluyor. Belgeselci dersem çok iddialı olurum. Ama habercilik doğuştan mesleğim. Meraklı olmam beni hep birtakım şeyleri farklı şekilde sorgulamaya yönlendirdi. O sorgulama sonucu da farklı bir algılama ve farklı bir ifade tarzı ortaya çıktı. O ifade tarzımı belgesellerle yapıyorum.

Kapitalizmin gelmesinden sonra habercilikte parantez içinde ‘birtakım yandaşlıklar’ başladı dünyada.
Bu hep vardı. Tarihçilerin ne kadar doğru olduğu hep tartışılmıştır. O yüzden çok tarihçinin olduğu bir ortamda insanlar o tarihçilerin hepsini alır, onların bıraktıkları yazıtları, yapıtları, değerlendirmeleri alıp ortak bir akılla ortak bir tanıya varır. Çünkü sonuçta o korku, biat olayı, yandaşlık her zaman var. Birine yaranmak veya birine karşı zıtlık oluşturmak haberi yapan kişinin içinde vardır. Ben doğru haberciyim, ben mükemmel haberciyim diyemeyiz. Ben Gezi’ye bir gün gittim. Benim için “Keşke yıllardan beri böyle bir reaksiyon olsa” dedirten bir olaydı. Çünkü Türkiye’de gençlik ilk kez bir şeyi sahiplenirken çok evrensel ve çağdaş bir yöntemle ifade tarzını ortaya koydu. Ama amacına ulaştı mı? Bir açıdan. Gerçek anlamda amacına ulaştı mı? Hayır. Keşke başka bir etaba geçebilseydi.

O etap nasıl bir etap olmalıydı?
Yani şiddeti benimseyenler ve şiddetten medet umanlar her zaman var. Onlara o imkan verilmemesi gerekirdi. Gündüz gittiğimde görmeyi arzu ettiğim çok portreyi gördüm orada. Muhafazakar bir genç kızımızı, bir çadırın içinde beş erkek çocuğuyla oturup yazı yazarken gördüm. Kapının önünde de aileleri bekliyordu.

Neye benzetiyorsun bu durumu?
Bunun benzeri çalışmaları yaptığım için şok olmadım. Çok açık söyleyeyim son dönemde yaptığım en keyifli işlerde biridir. Bir ara Türkiye’nin çok farklı kesitinden 24 genci alıp hayallerindeki Avrupa’yı keşfetmelerine olanak veren bir otobüs gezintisi yaptım. Cumhuriyet’in ne yazık ki tam çözemediği bir sürü sorunu o otobüste gördüm. Bir haftalık bir seyahatte kendi aralarında çözümcü oldu hepsi.

Cumhuriyet neden çözemiyor?
Cumhuriyet’in göz ardı ettiği bazı unsurlar var. Zaman zaman bunları dillendirdiğimde “Sen Osmanlıcı mısın?” diyorlar. Ben Osmanlıcı değilim. Ben Anadolu’da var olan bütün kültürlerin katma değerlerini dillendiren bir adamım. Osmanlı’nın kullandığı sistem hep bilgi, bilim ve daha önce yapılmıştan faydalanma, reddetme değil. Cumhuriyet’te birden bire bu topraklardaki bulguların üstüne örtü örtülmüş. Başka yerlerden ithal çözümler getirilmeye çalışılmış. Bir ulus yaratılmak istenmiş. Ama o ulusta olması gerekenler aranırken hep deneme yanılmalarla çözümler bulunmuş. Çünkü çok farklı topluluklara sahip bir toplum başlangıcıyız. Bütün bunların analizi yapılmadan sen Ankara merkezli bir hükümetle tarım politikanı kendin tasarlıyorsun. Ama bir tarafta senin 13 bin yıllık feodalitenin var olduğu bir Güneydoğu var. Deportasyonlarla bunalımlarını bir yerden bir yere taşıyan toplumlar var. Sen bunlara her alanda tek tip bir politika sunuyorsun.

Bunun karşılığında federatif bir sistem doğru bir sistem mi olur?
Çok iyi bir analizden sonra federatif bir sistem olsaydı çok daha sağlıklı olurdu. Niyesini söyleyeyim: Dünya örneklerini gördüm.

