RÖPORTAJ

Medya ve sansürü Banu Güven'den dinleyin...

NTV ve Artı Bir sürecindeki çarpıcı tecrübelerini paylaşan Banu Güven, ana akım medyadaki sansür gerçekliğini anlattı...

Medya ve sansürü Banu Güven'den dinleyin...

Birgün gazetesinden Ömür Şahin Keyif, Mart başında İMC TV’nin ana haber masasına oturmaya hazırlanan ünlü ekran yüzü Banu Güven'le medya ve sansür konulu bir röportaja imza attı. Ortalığa saçılan ses kayıtları ve alo Fatih tartışmasının medyadaki gerçeklerin neresinde denk düştüüünü anlatan Banu Güven NTV ve Artı Bir sürecindeki çarpıcı tecrübelerini de paylaştı.
 
Sansürün ses kayıtlarıyla ortaya dökülmesinin ardından yaşanan gelişmeleri nasıl yorumluyorsunuz?

Yıllardır süregelen bir durumu konuşuyoruz. Daha önce bazıları sorardı, ‘Başbakan doğrudan mı arıyor birilerini?’ diye. İşte sistemin nasıl işlediği ortaya çıktı. Bazı durumlarda da yardımcıları arıyor.Herkesin bildiği bir durum bu.
 
Sizi hiç aradılar mı?

Ben hiç doğrudan aranmadım, çünkü yönetimde değildim. Ya yöneticileri ya iktidarın yönetimdeki temsilcisini, ajanını arıyorlar.
 
‘Fatihler’ gibi mi?

Evet onlar gibi yöneticilik yapanları. Müdahaleler, sansür bu kişiler aracılığıyla uygulanıyor; doğrudan genel yayın yönetmenleri, genel müdürler aranıyor. Bazen basın danışmanı, bazen de Başbakan’ın ofisinden biri arayabiliyor. Görmedik mi daha önce? Mesela Yalçın Akdoğan Hasan Cemal’in ve Can Dündar’ın yazıları askıya alınmadan önce Demirören’i aradığını kabul etmişti. “Evet aradım ama doğrudan öyle bir şey demedim” demişti. Yani aslında bu durumu yeni keşfetmiyoruz. Şaşıranlara şaşırıyorum.
 
Peki yöneticiler güvenilirliğini kaybetmek pahasına bunu nasıl yapıyorlar? Örneğin NTV sizin de ayrıldığınız dönemde bunu göze almış olmalı...

Bunu göze alabildiklerine önce inanamamıştım. Çok yazık demiştim. Ama sonra baktım kurumun sahibi ve yöneticileri için başka şeyler daha önemli. “Millet uyuyor, olmaz bir şey” diye düşündüler herhalde. Ama bu iş merkez medyanın hitap ettiği kesimin en büyük ayaklanmasının yok sayılmasına geldiğinde, bir anda binler o kanalların önünde toplandı ve o yöneticiler yanıldıklarını çok acı bir şekilde gördüler. İktidarlarının Erdoğan’ın iktidarı gibi hiçbir zaman sarsılmayacağını düşünüyorlardı ama çok fena sarsıldılar ve kendilerine gelemediler. Hâlâ aynı iktidar görevde olsa da meşruiyetini kaybetmiş durumda.
 
O dönemde kurumdan ayrılanlar oldu...

Bazı muhabir ve editörlerin Gezi döneminde “artık yeter” deyip, tazminatını yakıp ayrıldığını biliyorum. Bir zamanlar sansür operasyonlarını yürütenlerden bazıları hiç oralı olmadı, bazıları ise pay sahibi oldukları bu yüz kızartıcı tablodan çıkıp gitmek, her şeyi bırakıp kaçmak istedi, ama bu da ilk başta mümkün değildi. Kurtuluş bazıları için iktidarın da “gitsin” demesinden geçti herhalde. Varlığını o yöneticilerle sürdürebilenlerin yaşam alanı kalmadı. Bazıları da o dönemden sonra oluşan yönetimler tarafından “temizlendi”.
 
Çalıştığınız dönemde somut olarak nasıl sansürleniyordunuz?

Genelde medyanın geneline uygulanan sansür ve bunu takip eden otosansür marifetiyle müdahaleler olurdu. Belli konulara girilmemesi konusunda talimatlar vardı. 2004’ü hatırlayın Pamukova tren kazası. Orada kalkıp bir gazeteci “Ulaştırma Bakanı istifa edecek mi?” diye sorduğunda ‘Sen hangi gazetedensin?’ diye yanıt vermişti Başbakan. Aynı zamanda “Pamukova’yla ilgili canlı yayını kesin” demişler. Ben tatildeydim, “Neden yayın yok” diye aradığımda öğrenmiştim... Böyle bir talimatı haber kanalları kabul etti. Biatın belki en net şekilde başladığı olaydır bu. Bazı Başbakanlık muhabirlerinin akreditasyonları iptal edilmişti Ankara’da. O kurumların hepsi maalesef yeni isimler bildirdi akreditasyon için. Bu da biat değildir de nedir? Bazen de iş iktidarın yayın akışını belirlemesine kadar gidiyordu. Hangi bültende hangi bakanlığın hangi adamı ne kadar görünecek?
 
