MEDYA KÖŞESİ

Kemal Öztürk: Nihal Hanım hem ağladı hem ağlattı

Yeni Şafak yazarı Kemal Öztürk, Nihal Bengisu Karaca'nın dünkü yazısı için "Nihal Hanım bu yazıyı yazarken hem ağladı, hem okuyanları ağlattı." dedi.

Kemal Öztürk: Nihal Hanım hem ağladı hem ağlattı

Nihal Bengisu Karaca'nın dün yazdığı "Bu feryad bülbül sesi mi?" başlıklı yazı 90'lı yıllarda yaşayan İslami camia mensuplarını çok etkilemiş, yazı günün en çok paylaşılan yazılarından birisi olmuştu.

Yeni Şafak yazarı Kemal Öztürk, Nihal Bengisu Karaca'nın yazısı için "Dün, değerli dostum Nihal Bengisu Karaca’nın köşesinde yazdığı bu türde bir yazı, sanırım günün en çok okunan yazısı oldu. Nihal Hanım bu yazıyı yazarken hem ağladı, hem okuyanları ağlattı. Bizim kuşağın mutlu, mesut yıllarını, zengin entelektüel dünyasını daha iyi anlatan bir yazı olamaz sanırım. Lakin bu yazıdan yüreğimizin sızlamasının sebebi sadece mutlu günlerimizi kaybetmemiz değildir bence. Yeni mutlu günler hayal etmemizdir aynı zamanda." yorumunu yaptı. 

Kemal Öztürk yaşanan bu duyguların geçmişe özlem kadar, geleceğe yeni bir ideal koyamamak olduğunu da belirtti. 

İŞTE KEMAL ÖZTÜRK'ÜN O YAZISI


Yaş ilerleyince insanların sürekli geçmiş yılları hatırlamasının ve konuşmasının bir sebebi vardır: Yaşı itibariyle gelecek için bir hayali yoktur artık.

Geçmiş yıllarda insanı gururlandıran, heyecanlandıran anıların anlatılması bizi mutlu eder. Oysa bu, sıkıntıları geçici olarak unutturur, avutur sadece.

İnsan hayalleriyle var olmaz sadece, onunla mutlu olur aynı zamanda. Bir hayaliniz, bir ütopyanız, gelecek kurgunuz varsa, onun varlığı sizi gerçek anlamda motive eder, huzur verir ve diri tutar.

GELECEK İÇİN HAYAL KURAMIYORUZ ARTIK

Sanırım en büyük kaybımız, bizim artık gelecek için bir hayalimizin olmamasıdır. Bu yüzden olsa gerek, çoğumuz geçmiş güzel yıllarımızı anlatıp, onun verdiği mutluluk ve huzur ile kendimizi avutuyoruz.

Genç bir siyasetçi, “2002 ruhuna” dönmekten, o ruhla çalışmaktan bahsetmişti önceki gün. Yaşı biraz daha ileri olan bir arkadaşım da “94 ruhu ile çalışmalıyız” dedi. Birçok kişiden, AK Parti’nin ilk on yılının nasıl muhteşem olduğunu dinledim son günlerde.

Benim kuşağım yazarları bir araya geldiğinde, entelektüel serüvenimizin muhteşem hikayesini konuşuyoruz hep. Ve bunu zaman zaman kaleme alan yazarlardan biriyim.

Dün, değerli dostum Nihal Bengisu Karaca’nın köşesinde yazdığı bu türde bir yazı, sanırım günün en çok okunan yazısı oldu. Nihal Hanım bu yazıyı yazarken hem ağladı, hem okuyanları ağlattı. Bizim kuşağın mutlu, mesut yıllarını, zengin entelektüel dünyasını daha iyi anlatan bir yazı olamaz sanırım. Lakin bu yazıdan yüreğimizin sızlamasının sebebi sadece mutlu günlerimizi kaybetmemiz değildir bence. Yeni mutlu günler hayal etmemizdir aynı zamanda.

