MEDYA KÖŞESİ

Liberal yazarlarından Erdoğan'a sert itiraz!

Medyada özellikle liberal kalemler son günlerde AKP ve Başbakan'ı Ermeni meselesinde farklı bir tavır almaya çağırıyor.

Liberal yazarlarından Erdoğan'a sert itiraz!
GAZETECİLER.COM
Başbakan'ın Türkiye'de kaçan olarak çalışan 100 Bin Ermeni'yi sınırdışı edebileceklerini söylemesi üzerine medyada da yeni fotoğraflar ortaya çıkıyor. Hükümete yakın olarak bilinen gazetelerde yazan bir çok isim Başbakan'ı eleştirerek dikkat çekti.

Medyada özellikle liberal kalemler son günlerde AKP ve Başbakan'ı Ermeni meselesinde farklı bir tavır almaya çağırıyor. Taraf gazetesinde daha derinlikli olmak üzere bir çok yazar AKP'ye, Türk müslümanlarının konuya geleneksel Kemalist- İttihatçı  reflekslerle değil kendi değerlerine özgü bir tavırla yaklaşması gerektiğini yazdı. Hatta Yıldıray Oğur'un bir tavsiyesi vardı muhafazakar basına. '1915'i 'Büyük Günah' olarak tanımlayabilirsiniz' diyordu Oğur.

AKP ve Başbakan'ın bir çok açılımını desteleyen liberal kalemler, Ermeni meselesinde Erdoğan'ın geleneksel refleksler göstermesi karşısında eleştirilerini derinleştirecek gibi gözüküyor.

İşte bugün medyada Liberal-muhafazakar isimlerin Erdoğan'ı hedef alan yazıları:

Taraf'ın tepe ismi Ahmet Altan Milliyetçilik ve müslümanlık konulu yazısında muhafazakar siyaseti hedefleyen sert bir soru Siz esasen müslüman mısınız yoksa milliyetçi mi?

Müslümanlık ve milliyetçilik

Eğer bir tanrıya inanıyorsanız, yeryüzündeki bütün insanları yaratan o “kudretin” bazı insanları diğerlerinden daha üstün yarattığına inanmak, o “yaratıcının” hakkaniyetini, adaletini, şefkatini, “rahmetini” daha baştan yaralamak anlamına gelmez mi?

Bir Türk milliyetçisi için en yüce değer “Türk olmaktır”, Türklerin çıkarları ve hakları diğerlerinden üstündür ona göre, Türkleri diğer insanlardan ayırır.

Türkleri diğer insanlardan ayırmıyorsa, Türkleri diğerlerinden daha farklı ve üstün görmüyorsa, zaten “Türk milliyetçisi” olmasına, “Türklerin çıkarlarını” diğerlerinden üstün tutmasına gerek yoktur.

Bütün insanlar eşitse, bütün insanlar aynı haklara sahiplerse neden kendi “ırkımızı” önde tutacağız, kendi ırkımızın çıkarlarını diğer insanların çıkarlarından daha önemli göreceğiz, neden insanları “ırklarına” göre tanımlayacağız?

Milliyetçilik, insanları “böler”, gruplara ayırır, kendi grubunu, ırkını, soyunu yüceltir.

İnsanları birbirinden ayırdığınız, böldüğünüz, bir grubu diğerinden üstün bulduğunuzda da zaten vicdanınız yaralanır, kararlarınızdaki hakkaniyet kuşkulu hale gelir.

Din ise insanları bölmez.

Irklarına göre gruplamaz.

Hatta dinlerine göre bile ayırmaz, böyle bir ayırımı yapmak hakkı yalnızca Yaradan’ındır.

“Irk” zaten bir tercih değildir ve bizzat “Yaradan” tarafından insanlarına doğuştan bağışlanmıştır, kimse “tanrının” verdiği bir özelliği küçümseyemez, aşağılayamaz.

Böyle bir hakkı yoktur.

Bir Müslüman, bir ırkı nasıl olur da diğer bir ırktan üstün görür?

Bir grubu nasıl bir başka gruptan daha ayrıcalıklı kabul eder?

Bir ırkı ya da bir grubu diğerlerinden daha “önemli” görmeden de milliyetçi olunmaz.

Bu nedenlerle ben Müslümanlıkla milliyetçiliğin bağdaşamayacağını düşünüyorum.

Bu ülkenin “muhafazakâr” insanları hangi değeri benimseyecekler, Müslümanlığı mı milliyetçiliği mi?