Bunlara nasıl karşı durulabilirdi?

Daha aza razı olarak, güçbirliği yapıp, farklı bir mecra oluşturmasındaydı çıkış; ama kimse bunu yapamadı. Çünkü kimse bunun için bir kaynak ayırmıyor ve yönetici pozisyonunda çok parlak şekilde bu işi yapanlar daha mütevazı koşullarla iş yapmaya çoğunlukla yanaşmıyorlar.
 
Siz baskılara karşı örgütlenmeye çalışmış mıydınız o dönemde?

Bir-iki arkadaşımla konuşabildim, onların söyledikleri üzerinde de başkalarıyla konuşmaktan vazgeçtim. Bu acayip baskılarla karşılaştığımız dönemde yayınları hep beraber boykot etseydik, ne olurdu? Biraz daha konuşulurdu bir şeyler herhalde.
 
Peki nasıl oldu da o güne kadar işinizi layıkıyla yapabildiniz?

Öyle yapmaya çalıştım. Birincisi çok inatçıydım. İnsanı bezdirir ve yapılması gereken haber için mutlaka bir formül bulurdum. Bazı konuları yasak gelmeden ele almış olurdum. Bazı yayınlarım da birilerinin gözünden kaçtı herhalde (gülüyor) Belki o sırada toplantıdaydılar, belki dalga geçiyorlardı, izlemiyorlardı... Bakmayın, yöneticiler bir çok şeyi izlemezler, komiktir yani, kendi kanalında ya da gazetesinde ne olduğunu bilmeyebilir bazıları. Ancak çok kritik bir şey olur, fırça gelir bir yerden, tutuşurlar.
 
NTV’nin ardından Artı Bir’e geçerken ‘Burada olacak galiba’ demiştiniz. İkinci hayal kırıklığı nasıl etkiledi sizi?

Kanalın yoluna devam edememesine üzüldüm ama o dönem ayrılmaktan başka seçeneğim yoktu. Yapı dağılmış, bazı sorunlar kronik hale gelmişti. Kimseyle beraber hareket etmedim, ama çalışma koşulları ortadan kalkmıştı. Şunun altını çizeyim: Artı Bir’de Gezi’yle ilgili hiçbir müdahaleyle karşılaşmadım. Fakat iki kez Kürt meselesine dair müdahale geldi. Sorumlusunu sorduğumda herkes birbirini işaret etti. Yöneticiler doğrudan kanalın sahibini işaret ettiler. Kanal sahibi de çok sonra yaptığımız bir görüşmede “Hayır, ben yapmadım. Bana gelindi, söylendi. ‘En fazla RTÜK’ten ceza almayacak şekilde kalsın, ama bırakın yapsın’ dedim” diye anlattı.
 
NTV’den ayrılırken de aslında sarsılmadım, daha ziyade sinirliydim. Neredeyse kuruluşundan bu yana emek verdiğiniz yerin neye dönüştüğünü görürseniz kendinize geliyorsunuz ve çocuğunuz yerine koymaktan vazgeçiyorsunuz. Bir noktadan sonra şöyle düşündüm: “Dünyanın en başarılı işini yapsam da, yarın öbür gün kapı önüne konabilirim”. Öyle de oldu.
 
‘Çıkış’ olarak alternatif medyayı işaret ediyordunuz. İnternet yasasıyla bitecek mi yollar?

Yok , Başbakan bir ara “Biz de bir yolunu buluyoruz giriyoruz YouTube’a” demişti ya, öyle hallederiz, bir yolunu buluruz. Gerçi kanunlarla her şeyin önünü çok güzel kapatıyorlar ama, bir yolunu buluruz biz... Asıl mesele şurada, alternatif mecra olarak internetin rüştünü ispat etmesi için bir gelir modeli olması lazım. Demokrasiyi dert edinen insanların, kaynak sağlamakta daha cesur ve cömert olması lazım. Çapul TV, T24 ve başka kurumlar bir takım kampanyalar yaptılar, acaba Gezi’de gördükleri güçte karşılandı mı beklentileri? Ya da gazete tirajlarından haber verin bana. O açıdan toplumun biraz daha yapıcı olması gerekiyor.
 
RÖPORTAJIN TAMAMI İÇİN

ÇOK OKUNANLAR