Kemal Öztürk'ten çok farklı analiz
Yeni Şafak yazarı ve Anadolu Ajansı eski genel müdürü Kemal Öztürk, Cumhuriyet yazarı Nuray Mert'in dün köşesinde yazdığı eleştiriden destek alarak Ak Parti'ye bir dizi telkinde bulundu.
GAZETECİLER.COM -
Yeni Şafak yazarı ve Anadolu Ajansı eski genel müdürü Kemal Öztürk, Cumhuriyet yazarı Nuray Mert'in dün köşesinde yazdığı eleştiriden destek alarak Ak Parti'ye bir dizi telkinde bulundu.
Nuray Mert'in “Sanki, söz konusu olan Batı dünyasına karşı ciddi bir itiraz değil, kompleksli bir öfke veya öfkeli bir kompleks. Belki de bu nedenle işin içinden çıkılamıyor.” cümlesinden yola çıkan Öztürk, "Nuray Mert'in eleştirisine katılmıyorsak, yani Batıya karşı kompleksli bir öfke değil de, büyük medeniyet iddiamız varsa, bunun gereğini yapak boynumuzun borcu. Bunun yolu da, insanlığa sunacağımız medeniyetin yeni fikirlerini ve söylemlerini keşfetmekten geçer. Bu da ancak okyanuslara açılmak ve derinlere dalmakla mümkün olabilir." yazdı.
İşte Öztürk'ün yazısından dikkat çeken bir bölüm:
Bu sıra iftardan sonra eski dostlar, fikir erbapları ve arkadaşlarla hummalı tartışmalar eşliğinde sabahlıyoruz. Siyaset, din, İslamcılık, diplomasi, İslam dünyası, sanat, medya, yazarlık başta, her konuda derin bir sorgu halindeyiz. Acımasızca kendimizi eleştiriyoruz.
Mısır, Fas, Cezayir, Tunus, Libya ve Türkiye'de iktidardan düşen muhafazakar kesimin ve bir cinnet halinde bir biriyle savaşan İslam dünyasının hataları, yanlışları, doğrularını konuşurken, bir fetret devrine girdiğimizi kabullenmiş durumdayız.
Bunun nedenlerini en derin, en sert ve en adil biçimde tartışmanın verdiği verimliliği görüyorum. İçine kendimizi de koyduğumuz bir özeleştirinin, ne kadar faydalı olduğunu çıkan sonuçlardan anlıyoruz.
Prof. Mustafa Öztürk, muhteşem bir mantık örgüsüyle siyaset/iktidar ve din ilişkisinin yaşattığı sorunları anlatırken, espriyi patlattı: “Biz de bu fetret devrinin en dibinde doğduk birader. Bari Tanzimat, Lale Devri zamanında doğsaydık, bir kalite, bir seviyeli hayat içinde tartışırdık bunları”. Hoca, ülkede fikir/tartışma, seviyenin dibe vurmasından muzdarip.
Nurat Mert'in etkileyici eleştirisi
Kafamız bunlarla meşgulken, Nuray Mert'in Cumhuriyet Gazetesi'ndeki (06.07.2015) yazısının bu tartışmalara ciddi bir katkı sağlayacağını düşünmemiştim. Geçen hafta yazdığım, “Nişantaşı eşrafına” başlıklı yazımı da içine katmış, bizim mahalleyi sıkı bir pataklamış Nuray Hanım. Ahmet Hakan ve Nevşin Mengü de o topa girmişti ama Nuray Mert başka bir çalım attı doğrusu.
Mert'in bize eleştirisinin özeti şuydu: Batı'yı eleştirip, bir medeniyet hayalinden bahsediyorsunuz, ancak hala Batılı kavramları, hem de en paçozunu kullanarak haklılığınızı ispatlamaya çalışıyorsunuz. Medeniyet evvel emirde adap, edep demektir, önce buna bir kafa yorun.
Bir cümlesi epey ağır, onu tırnak içinde alıyorum:
“Sanki, söz konusu olan Batı dünyasına karşı ciddi bir itiraz değil, kompleksli bir öfke veya öfkeli bir kompleks. Belki de bu nedenle işin içinden çıkılamıyor.”
