Kov bunları Adnan!..
Hayatım boyunca hiç kimsenin işinden kovulmasını istemedim… Hatta kanlı düşmanım için bile…
ADNAN BERK OKAN
Derdim “Akıllı İnsanlar Heyeti” değil…
Derdim heyette yer alan yarısı “dindar” diğer yarısı “kindar”
insanlarla kamuoyunun kalıcı barışa hazırlanamayacağı gerçeği…
Bakın Akıllı İnsanlar Heyeti’nde de görev alan bile sonunda ne diyor:
“Gönül istiyor ki; kapıya gelip dayanan bu değişim ve dönüşüm talebi, Türkiye’deki siyasi güçlerin, en azından ana siyasi güçlerin uzlaşmasıyla gerçekleşebilsin. Kopuşlar ‘yok edici’ olmasın, yeni kurulacak düzen en büyük uzlaşmaya dayansın ve uzun ömürlü olsun. Sorunları kavga ile değil uzlaşma ile çözen, gücünü kandan değil akıldan alan bir siyasete kapı açabiliriz.”
Hay klavyene sağlık be dostum!..
İşte benim kendi adıma istediğim bu…
Kişilerin şahsiyetlerine veya düşüncelerine karşı değilim…
Bana ne?..
İstedikleri gibi düşünsünler, diledikleri gibi yaşasınlar…
Ama “duruş” önemli benim için…
Partilerin söylemleriyle ilgilenmiyorum bile…
Duruşlarına bakıyorum…
CHP ve MHP’nin “çılgınca” söylemleri umurumda değil çünkü bütün o söylemlerin hepsi tabanlarını tatmin edebilmek için…
Ancak…
Barış sürecinin sürdürülebilir ve sonuç alıcı olabilmesi için duruşları facia!..
Sadece ikisinin değil tabii…
Ak Parti de bu iki muhalefet partisinin duruşundan farklı değil…
Hem “kalıcı barış” istiyor ama hem de aynı çatı altında yasama çalışmaları yaptığı iki anayasal siyasi partiyi sürekli dışlıyor…
Siyaset yapmak, "sadece benim dediğim olacak” demek değildir…
“Asgari müştereklerde buluşabilmektir” siyaset yapmak…
|
Hâsılı;
Hükümet'in "kalıcı barış" için başlattığı girişimleri başından sonuna destekliyorum...
Başbakan Erdoğan'ın baldıran zehri içmeyi bile göze aldığını, atılan adımın sonunda çok büyük riskler de olduğunu bildiğim için çok da iyi anlıyorum bu süreci…
Bu ülkede “Yarınlarımızın daha güzel olması için gerekirse Şehit anaları da bağırlarına taş basıp devletin barış görüşmelerine destek verecekler. Unutulmasın ki ülkeler şehit analarının yaralı yüreklerinin hissiyatlarının etkisi altında yönetilemez” diye ilk defa yazan kişiyim…
Halen de o düşüncedeyim…
Ama…
Bütün bunların parlamentonun tamamının değilse de en az üçte ikisi tarafından desteklenmesi gerektiğine de inanıyorum…
Ve…
“Savaşı lânetlemek, barışa destek vermek; barış ortamı yaratılması için yeri geldiğinde bir an için mesleğimizi unutup sadece ‘insan’ olmak da kamu görevi değil midir?..
Her türlü şiddeti dışlamak, dünya insanlığını taraflara ayırıp karşılıklı olarak ‘düşman/hasım’ yaratmamak da kamu görevi olarak kabul edilemez mi?” diye sorduktan sonra;
“Şu barış görüşmelerini yapan heyetlerin morallerini de bozmayalım… Bu görüşmeleri kesintiye uğratmak, başarılmasını önlemek isteyenler elbette olacaktır... Ama biz gazeteciler onlardan olmayalım… Çünkü… Bu barışa; silah ticaretiyle terörden beslenenler dışında hepimizin ihtiyacı var” diye yazan da yine benim…
Ama be arkadaş;
Bu kadar da olmaz ki…
“Devletten yana olanla değil, dağdakiyle birlikte yaşamak isterim” diyen;
Ya da;
“Türk bayrağının adı değişsin” diyen kişi de şehit analarının yüreklerini serinletmekle görevlendirilmez ki…
“Kürt’lerin hassasiyetlerini görmezden gelemeyiz” diyeni “akıllı adam” sayar ama “Ya Türklerin hassasiyetleri ne olacak?” diye soranı “barış düşmanı” ilân edersen ise hiç olmaz…
Yani;
“Barış” çok güzel bir sözcük ama mutlaka en az iki taraf arasında yapıldığı için tek taraflı olmamalı…
Bir de barışı savaşanların değil; savaşmayanların araya girip de gerçekleştirdiği unutulmamalı…
Oysa bizim barış süreci sadece savaşan taraflar arasında sürdürülüyor…
Pamuk ipliği yani…
Koparsa ekleme de yapamazsınız…