Medya canavarı Adnan!..
Klavyenin başına geçtiğimde, direksiyona sarhoş oturmuş sürücülere benzetiyorum kendimi...
42 yaşıma gelinceye kadar, kısa süreli olumsuz dönemlerim olsa da başarılı bir profesyoneldim. Basın ile ilişkim ise gazete okumaktan ibaretti.
Yine de bazı mahalli gazetelerde ekonomi üzerine makalelerim yayımlanırdı.
42 yaşımın sonlarına doğru geçirdiğim bir "kalp krizi" ve hemen arkasından olduğum "by – pass" ameliyatı bütün hayatımı değiştirdi...
Belki rastlantılar, belki de Kaderi- Mutlak'ın etkisiyle bir ulusal gazetede her gün yazdığım bir köşem oldu...
Ve...
O günden sonra üzerime "Lanetler" yağmaya başladı...
* * *
Yazarlığa başlamadan önce köşe yazarlığının gerçekten de "Özgürlük" demek olduğunu düşünüyordum...
Ama yanılıyormuşum...
En kaprisli fincancılar ve katırları meğer basın âlemindeymiş...
Kendileri herkesi eleştiren kocaman, kocaman köşe yazarlarımız meğer eleştiriye hiç gelemezlermiş...
Ya siyasetçilerimiz?..
Onlar çok mu hoşgörülüydü?..
Nerdeee?...
Onların da "burnundan kıl aldırmama" konusunda kocamanlık köşe yazarlarıyla ruh ikizliği vardı...
Ve gelsin şikâyetler, gitsin şikâyetler...
* * *
Hoş...
Belki de benden şikâyetçi olmakta haklıydılar...
Zira...
"Güler yüzlü, eğlenceli, bulunduğu masayı şarkıları, türküleri ve fıkralarıyla şenlendiren" adam gitmiş yerine; "kavgacı, önüne geleni eleştiren, herkeste bir kusur bulan, suratsız, meymenetsiz, sevimsiz" bir adam gelmişti...
Oysa ilk gençliğimden itibaren hayatımın akışını etkileyen diyaloglardan birini Mevlâna'nın Mesnevi'sinden okuyup öğrenmiş ve o diyalog bir felsefe olarak beynime de ruhuma da kazınmıştı...
Halife, Leylâ'ya şöyle diyordu:
"Sen, o musun ki Mecnun senin aşkından perişan oldu, kendini kaybetti. Oysa sen diğer kadınlardan daha güzel değilsin."
"Sus!" dedi Leylâ koca Halife'ye, "sen de Mecnun değilsin".
* * *
Henüz lise son sınıf öğrencisiyken öğrendiğim bu konuşma, bütün insan ilişkilerimde bana ışık olmuştu...
Herkesin beğenisine saygı duymak, fikirlerini savunmasını anlayışla karşılamak ilerleyen yıllarda Liberal felsefeyi tercih edişimin en etkin dayanaklarından biriydi...
Son 17 yıldır kendimi tanıyamıyorum...
Klavyenin başına geçtiğimde, direksiyona sarhoş oturmuş sürücülere benzetiyorum kendimi...
Onlar trafik canavarıysa, ben de "Medya Canavarı" oluyorum...
* * *
Bütün bunları niçin mi anlattım?..
Söyleyeyim:
Farkındasınız, artık okur yorumu almıyorum çünkü her okur bir tek şey istiyor benden, "Kendisinin aklından geçenleri yazmamı"...
Öyle bir şeye imkân olmadığına göre...
Bu sefer de yazının altında bulunan özel posta adresime (hepsinden değil, bazı kendini bilmezlerden) ana – avrat küfürler geliyor...
Yahu arkadaşlar; ben burada kimseye küfür ve hakaret etmeden ve işimin gereğini (hem de hiç sevmeden) yapıyorum...
Ama bu saatten sonra Allah tarafından "Melek" ilân edilsem kimseyi inandıramam...
Ya siz ne yapıyorsunuz?..
Siz de mi görevinizi yerine getiriyorsunuz?..
Ne olur, az önceki diyalogda anlattığım Halife gibi olacağınıza Leylâ gibi olsanız...
Ne olur, burada yazılanların da benim gözümle gördüğüm güzellikler ya da çirkinlikler olduğunu ve hem zaten işimi yaptığımı anlasanız!..
Ben zaten "kötü adamı oynamaktan" muzdaripim...
Bir de sizin beni daha da "kötü" yapmanıza dayanamıyorum...
Aynı yere bakıyorlar ama!..
* Kemal Kılıçdaroğlu müthiş bir adam...
* Türk siyasetinin 2. Ecevit'i...
* Tam halk adamı...
* "Hiç kimse yatağa aç girmeyecek" dedi...
* Recep Bey'i perişan etti.
* * *
* Kemal Bey sinameki...
* Kemal Bey çok popülist...
* Eski, kasaya yeni motor...
* CHP'de sadece oyuncu değişti...
Not: Birinci paragraftaki övgüler, Doğan ve Ciner medyasından alıntı.
İkinci paragraftaki küçümsemeler de Hükümet destekçisi medyadan.
Peki halk hangisine inanacak?..
Bana "Adnan Bey" diyenin...
Medyaya göre birinin başka birine "Bey" diye hitap etmesi "hakaret"miş...
Ulan!..
Bundan sonra bana "Adnan Bey" diyenin!..