Unutmadan ekleyeyim, Nuray Mert de eskiden “bizim mahallede” oturan, mahalleyi iyi bilen liberallerdendi. Güçlü mantık örgüsü olan, iyi bir eleştirmendir ama oyun kuruculuğu tartışılabilir.
İktidara göre sanatçı değeri biçmek
Fatih'te, At Pazarı'nda, Eski Kafa'da takılıyoruz, bunları tartışırken. Sahura kadar da orada fikrine güvendiğimiz kim varsa, esir alıp tartışıyoruz. Bu tartışmalardan birinde, sanat ve müzik dünyasını iyi bilen eski dostum Metin Gım, gecenin ikisinde gözlerimi açtı: “Düşünsene abi, sanatçı sanat üretmiyor, iktidara yalakalık yapıyor, sonra sanatçı olduğunu zannediyor. Öteki de iktidara düşmanlık yapmadan, sanat dünyasında var olamayacağını düşünüyor ve başlıyor hakaret etmeye. Seviyesi dibe vurmuş bir sanatçı yığını, ülkeyi daha da dibe doğru çekiyor.”
Sanatın iktidar ve siyaset üzerinden tartışıldığı, üretkenliğin, evrenselliğin ve kalitenin konuşulmadığı bir sanatçı dünyasında, iktidar karşıtlığı ya da taraftarlığı sanatçının önemini belirliyor demek istiyor Metin. Seviyenin ve düzeysizliğin bazı örneklerini veriyor ki, buraya yazamam.
Dikkat, bizi sığ sulara çekiyorlar
Birbirinden farklı insanların ortak noktası, içinde bulunduğumuz seviye ve kalite sorunu aslında. Tartışma adabından, tartışma konularına, hitap şeklinden, edilen küfürlere kadar, çok ciddi ve hızlı bir seviye kaybı, sığlığı yaşıyoruz.
Birileri bizi hızla sığ sulara çekiyor aslında. Derinlerde yüzerken, birden Sarayın altın tuvalet yalanına, sözde milyonluk masa tartışmasındaki sığlığa çekiliyoruz. O zaman Devleti Alinin temsil makamına çağrılan bir manken eskisinin, tuvaletlere iki defa gidip, “altın kaplama değil vallahi” diye tivit atması, bize iyi bir şeymiş gibi geliyor.
Düşünceleri, fikirleri, sistemleri tartışmak yerine, makam arabasını, masayı, tuvaleti tartışanlara cevap vermek, sığ sulara hızla çekilmeyi kabul etmek demektir. Basın aracılığı ile oluşturulan bu suni basınçla, sığ sulardaki gibi beynimizi etki altına alıp, bilincimizi kaybetmemizi istiyorlar. Buna kapılan, sözde iyi bir şey yaptığını zanneden bazı yazarlar, gazeteciler, sosyal medya fenomenleri sığ sularda baygınlık geçiren, bilinçlerini kaybetmiş dalgıç gibiler. Ne yaptığını, ne söylediğini, kime iyilik, kime kötülük yaptığını bilmez durumdalar. Her kesimin insanı için geçerli bu durum.
Bir medeniyet fikri, okyanus derinliğinde bulunur.
Sığ suları değil, derinleri tercih etmek zorundayız. Ancak derinlerde yeni dünyalar, yeni fikirler, yeni canlılar keşfedilebiliriz. Sığ sularda, kumdan ve çakıldan başka bir şey bulunmaz.
Türkiye'nin, İslam dünyasının ve bir parçası olduğumuz insanlığın 21. yüzyılda yaşadığı sorunları konuşmak, tartışmak zorundayız. Mustafa Hoca'nın üzüldüğü fetret devrinin en dibinde doğduk, yapacak bir şeyimiz yok.
Nuray Mert'in eleştirisine katılmıyorsak, yani Batıya karşı kompleksli bir öfke değil de, büyük medeniyet iddiamız varsa, bunun gereğini yapak boynumuzun borcu. Bunun yolu da, insanlığa sunacağımız medeniyetin yeni fikirlerini ve söylemlerini keşfetmekten geçer. Bu da ancak okyanuslara açılmak ve derinlere dalmakla mümkün olabilir.