Dünya’nın en tehlikeli yerlerine giriyorsun. Hatta bir isimde bir kitabında var. Bu nasıl bir dürtü?
Tehlike deyince değişiyor. Şimdi Amerikalılar’a baksan Türkiye belki en tehlikeli yerlerden biri. Bilgi donanımın olduktan sonra dünyada bir kere ayak basılmadık yer yok. Tehlike bilgi donanımı olduğu zaman azalır. Ama yok olmaz. Niye bizim gibi ülkelerde bu tür yerlere gitmek kahramanlık gibi görünüyor? Bizim ülkede az. Çünkü aile yapımız çok korumacı. Bence Gezi’nin en büyük olaylarından biri oydu: İlk kez on beş gün banyo görmemiş çocuklarının dönüşünü bekledi aileler. On beş gün sonra başlarına bir şey gelmemişti o çocukların. Çünkü korkak bir toplumuz. Atatürk’ün o “Türk milleti cesurdur, kahramandır” sözü bizi motive etmek için söylediği şeyler. Zaten o korkuların dışa vurumu senin yapmış olduğun işin kaynağı.

Lanet olsun dediğin oldu mu hayatında? Çünkü bu maceralarda birçok olumsuzlukta beraberinde geliyor.
Ayağımın biri yürüyecek durumda değil. Sabahleyin kalkarken kemiklerin oturmasını bekliyorum. Bilek kemiğinin üzerinden top arabası geçti. Ağırlık geçtiği için dünyada en zor tedavisi olan bölümmüş. Yürüyemiyorum, kilo alıyorum. Yüzsem ciğerimin bir tanesi projektazi, hemen zatürre oluyorum. Kilolarımın gerçek sebebi o. Allah kahretsin demiyorum. Çünkü bu kendi tercihimdi. Ama keyifli olan kızım ve karımla yeni bir döneme girdim. Gidemediğim yaşayamadığım üç beş tane olay var. Olamadım. Çok büyük olaylar… Olamadım. Gerekçeleri o zamanlar başkalarıydı. Yöneticilerdi, imkan vermeyenlerdi.

Ütopik mi?
Şu haliyle ütopik. Kanıt olmadığı için konuşamadığım olaylarım var. Bazı şeyler Türkiye’de anlatıldığı zaman kimse inanmıyor. Sovyetlere en büyük zararı veren bir komutan: Mesut Ahmet Şah. Bu adama ulaşmak için hayatımı ortaya attım. 11 Eylül’den üç gün önce öldürüldü. Benimle randevusu vardı. Benim yerime iki tane Arap gazeteci gitti. Bombayı patlatıp adamı öldürdüler. Usame’yi, 11 Eylül’ü dünyaya duyuracak kişiydi. O zaman ben NTV’de çalışıyordum. Cem Aydın gitmemi istemedi. Gitmedim. Adam öldü. Sonra 11 Eylül oldu. Bu adamın kafasındaki yerim çok önemliydi. Çünkü onu dünyaya tanıtan bendim.

Bunların belgesi yok. Bunların belgesi olmayınca inandırıcılığını kaybeden bir hissiyat oluşuyor.
Olayın tanığı da birkaç kişi kaldı. Ama yaşadım. Çekilmemiş fotoğraf, söylenmemiş şarkı, yazılmamış kitap gibi oldu bu olay.

Bir habercinin aslında en büyük düşmanı baskı. Bir haberin konusunda hem Türkiye’den hem yurt dışından baskı geldiğini hissettin mi?
Şu anda baskı yok diyor Başbakan. Baskı hep var. Dünyada da var. IRA’nın siyasi kanadının yöneticileri cezaevinde ölüm orucuna girdi. 60-70 gün sonra ölmeye başladı. Ben o sırada oradaydım. O zamanlar İngiltere haberlere yönelik baskı yapıyordu. Ama daha kötüsü kraldan çok kralcı medya olduğu zaman oto sansürümüz oto kontrol ile yapmamız.


ÇOK OKUNANLAR