İki gün önce çok önemli bir siyasetçiyle konuşurken, “Bizim büyük hayallerimiz vardı. Dünyayı değiştirecek ütopyanın peşinden koştuğumuz için Ankara’ya geldik” dedim. Sonra kendime sordum. “Peki o hayale ne oldu? Şimdi nedir ütopyan?”

Yaşı değil de sanki ruhu yaşlanmış insanlar gibi olduk. Gelecek için hayal kurmayı bıraktık. Geçmişin hatıralarıyla avutuyoruz kendimizi.

Oysa siyaset üstü, partiler üstü ne büyük hayaller kurardık. O hayalleri, 80’lerde, 90’larda kurduğumuz için, İki binlerde ortaya muazzam bir fikir, proje, vizyon ve enerji çıktı.

Peki şimdi hayal kurmuyorsak, ütopyamız yoksa 15-20 yıl sonra oraya ne çıkacak?

BİZİM SİYASET ÜSTÜ DERTLERİMİZ VARDI

Zihinlerimiz aşırı politize olduğu için konuyu siyasetin etrafında tartışmadan edemiyoruz. Eleştirince nedense orayı eleştirdiğimiz sanılıyor hep.

Oysa bizim siyaset üstü, partiler üstü dertlerimiz var. Ya da vardı.

Bugün yazarlarımızın, şairlerimizin, aydınlarımızın, edebiyatçılarımızın, müzisyenlerimizin en büyük sıkıntısı yeni şeyler üretememesidir. Buna eğitim kurumlarımızı, sivil toplum örgütlerimizi, cemaatlerimizi de ekleyin. Sebebi nedir? Politik prangalarımız var sanırım. Cemil Meriç’in ‘mağara’, Ali Şeriati’nin ‘zindan’ dediği, insanı hapseden kavramlara, ‘politika’yı da eklemeliyiz.

Bu yüzden zihinlerimiz özgür değil. Özgür olmayan bir zihin hayal kuramaz. Hayal kurmayınca, eski hayallerimize ve onun için yaptıklarımıza sığınıyoruz.

AMAÇSIZ İNSAN SÜRÜKLENMEYE MAHKUMDUR

İnsanın bir hayali varsa, amacı vardır. Amaçsız insan rotasız gemiye benzer. Denizde akıntı, rüzgar ne taraftan gelirse oraya doğru sürüklenir.

Bugün, “her devrin adamı, her iktidarın yalakası, gücün payandası” diye eleştirdiğimiz insanlar, rotasız gemilerdir. Bir hayalleri, bir ütopyaları ve amaçları yok. Rüzgar ne yandan kuvvetli eserse o yöne sürüklenirler.

Etrafınıza bakın, dünya adeta tufanı yaşıyor. Medeniyetler çöküyor, paradigmalar iflas ediyor, insanoğlu mutsuz ve huzursuz. Peki insanlığın kurtuluşu için inşa ettiğimiz bir gemimiz ve rotamız var mı? Ulaşmak için hayalini kurduğumuz yeryüzü cenneti neresidir? Sığınacağımız adanın, demir atacağımız dağın planları var mı elimizde?

YENİDEN KURTULUŞ GEMİSİNİ İNŞA ETMELİYİZ

Biz insanlığın yeryüzü ve öteki dünya mutluluğu için kurduğumuz hayallerin hala doğru olduğuna inanıyoruz. Belki bu hayalleri gerçekleştirmek için inşa ettiğimiz gemide ve çizdiğimiz rotada sorun vardı ve bu yüzden sürükleniyoruz.

Bu yüzden zihnimizi özgürleştirerek yeniden hayal kurmalı, yer yüzü cennetimizi kurgulamalı, sağlam gemiler inşa etmeli ve rotamızı çizmeliyiz.

Aksi takdirde hayalsiz, amaçsız yaşarsak, mutluluğu geçmişte ararız ve sürüklenmeye devam ederiz.

 

Yorumlar