ANALİZ

Kılıç'ı öfkenin etkisiyle taciz eden meslektaşlarıma!

Türkiye’de medya ve bilhassa köşe yazarları bu sorulara verilecek cevapların üzerinde hiç durmadılar…

Kılıç'ı öfkenin etkisiyle taciz eden meslektaşlarıma!

ADNAN BERK OKAN

Bir an için hangi siyasi görüşten olduğunuzu bir yana bırakın…

Ve…

Düşünün…

Yurttaşı olduğunuz ülkede yoksulluk öylesine yürek yakıyor ki…

Halkın neredeyse yarısına yakını; devletin resmi istatistik kurumu tarafından “yoksulluk sınırı” altında bir gelirle yaşamaya çalışıyor…

O yarının bir diğer yarısı ise “Açlık Sınırı” olarak çizilen sınırın da altında bir gelire sahip…

Siz o iki guruptan da değilsiniz…

Hatta…

Ortalama gelirin üzerindeki sınıftansınız…

Televizyonlarda, gazetelerde “Açlık Sınırı” altında yaşayan insan manzaralarını görüyorsunuz…

Vicdanınız rahatsız oluyor…

Merhamet duygunuz ayağa kalkıyor…

Acıyorsunuz o insanlara…

Diğer yanda…

Maliye Bakanı yeni ihdas edilen vergilerle birlikte Gelir ve Kurumlar Vergisi oranlarının da yükseltildiğini açıklıyor…

Gerekçesi şöyle:

“Kazananlardan daha çok vergi alarak bunu yoksullarımıza dağıtacak, onları açlık sınırındaki yaşantılarından kurtaracağız…”

Şimdi iki zor soru:

Soru 1.) “Alın terinizi akıtarak, bütün servetinizi riske atarak kazandığınız gelirin neredeyse yarısını alacaklarını ve bunu açlık sınırında yaşayacak yurttaşlara dağıtacağını açıklayan Maliye Bakanı’nı alkışlar mısınız?..”

Soru 2.) Yoksa “Sana ne kardeşim?.. Benim gelirimden kime ne kadar yardım edeceğime sen karar veremezsin… Buna ancak ben karar veririm... Hem nereden bileyim benden topladığın vergileri o fukara insanlara dağıtacağını… Ya, kamu adına yapılan ihalelerde hırsız, uğursuz üç beş müteahhitle aranızda paylaşırsanız?..” diye sorgulayıp yeni vergilere itiraz mı edersiniz?..

 

Ey güzel insanlar!..

Farkında mısınız?..

Türkiye’de medya ve bilhassa köşe yazarları bu sorulara verilecek cevapların üzerinde yıllarca hiç durmadılar...

Bugün de durmuyorlar…

Neden durmuyorlar?..

Çünkü…

Bu iki soru sistemle ilgili…

Çünkü bu iki soru “Hukuk”la ilgili…

Çünkü bu iki soru ekonomik konularda “merhamet” duygusuyla karar verenler olabileceği gibi…

“Adalet” duygusuyla da cevap verilebileceğinin kabulü ya da reddi…

Türkiye’de medya ağırlıklı olarak “Sol” jargonu kullandığı için yıllarca gecekonduculuğu savundu…

Kamunun veya özel şahsın arazisini işgal edenlere “yoksul yurttaş ne yapacak?.. Başını sokacak bir dam da yapamasın mı?” denilerek merhametle yaklaşıldı…

Ve…

Sonuç; bütün büyük şehirlerimiz gecekondularla çevrelendi…

Bu ise hem çağdaş kentleşmeyi katletti…

Hem sağlıksız gecekondularda sağlıksız bir nesil yetişmesine yol açtı…

O süreçte gecekonduculuğa “merhamet” değil de “adalet” penceresinden bakılabilseydi…

Arsaları işgal edilen kişi ve kurumların da “Hakları olduğu” kabul edilse...

Yasa dışı işgallere bir de o insanların “Hak ve Hukukları” penceresinden bakılabilseydi...