Biraz daha keskin soralım.

Bir Müslüman, Türklerin, Kürtlerden ya da Ermenilerden daha önemli olduğuna inanır mı?

Ben, gerçek Müslümanlığın “vicdana, adalete, hakkaniyete” sahip olduğunu, eşitliği savunduğunu, ırkları birbirinden asla ayırmadığını, “inançların” ya da “inançsızlıkların” cezasının Allah tarafından verileceğini kabul ederek bu dünyada kendini “cezalandırıcı” konumunda göremeyeceğini, bütün bu özelliklerinden dolayı da “eşitliğe” ve özgürlüğe önem veren demokrasiyle bir sorunu olmayacağını düşünüyorum.

Buna karşılık milliyetçiliğin “eşitliği” kabul edemeyeceğine ve asla demokrat olamayacağına inanıyorum.

Kabul edeyim ki bunlar benim çok da iyi bildiğim konular değil.

Din hakkında yanlış şeyler söylemiş olabilirim.

O zaman, bu işi daha iyi bilenler “Müslümanlıkla milliyetçilik” arasındaki ilişkiyi anlatsınlar.

Anlatsınlar ki Müslümanlıkla milliyetçilik birarada olur mu yoksa birileri bizi kandırıyor mu net bir şekilde öğrenip anlayalım.

Sabah gazetesi yazarı Mehmet Barlas, bugünkü yazısında “Büyük Tıkınma” adlı filmi anımsatarak, Erdoğan’ın konuşmasının kendisine bu filmi hatırlatmasına yer verdi. Barlas’ın konuya ilişkin yazısı şöyle:

[page_end]

Başbakan Erdoğan'ın BBC'ye verdiği demeçte "100 bin Ermeniyi sınır dışı ederiz" diye konuşması, tabii ki herkesi şaşırttı.
İki gün önce "Roman açılımı"ndaki konuşması henüz kulaklardayken, nasıl olur da Ermeniler hakkında "Tehcir"i hatırlatan sözler söyleyebilirdi?
Böyle durumlarda hep 1970'lerin yapımı "La Grande Bouffe" (Büyük Tıkınma) filmini ve Michel Piccoli'yi hatırlarım.
Marco Ferreri'nin yönettiği bu filmde Marcello Mastroianni, Michel Piccoli, Philippe Noiret ve Ugo Tognazzi'nin canlandırdıkları dört arkadaş, yanlarına kiralık kadınları da alıp, bir sayfiye evinde kaçamak yapıyorlardı.
Öylesine kural dışılıklarla ve tiksindirici sahnelerle doluydu ki bu kaçamak...
Örneğin sürekli yemekten arkadaşlardan biri çatlayıp ölüyor ve onun cesedini buzdolabına koyup, rezil eğlencelerine ve tıkınmalarına devam ediyorlardı. İhtiyaçlarını gidermek için tuvalete falan gitmiyorlardı mesela.
Bu filmin Paris'teki gala gösteriminde, izleyici kadınlar filmi seyrettikten sonra Michel Piccoli'yi protesto etmişler ve "Bize bunu yapmayacaktın" diye bağırmışlardı.
Çünkü Piccoli o güne kadar oynadığı rollerde bakımlı, özenli, ciddi erkeği canlandırmıştı. "Büyük Tıkınma"daki mide kaldıran görüntüsü ise, onun hayranı olan kadınları şoka sokmuştu.”

Öte yandan, Cengiz Çandar da Referans gazetesindeki köşesinde, Tayyip Erdoğan’ın çok ayıp ettiğini belirterek, Başbakan’ın son sözlerini eleştirdi.

Çandar, Erdoğan’ın BBC Türkçe Yayınlara yaptığı açıklamada 100 bin Ermeni için söyledikleri nedeniyle Başbakan’ın özür dilemesi gerektiğini belirtti.

