ANALİZ

Martin Scorsese Para Avcısı'nda kimleri anlatıyor?

Halen sahibinin kim olduğunu büyük ihtimalle Cumhurbaşkanı’nın bile bilmediği bir medya gurubumuz var...

Martin Scorsese Para Avcısı'nda kimleri anlatıyor?

ADNAN BERK OKAN

İlke olarak telefon dinlemelerini yayınlamıyoruz…

Ama…

Hasan Cemal gibi bir usta gazetecinin bile o dinlemeleri köşesine taşıdığını hatırladığımda o konuşmaları hiç olmamış farz edemem elbette…

Kimin, kimi neden aradığıyla da ilgilenmeyeceğim…

Siyasetçi dünyanın her yerinde aynı…

İktidar olmak ve olmuşsa orada tutunabilmek için her şeyi yapıyor…

Tabii sonunda bedelini de ödüyor.

Gelişmiş demokrasilerde siyasetçiler bu bedeli ya görevlerinden istifa ederek ödüyorlar.

Ya da seçim sandıklarından çıkamayarak…

 

Çok somut bir örnek vereceğim…

Bir işadamı arkadaşından düşük faizli özel kredi aldığı ve basını sansüre çalıştığı anlaşılınca Almanya Cumhurbaşkanı Christian Wulff  "Bana olan güvenin zedelendiğini gördüm, o nedenle istifa ediyorum" demişti istifa ederken ve devam etmişti:

"Hata yaptım ama her zaman dürüst davrandım" 

Ama dedim ya…

Böylesi ahlâki duruşlar sadece ileri demokrasilerde ve ekonomileri gelişmiş ülkelerde oluyor…

Demokrasi öncesi toplumlarında ve ekonomisi henüz gelişmemiş ülkelerde siyasetçiler iktidar olduktan sonra oradan gitmeyi “ölümle eş değer” sayıyorlar…

Hepsi mi?..

Hayır, hepsi değil…

Süleyman Demirel kolayca muhalefet edebiliyordu eğer sandıktan çıkamamışsa…

Ecevit de öyleydi…

Erbakan Hoca bile kendisinden hiç umulmadığı halde istifa edip de ayrılmıştı başbakanlık koltuğundan…

Ama ben siyaset yazmak istemediğim için olaya medya açısından bakacağım…

Satıldığı konuşulan…

Satışın olduğu taraflarca da yalanlanmayan…

Ama…

Halen sahibinin kim olduğunu büyük ihtimalle Cumhurbaşkanı’nın bile bilmediği bir medya gurubumuz var… 


Evet…

Sahibinin kim olduğu bilinmiyor…

Çünkü açıklanmıyor…

Böyle bir durum hukukun üstünlüğü ilkesinin geçerli olduğu ileri demokrasilerden birinde kabul edilebilir mi?..

Tabii ki edilemez…

İlgili denetim kurumları hemen devreye girerler ve o medya kurumunda neler olup bittiğini rapor edip yargıya bildirimde bulunurlar…

Ve…

Kâğıt üzerinde gazetecilerin yönettiğini düşündüğümüz…

Ama…

Asıl emir ve talimatları medyayla hiç ilişkisi olman bir yönetim kurulu üyesinin verdiği bir başka medya gurubumuz var…

Hangi haberin yayımlanacağına, hangisinin görülmeyeceğine ilişkin kararları da işte o gazeteci olmayan yönetim kurulu üyesi veriyor…

Altında çalışan gazeteciler ise iyice kontrolü ve etkinliklerini kaybetmemek için zoraki olarak “Peki, tamam, olur” diyorlar bu gazeteci olmayan gazete yöneticisine…

 

İşin daha ilginci…

Bu kadar etkili ve yetkili yönetim kurulu üyesi, çalıştığı medya kurumundan tek kuruş maaş almadığını söylüyor…

Benim de bunu hiç aklım almıyor…

Çok varlıklı ve ekonomik gücü yüksek bir medyada en üst düzey çalışan, yayın politikasını belirleyen bir yönetici neden maaş almadan çalışır ki?..