Yeni Şafak yazarı ve Anadolu Ajansı eski genel müdürü Kemal Öztürk, Cumhuriyet yazarı Nuray Mert'in dün köşesinde yazdığı eleştiriden destek alarak Ak Parti'ye bir dizi telkinde bulundu.
Nuray Mert'in “Sanki, söz konusu olan Batı dünyasına karşı ciddi bir itiraz değil, kompleksli bir öfke veya öfkeli bir kompleks. Belki de bu nedenle işin içinden çıkılamıyor.” cümlesinden yola çıkan Öztürk, "Nuray Mert'in eleştirisine katılmıyorsak, yani Batıya karşı kompleksli bir öfke değil de, büyük medeniyet iddiamız varsa, bunun gereğini yapak boynumuzun borcu. Bunun yolu da, insanlığa sunacağımız medeniyetin yeni fikirlerini ve söylemlerini keşfetmekten geçer. Bu da ancak okyanuslara açılmak ve derinlere dalmakla mümkün olabilir." yazdı.
İşte Öztürk'ün yazısından dikkat çeken bir bölüm:
Bu sıra iftardan sonra eski dostlar, fikir erbapları ve arkadaşlarla hummalı tartışmalar eşliğinde sabahlıyoruz. Siyaset, din, İslamcılık, diplomasi, İslam dünyası, sanat, medya, yazarlık başta, her konuda derin bir sorgu halindeyiz. Acımasızca kendimizi eleştiriyoruz.
Mısır, Fas, Cezayir, Tunus, Libya ve Türkiye'de iktidardan düşen muhafazakar kesimin ve bir cinnet halinde bir biriyle savaşan İslam dünyasının hataları, yanlışları, doğrularını konuşurken, bir fetret devrine girdiğimizi kabullenmiş durumdayız.
Bunun nedenlerini en derin, en sert ve en adil biçimde tartışmanın verdiği verimliliği görüyorum. İçine kendimizi de koyduğumuz bir özeleştirinin, ne kadar faydalı olduğunu çıkan sonuçlardan anlıyoruz.
Prof. Mustafa Öztürk, muhteşem bir mantık örgüsüyle siyaset/iktidar ve din ilişkisinin yaşattığı sorunları anlatırken, espriyi patlattı: “Biz de bu fetret devrinin en dibinde doğduk birader. Bari Tanzimat, Lale Devri zamanında doğsaydık, bir kalite, bir seviyeli hayat içinde tartışırdık bunları”. Hoca, ülkede fikir/tartışma, seviyenin dibe vurmasından muzdarip.
Nurat Mert'in etkileyici eleştirisi
Kafamız bunlarla meşgulken, Nuray Mert'in Cumhuriyet Gazetesi'ndeki (06.07.2015) yazısının bu tartışmalara ciddi bir katkı sağlayacağını düşünmemiştim. Geçen hafta yazdığım, “Nişantaşı eşrafına” başlıklı yazımı da içine katmış, bizim mahalleyi sıkı bir pataklamış Nuray Hanım. Ahmet Hakan ve Nevşin Mengü de o topa girmişti ama Nuray Mert başka bir çalım attı doğrusu.
Mert'in bize eleştirisinin özeti şuydu: Batı'yı eleştirip, bir medeniyet hayalinden bahsediyorsunuz, ancak hala Batılı kavramları, hem de en paçozunu kullanarak haklılığınızı ispatlamaya çalışıyorsunuz. Medeniyet evvel emirde adap, edep demektir, önce buna bir kafa yorun.
Bir cümlesi epey ağır, onu tırnak içinde alıyorum:
“Sanki, söz konusu olan Batı dünyasına karşı ciddi bir itiraz değil, kompleksli bir öfke veya öfkeli bir kompleks. Belki de bu nedenle işin içinden çıkılamıyor.”