Şehirlerimiz yağmalanmayacak...

Bugün o yağmalanan bölgelerin çağdaş bir kente dönüştürülmeleri için milyarlarca lira harcamak zorunda kalmayacaktık…

 

Yani...

Bugün artık solcularımızın daha demokrat, daha özgürlükçü, hukukun üstünlüğü ilkesini benimsemiş olanları bile şunu kabul ediyorlar…

Alın teri akıtarak, bütün servetini riske atarak kazandığı gelirin neredeyse yarısını alacaklarını ve bunu açlık sınırında yaşayacak yurttaşlara dağıtacağını açıklayan Maliye Bakanı’nı alkışlamak ne kadar doğalsa…

Sana ne kardeşim?..

Benim gelirimden kime ne kadar yardım edeceğime sen karar veremezsin…

Buna ancak ben karar veririm...

Hem nereden bileyim benden topladığın vergileri o fukara insanlara dağıtacağını

Ya, kamu adına yapılan ihalelerde hırsız, uğursuz üç beş müteahhitle aranızda paylaşırsanız?..diye sorgulamak da o kadar doğaldır…

Çünkü Hukuk bireyin elde ettiği kazancı nasıl harcayacağına, ne kadarını pay edeceğine de kendisinin karar vermesi gerektiğinin kurallarını koyar…

Bu kuralları koyarken insanları “merhamet duygularının yüceliğine göre” de sınıflandırmaz…

 
Diyeceksiniz ki:

“İyi ama bütün modern devletler vergi ile ayakta dururlar…”

Ben de derim ki:

Evet ama o vergiler bireylerin kişisel veya kurumsal kazançlarından alınmamalıdır…

İnsanlar sadece harcadıklarının, tükettiklerinin vergisini ödemelidirler…

Liberal demokrasi, bireyin gelirini nasıl, nerelerde değerlendireceğine kendisinin karar verme özgürlüğüdür…

Şimdi noktalıyorum…

Bireylerin yoksullara acımaları “Merhamet”tir…

Bireylerin, yoksullar kadar kendi haklarını da korumak hakkını kullanmaları ise “Adalet”tir…

Hâsılı...

Gazetelerimiz, yazarlarımız bu tür (gecekondu, işgal, toprak işleyenin, su kullananın) eylemlere "Adalet" değil "merhamet" penceresinden ve haliyle "Siyasi" olarak baktılar... 


Nereden mi çıktı?..

Söyleyeyim...

Haşim Kılıç
’ın Anayasa Mahkemesi’nin 52. Kuruluş Yıldönümü için yaptığı konuşmanın “Siyasi” olduğunu iddia eden…

Demokrasimizin olmazsa olmazı Anayasa Mahkemesi başkanına duydukları öfkenin etkisiyle “Taciz eden” meslektaşlarımıza “Yanlışınız var” demek için yazdım bu kadar şeyi…

Zira…

Haşim Kılıç siyasi değil, hukuki bir konuşma yaptı…

Açık açık söylemese de:

"Seçmenler vergilerinin nasıl harcandığını takip etme; hesabını sorma hakkına sahiptirler... O hesap sandıkta değil ancak yargıda sorulabilir" dedi...

Öyle dediği içindir ki...

Her türlü yönetim hesabının sadece ve sadece sandıkta görüleceğine iman etmiş meslaktaşlarımızı öfkelendirdi...

İşte o meslektaşlarımız 
makelelerini “Adalet” değil “öfke, nefret, merhamet” duygularıyla yazdı…

Kılıç o konuşmasıyla sandıktan gelen haklarını yargıyla paylaşmak zorunda olan siyasetçileri de uyardı:

“Devleti yönetirken önceliğiniz nefretiniz, öfkeniz ya da merhametiniz değil adalet olsun”…

Sevgili meslektaşlarıma naçizane tavsiyem şu:

Kılıç’ın konuşmasına bir de benim açtığım şu pencereden bakın lütfen…


[email protected]
ÇOK OKUNANLAR