Çandar’ın yazısının bir bölümü de şöyle:
“BBC’ye “Bakın benim ülkemde 170 bin Ermeni var; bunların 70 bini benim vatandaşımdır. Ama 100 binini biz ülkemizde şu an idare ediyoruz. E ne yapacağım ben yarın, gerekirse bu 100 binine hadi siz de memleketinize diyeceğim, bunu yapacağım” dediği için.
Vicdansız bir adam olsa, “ayıp etti” demeye gerek olmazdı. Kendisinden beklenen, bilinen davranışı gösterdi der, geçer giderdik. Bu sözleri söylemeden 48 saat önce Roman Açılımı’nda yüzünde o insani, sevecen ifadesiyle eğlenen Başbakan’ın vicdanından kuşkulanamayız.
Hadi kişiliğinin inşa edildiği Kasımpaşa ile Roman vatandaşlarımızın damgasını vurduğu Dolapdere birbirine bitişiktir, Romanlara ilişkin kavrayışını çocukluğundan beri içselleştirmiş olmalıdır Tayyip Erdoğan; peki yine o Dolapdere’de, az üzerindeki Kurtuluş’ta Pangaltı’da hiç mi gariban Ermeni ile teması olmamıştır, vicdanı Dolapdere’nin ötesine uzanamamış mıdır?
Gazze’de insanların yaşadığı dram karşısında gözyaşlarını engelleyemeyen Tayyip Erdoğan’ın vicdandan nasibini almadığını, “selektif vicdan”a sahip olduğunu söyleyemeyiz.
Tayyip Erdoğan’ın en yakın dostları Onur Öymen ya da Canan Arıtman olsaydı, bu sözleri söylemesini yine garipsemezdik. Bu açıklamasını yapmasından bir gün önce zaten Canan Arıtman, şu günlerde Onur Öymen aynı beş aşağı beş yukarı aynı sözleri söylemiş, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu karşı çıkmıştı.
Tayyip Erdoğan’ın en yakın dostları yukarıdaki isimler gibi olsa, “ırkçı” der, geçer giderdik. “Irkçı” birisinin bu gibi sözlerinden hayal kırıklığı duymaz, “ayıp ettin” demezdik. O nedenle, “özür dile” davetinde bulunmak da aklımızdan geçmezdi.
Onun adı Tayyip Erdoğan olduğu için, diyebiliriz. Başbakan Tayyip Erdoğan, o sözleri nedeniyle Ermenilerden özür dilemelidir. Çünkü “ırkçı” içerikteki sözleri başka hiçbir yolla düzeltmek mümkün değildir.”

Taraf gazetesi yazarı Markar Esayan da, “Erdoğan beni de tehcire gönder” başlıklı bir yazı yazdı.

“...Ama bir de Başbakan’ın şahsının konuşmaları var; işte onu engelleyecek “vicdan” dışında hiçbir mercii yok.

İngiltere gezisinde BBC’ye verdiği mülakatta sarf ettiği sözlerden bahsediyorum şüphesiz. Ne demiş Erdoğan “Bakın benim ülkemde 170 bin Ermeni var; bunların 70 bini benim vatandaşımdır. Ama 100 binini biz ülkemizde şu an idare ediyoruz. E ne yapacağım ben yarın, gerekirse bu 100 binine hadi siz de memleketinize diyeceğim, bunu yapacağım...” demiş.

Türkiye’de yaşayan bir “öteki” için şaşacak bir durum değil bu. Erdoğan aynı tehdidi geçen ocak ayında TRT 1’de yayınlanan ‘Enine Boyuna’ programında da savurmuştu. Doğrudur, Erdoğan’ın çok takdir gören “Ülke geçmişinde bazı faşizan uygulamalar oldu” dediği o “uygulamalardan” en yaygını, Türkiye’de yaşayan gayrıtürklere rehine muamelesi yapmak, mallarına el koymak ve onları sınır dışı etmekti. 1964 mübadelesinde 30 bin Rum 24 saat içerisinde yanlarına 20 dolar almalarına müsaade edilerek Yunanistan’a gözdağı vermek üzere kovulmuştu. Cumhuriyet’e 300 bin nüfusla giren Ermeniler, bezdirme ve bıktırma siyasetiyle bugün ülkede 70 bin değil, sadece 50 bin kişi kaldılar.

Rumlar ise artık tükendi sayılır...

Yani Sayın Erdoğan böyle yüz kızartıcı uygulamaların rutin olduğu bir ülkenin başbakanı. Üstelik, tam da bu zihniyetten uzaklaşmayı başarabildiği oranda değişimin dinamosu olan bir partinin lideri.”

Zaman gazetesinden İhsan Dağı ise Başbakan Erdoğan’ın sözleri için, hükümetin Ermeni konusunda eski ezberlere sığındığını kaydediyor.

Dağı yazısında şunlara değiniyor:

“Genel olarak gayrimüslimlerin sorununa ciddiyetle eğilen, Vakıflar Yasası'nda bu yönde değişiklikler yapan ve bunun karşılığında da cemaatlerden büyük destek alan bir hükümet bu.