Bence cevaplanması gereken bir soru?..

Mesleğimizin geleceği açısından cevaplanmalı…

 

Bir başka acı olay ise şu…

Üç meslektaşımız, “gazeteci” olmayan gazete yöneticisi tarafından kovuluyor…

Yani, işsiz kalıyor…

Yani açlıkla cezalandırılıyor…

Neden?..

“Gazeteci” olmayan gazete yöneticisinin beğenmediği bir haberi yaptıkları için…

Bir başka medyamıza gelince…

Siyasal iktidara yönelik her türlü eleştiri ve hatta hakaret serbest…

Başbakan ve bakanlarının yasa dışı dinlemelerle elde edilmiş konuşmaları bile yayınlanıyor…

Ama…

Siyasal iktidara şu andaki en güçlü parlamento dışı muhalefeti yapan bir dini cemaati ve liderini üzecek tek bir haber ve yorum yok…

 

Ey güzel insanlar!..

Biliyor musunuz ki…

Egemenlerin istediklerini haber yapan, istemediklerini görmezden gelen…

Ve…

Her şart altında egemenlerin yanlışlarını bile savunan gazeteci/yazarlar hariç…

En düzeyli muhalefeti yapan meslektaşlarımız bile her an “işsiz” kalma tehlikesiyle karşı karşıya…

Berbat bir duygudur bu işsiz kalma duygusu…

 

Peki neden böyle?..

Medyamız ve siyasetimiz güç zehirlenmesi yaşıyor da ondan…

Ama unutulmamalı ki…

Sonunda...

Bu güçlüler kendi kendilerini yenerler…

Nasıl mı?..

Sahip oldukları güçten zehirlenerek…

Dün Martin Scorsese’nin yönettiği Para Avcısı’nı izledim.

Kapitalizmin giderek kendi kendini tüketeceğine kesin gözüyle bakılan güç zehirlenmesinin en kara mizah örneklerinden biriydi film…

Tabii çok güldüğüm sahneler oldu…

Ama…

İğrendiğim sahnelerin sayısı çok daha fazlaydı…

Filmi izlerken Rıza Zarrab’ı hatırladım…

Ebru Gündeş geldi geçti gözlerimin önünden…

Jordan Belfort (Leonardo DiCaprio) 24 yaşında bir genç adam…

Ama…

Gözü paradan ve (Af edersiniz) karıdan başka bir şey görmüyor…

Amacı “para kazanmak” olan bu ihtiraslı genç adam, amacına ulaşabilmek için her türlü aracı mubahlaştırıyor…

Daha doğrusu…

Mubahlaştıracak bir yol mutlaka buluyor…

Peki ya sonunda?..

Elbette sonunu anlatmayacağım…

Ancak…

Çokça örnek verdiğim Sokrat’ın ünlü Gyges Yüzüğü’nü hatırlatmadan da duramayacağım…

Sokrat örnek öyküsünde, gücün olumlu kullanılabileceği gibi kötülükler için de kullanılabileceğine dikkat çeker…

Jordan Belfort her türlü yasa ve sıra dışılığı göze alarak sahip olduğu gücü kötüye kullananlardan…

 

Demek ve…

Medya gücünü kötüye kullananlara hatırlatmak isterim ki…

Önünde sonunda mutlaka güçten zehirleneceksiniz…

Çünkü…

Bugüne kadar:

Sahip olduğu gücü çok kötü yönde kullanan,

günahsız insanları işten kovup aç bırakan,

üç kuruşluk kişisel çıkarı, bencil hesabı için milyonlarca kişinin geleceğini çalanlar…

Gün gelecek sahip oldukları o güçten zehirleneceklerdir…

Benden uyarması…

[email protected]

ÇOK OKUNANLAR