Köpekler mi suçlu? Sahipleri mi?.
Köpek kervana saldırıp yolcunun eteğini paralarsa, eteği paralayan köpek değil, o kepeği besleyen cahil köylü dür…
ADNAN BERK OKAN
Ragıp Duran nefis bir “Medya Analizi” yaptı yine…
Üstüne yazı yazmak çok zor ancak birkaç satırlık katkıda bulunmak istedim…
Diyor ki Duran;
“…….. Bu bakımdan Serdar Turgut belki de masum hatta acınası bir kişilik. Cezai ehliyeti bile olmayabilir. Bu durumda Turgut’tan çok, önce Hürriyet sonra da Akşam gazetesinin sorumlularını kınamak gerek. Orijinal diye, ilginç diye, komik diye, dış görünümü normal diye, akli ve ruhi dengesi konusunda kuşkular yaratan, bir yazdığı bir yazdığını tutmayan bir şahsa köşe hatta gazete yönetimini teslim etmek doğru bir tutum mu acaba?”
Ben de Sadi-i Şirazi’den bir örnek vermek istiyorum…
Yaklaşık 750 yıl önce söylemiş...
Sadi şöyle diyor: “Köpek kervana saldırıp yolcunun eteğini paralarsa, eteği paralayan köpek değil, o kepeği besleyen cahil köylüdür…”
Yine Ragıp Duran’ın analizinden bir bölüm:
“…… Biliyorsunuz, patronların, zenginlerin anlattığı her fıkra komik, her espri müthiştir(!). İster istemez gülersiniz, gülmek zorundasınız. Bazen de nezaket gereği… Bir mülksüzün, zenginler ortamında patlattığı bir espri ne kadar kaliteli olursa olsun hemen damgayı yer: Pot kırdı!”
Duran’a, sevgili anneciğimden daha henüz ilkokul çağındayken dinlediğim bir fıkrayı anlatarak katkıda bulunayım ben de…
Köyün ağasını en çok güldüren şey, yere attığı yeşil bir kadife kumaş parçasından korkan köyün delisinin dans eder gibi hoplayıp sıçramasıymış...
Çünkü deli o kadife kumaş parçasını kıurbağa zannedermiş...
Kurbağadan korktuğu için de kızılderili dansı yaparmış...
Ne zaman ağanın canı sıkılsa kahveye gider elinde hazır bulundurduğu yeşil kadife parçasını yere atarmış...
Bunu gören deli ayaklarının altında ateş parçaları varmış gibi sıçraya sıçraya dans edermiş.
Ağa bu duruma kahkahalarla güler, sonra da deliyi çağırıp,
“Git bizim konağa da yengen sana ekmek versin, yağ versin, peynir versin, tuz versin” dermiş.
Deli ağanın konağına giderek bunları alır ve ağanın yeşil kadife parçasını yeniden yere atacağı günü beklermiş.
Bir gün ağa kasabaya gitmiş. Köyün fukaralarından biri de deli ile eğlenmek istemiş. O da küçük bir yeşil kadife parça bulup deli kahveden içeri girince yere atıvermiş ama deli oralı bile olmamış. Fukara köylü bir kez daha eğilip kadife parçayı almış ve delinin önüne fırlatmış. Deli yine oralı olmamış…
Fukara merak edip neden korkmadığını sorunca…
Deli cevabı yapıştırmış:
“Ben sadece ağanın kurbağasından korkarım”…
Bizim medyamızı bundan daha iyi hangi fıkra anlatabilir acaba?..
Bu da Ragıp Duran’dan son alıntı:
“TV ekranları, radyo mikrofon ve hoparlörleri, gazete sayfaları, kamu çıkarının savunulduğu alanlar olmaktan çıkıp, özel saçmalıkların mecrası haline gelince, ilkesiz-kuralsız yazıcıların kalesi haline geldi. Bunun da en asal sorumlusu medya mülkiyetidir.”
Bazı kadın yazarlar; nasıl seks yaptıklarını, tek gecelik aşklarını, banyoda patronu ile sevişmelerini falan anlatıyorlar…
Erkeklerin kimisi de eski evliliklerini, yeni aşklarını, gittikleri gece kulüplerini, yedikleri yemekleri vs…
İyi ama gazetecilik kamu yararına haber izlemek; aksayan siyasal, sosyal, ekonomik konularda analizler yapmak mı?..
Yoksa okurlara özel hayatlar hakkında bilgiler sunmak mıdır?..
Yine Şirazlı Sadi’den bir özdeyiş:
“Öd ağacı bir tabla üzerinde güzel koku vermez. Fakat onu ateşin üzerine koydun mu amber gibi kokar”.
Acaba diyorum…
Doğan Medya’nın atıldığı ateşin benzeri diğer bütün medya gurupları için kullanılsa, yandıktan sonra onlar da amber gibi kokarlar mı?..