Üstelik daha geçen yıl bu hükümetin Başbakan'ı dobra dobra konuşup resmi ezberleri bozmuştu: "Yıllarca bu ülkede bir şeyler yapıldı. Farklı etnik kimlikte olanlar ülkemizden kovuldu. Acaba kazandık mı? Aklıselimle bunlar düşünülemedi. Bu, aslında faşizan bir yaklaşımın neticesiydi. Ama aklıselimle düşününce, 'şuralarda ne gibi yanlışlar' yaptık diye şöyle bir başımızı iki elimizin arasına aldığımızda 'hakikaten ne yanlışlar yapmışız' diyorsunuz." Yanlışlarla yüzleşmeyi böylesine net ifadelerle gündeme getiren Başbakan bugün, Türkiye'de çalışan beş-on bin Ermenistan vatandaşını kapı dışarı atmaktan söz ediyor.

Hükümetin söylemi ve icraatlarıyla çelişen bir durum bu. Daha geçen hafta Roman buluşmasında gönülleri fetheden, yerleşik ezberleri bozan Başbakan'dan Ermeni meselesinde, geçmişe ilişkin olmasa da mevcut duruma ve geleceğe ilişkin daha 'insani ve vicdani' bir tutum alması beklenirdi.

Türkiye halkı da hükümet de 'kalan' ve 'gelen' Ermenilere kol kanat germeli; buluşmalı, paylaşmalı, sevişmeli onlarla. Hele, 'farklı dinden ve milletten olanlarla barış içinde birlikte yaşama geleneği'nden geldiklerini iddia edenlerin sorumlulukları büyük. 'Medeniyet tecrübesi'nde çoğulluk ve hoşgörünün esas olduğunu iddia edenler bugün bunu ispat etmeliler. Barışın, diyaloğun, yüzleşmenin, paylaşmanın öncülüğünü yaparak iddialarına ve 'medeniyetlerine' sahip çıkmış olurlar. İşte tam da bu nedenle Başbakan Erdoğan'ın son açıklaması sık sık sözünü ettiği 'medeniyet' anlayışıyla örtüşmüyor.”

Bugün gazetesi yazarı Gülay Göktürk de Başbakanı eleştiren bir yazı yazdı. Göktürk,

“Erdoğan'ın Londra'da yaptığı konuşmada Türkiye'de kaçak yaşayan 100 bin Ermeni'yi sınır dışı etme tehdidi savurması, sadece siyaseten yanlış değil; ondan çok daha önemlisi ahlaken de savunulması mümkün olmayan bir tutum,” diye yazdı.

Başbakan Erdoğan ise, bu sabah İl Başkanları toplantısında kendine yakın köşe yazarlarını sert bir dille eleştirdi. Erdoğan, BBC’de sözünü ettiği Ermenileri sınır dışı etmek ile kaçak ermenileri sınır dışı etmek arasında derin bir anlam farkı olduğunu, bunun vatandaş olan Ermenilerle ilgisi bulunmadığın, ifadesinde de bunun açıkça belirtildiğini söyledi.

Erdoğan, “Vatandaşımız olan Ermenilerle ilgili bir ifademiz yok. Ama bunu televizyonlar kullanmak istemiyorlar. Dert başka. Özellikle uluslararası basında, cümlenin içinde kaçak sıfatının kaldırılarak, bir infial oluşturumaya çalışıldığını görüyorum. Türkiye’deki azınlılıkların zaman zaman haksızlıkları olduğunu söyleyen ilk başbakan benim. 6-7 Eylül olaylarının haksızlıklarını da ben söyledim.”

Başbakan Erdoğan, Cengiz Çandar’ı da hedef alarak, “Bana özür dilemelidir tavsiyesi bulunanlara da sesleniyorum. Biz kimden özür dileyeceğimiz çok iyibiliriz. Dürüst ol. Doğru sözün, doğırunun avukatı ol. Yanlışın değil. Yakıştırıp yakıştırmamak... Milletim neyi yakıştırıyor, benim için o önemli. Bu türden çıkar ve iddialar, benim kişisel tavrımı olduğu kadar, yakın tarihimizi de karalamaya yetmeyecektir,” şeklinde konuştu.

İşin tuhafı, gerçekten de Başbakan’ın konuşmasında “kaçak” sözcüğü yoktu. “İdare ediyoruz,” kelimesi kullandığı için de, “kaçak” kelimesi anlamı çıkartılabildi ancak.

ÇOK OKUNANLAR
Yorumlar 2 yorum