Unutmadan ekleyeyim, Nuray Mert de eskiden “bizim mahallede” oturan, mahalleyi iyi bilen liberallerdendi. Güçlü mantık örgüsü olan, iyi bir eleştirmendir ama oyun kuruculuğu tartışılabilir.
İktidara göre sanatçı değeri biçmek
Fatih'te, At Pazarı'nda, Eski Kafa'da takılıyoruz, bunları tartışırken. Sahura kadar da orada fikrine güvendiğimiz kim varsa, esir alıp tartışıyoruz. Bu tartışmalardan birinde, sanat ve müzik dünyasını iyi bilen eski dostum Metin Gım, gecenin ikisinde gözlerimi açtı: “Düşünsene abi, sanatçı sanat üretmiyor, iktidara yalakalık yapıyor, sonra sanatçı olduğunu zannediyor. Öteki de iktidara düşmanlık yapmadan, sanat dünyasında var olamayacağını düşünüyor ve başlıyor hakaret etmeye. Seviyesi dibe vurmuş bir sanatçı yığını, ülkeyi daha da dibe doğru çekiyor.”
Sanatın iktidar ve siyaset üzerinden tartışıldığı, üretkenliğin, evrenselliğin ve kalitenin konuşulmadığı bir sanatçı dünyasında, iktidar karşıtlığı ya da taraftarlığı sanatçının önemini belirliyor demek istiyor Metin. Seviyenin ve düzeysizliğin bazı örneklerini veriyor ki, buraya yazamam.
Dikkat, bizi sığ sulara çekiyorlar
Birbirinden farklı insanların ortak noktası, içinde bulunduğumuz seviye ve kalite sorunu aslında. Tartışma adabından, tartışma konularına, hitap şeklinden, edilen küfürlere kadar, çok ciddi ve hızlı bir seviye kaybı, sığlığı yaşıyoruz.
Birileri bizi hızla sığ sulara çekiyor aslında. Derinlerde yüzerken, birden Sarayın altın tuvalet yalanına, sözde milyonluk masa tartışmasındaki sığlığa çekiliyoruz. O zaman Devleti Alinin temsil makamına çağrılan bir manken eskisinin, tuvaletlere iki defa gidip, “altın kaplama değil vallahi” diye tivit atması, bize iyi bir şeymiş gibi geliyor.
Düşünceleri, fikirleri, sistemleri tartışmak yerine, makam arabasını, masayı, tuvaleti tartışanlara cevap vermek, sığ sulara hızla çekilmeyi kabul etmek demektir. Basın aracılığı ile oluşturulan bu suni basınçla, sığ sulardaki gibi beynimizi etki altına alıp, bilincimizi kaybetmemizi istiyorlar. Buna kapılan, sözde iyi bir şey yaptığını zanneden bazı yazarlar, gazeteciler, sosyal medya fenomenleri sığ sularda baygınlık geçiren, bilinçlerini kaybetmiş dalgıç gibiler. Ne yaptığını, ne söylediğini, kime iyilik, kime kötülük yaptığını bilmez durumdalar. Her kesimin insanı için geçerli bu durum.
Bir medeniyet fikri, okyanus derinliğinde bulunur.
Sığ suları değil, derinleri tercih etmek zorundayız. Ancak derinlerde yeni dünyalar, yeni fikirler, yeni canlılar keşfedilebiliriz. Sığ sularda, kumdan ve çakıldan başka bir şey bulunmaz.
Türkiye'nin, İslam dünyasının ve bir parçası olduğumuz insanlığın 21. yüzyılda yaşadığı sorunları konuşmak, tartışmak zorundayız. Mustafa Hoca'nın üzüldüğü fetret devrinin en dibinde doğduk, yapacak bir şeyimiz yok.
Nuray Mert'in eleştirisine katılmıyorsak, yani Batıya karşı kompleksli bir öfke değil de, büyük medeniyet iddiamız varsa, bunun gereğini yapak boynumuzun borcu. Bunun yolu da, insanlığa sunacağımız medeniyetin yeni fikirlerini ve söylemlerini keşfetmekten geçer. Bu da ancak okyanuslara açılmak ve derinlere dalmakla mümkün olabilir.