MEDYA KÖŞESİ

Kemal Öztürk bir gönül adamının derdini yazdı

Yeni Şafak yazarı Kemal Öztürk, Mustafa Kutlu'dan gelen bir telefonla neler hissettiğini kaleme alırken bir yandan da Mustafa Kutlu'nun nasıl bir "dava adamı" olduğunu anlattı bugün köşesinde.

Kemal Öztürk bir gönül adamının derdini yazdı

Türkiye'nin en iyi yazarlarından biri olan Mustafa Kutlu, Kemal Öztürk'ü arayarak "Nedir son zamanlarda bizim camiadaki tartışmaların, kavgaların sebebi? Senin de üzüldüğün belli olan bir yazına denk geldim. Nedir mesele?” deyince Kemal Öztürk oldukça duygulanmış. 

İktidara yakın medya içerisindeki "Reisçilik" savaşlarının yol açtığı kırılmayla birlikte Kemal Öztürk sık sık bu konulara değinerek köşesine taşımıştı. Mustafa Kutlu da Kemal Öztürk'ü arayarak neler olduğunu ondan dinlemek istemiş belli ki. 

Gerisini Kemal Öztürk'ten dinleyelim: 


Hiç beklemediğim bir telefondu. Arayanın beni bu kadar mutlu edecek kişi olduğunu da bilmiyordum. Sesini duyduğum anda içimde doğan mutluluk, sesime, cümlelerime anında yansıdı.

“Mustafa Abiii…”

Benim yedi güzel adamımdan biri, Mustafa Kutlu’ydu arayan. Arama sebebi ise hiç beklemediğim bir konuydu.

GÖNLÜ GENİŞ, FİKRİ DERİN BİR ADAM

Türkiye’nin en iyi hikaye yazarıdır. Ama benim için Türkiye’nin en güzel adamlarından biridir. Gönlü geniş, aklı berrak, kalemi düzgün, fikri derin ve hür bir adam.

Kanal 7’de çalıştığım yıllarda aynı odada otururduk. Yıl 2001. Ben belgesel yapardım, o da yayın danışmanıydı. Çok tatlı bir kasketi vardı. Uzun boyuyla odaya girdiğinde, bizim için canlı ve enerjik geçecek saatler başlardı. Bir televizyon spikeri kadar güzeldi sesi.

‘Reyting canavarı’ çıktığında, ona karşı ilk kılıcı çeken Mustafa Kutlu’dur. Reytinge göre televizyon politikası belirlemenin, büyük yozlaşamaya neden olacağını söyleyip durdu. Kimse dinlemedi. Sonunda onun dediği gerçekleşti.

Çantasında kitaplar, aklında alıntılar, dilinde bitmeyen Anadolu hikayeleri vardı.

Nedense onu hiç asık suratlı ya da kızgın hatırlamıyorum. Mütebessim ve hep pozitifti. Mustafa Kutlu bizim can ağabeyimizdi. Son kalan güzel adamlardan. Son kalelerimizden. Son gönül ehli münevverlerden.

İşte O arayınca havalara uçtum. Yıllar var ki görüşmüyoruz. Evden çıkmıyor. Allah şifa versin, rahatsızlığı el vermiyor buna. Kaçtır gitmek istiyordum ziyaretine. Kaçtır müsait değil diyorlardı.

Şimdi telefonun öbür ucunda, sesi o kadar berrak, gür ve sağlıklı geliyordu ki… İşte mutluluğum bundandı. Nasıl da özlemişim. Konuşmalarının arasında serpiştirdiği Anadolu misalleriyle sohbetine nasıl da hasret kalmışım.

DERDİNİ UNUTMUŞ, BAŞKA DERTLERE YANAN ADAM

Arama gerekçesi beni üzdü. Ona hissettirmedim. Hal hatır, güzel sözlerden sonra sordu:

“Kemalcim okuma fırsatım pek olmuyor. Nadiren okuyorum. Bazen de ekranlarda tartışma programlarında görüyorum neler olduğunu. Nedir son zamanlarda bizim camiadaki tartışmaların, kavgaların sebebi? Senin de üzüldüğün belli olan bir yazına denk geldim. Nedir mesele?”

Onun gibi birini üzmemek için lafı dolaştırdım durdum. Lakin kafası çok berraktı ve ne olduğunu anlamak için aslında bana ihtiyacı yoktu. Gördüğü bir iki cümleden, duyduğu bir iki sözden sonra hemen kavramıştı meseleyi.

Gerçek bir dava adamının yaptığı gibi yaptı. Olayı kişiselleştirmeden, isim vermeden, ilkeler ve fikirler üzerinden konuştu. Derdi olan bir adam gibi, meseleye millet, ülke ve dava açısından baktı.

“Sen şimdi ortalıkta ona buna ateş edenlere bakma. Onların arkasındaki adamların asıl amaçları nedir? Onu anladın mı bana söyle?”

Anladığımı düşünüyorum tabi. Anladığımı anlattım. Baktım benden daha iyi anlamış.

MUSTAFA KUTLU’YA SÖYLEMEK İSTEDİKLERİM

Ben onu, bu nezaketsiz konudan, bu, bizi birbirimize düşüren konulardan uzaklaştırıp; onu ne kadar çok sevdiğimi, ne kadar kıymetli olduğunu anlatmak istiyordum aslında. Benim O’nu ne kadar çok sevdiğimi bilmiyordu muhtemelen. Bu da benim ayıbım.

Onun bize, dönemin gençlerine nasıl ilham verdiğini, nasıl güzel örnek olduğunu anlatmak istiyordum. Bu sözleri duysun istiyordum.

Yazdığı her cümlenin, söylediği her kelimenin, her tebessümünün boşa gitmediğini, insanlara faydalı olduğunu anlatmak istiyordum.

O ise yine memleketin, camianın, İslam dünyasının derdini hissetmiş, ev telefonu almış, beni aramış ve duruma müdahil olmuştu.

Hastalığını unutturacak kadar, büyük dertleri vardı Mustafa Kutlu’nun. Bizim çocuklara ne oldu? Bizim camiaya ne oldu? Bizim ülkemize ne oldu? Bizim milletimize ne oldu? Ümmete ne oldu?... Derdi büyüktü anlayacağınız.

“SAKIN KARGAŞANIN İÇİNE DALMA”

Telefonu kapattığımda iki gün boyunca mutluluk ve hüzün arasında gidip geldim. Mustafa Kutlu’nun içime ferahlık veren sesini duymak, iyi olduğuna şahit olmak ve onunla konuşmak çok mutlu etmişti beni. Ancak konuştuğumuz konular, yaşadıklarımız, onu bu haldeyken bulmamalıydı diye de hüzünlendim, üzüntü çektim.

Konuşmamız biterken şunu dedi:

“Kemalcim üzülme. Sen şöyle bir yazı yaz, başlığına da şu sözü koy: ‘Yel kayadan ne götürür’.”

Yazıyı bitirirken tarar aradım. Başlığı düzeltti.

“ ‘Yel kayadan ne aparır’, doğrusu budur. Bir Azeri atasözüdür. Ama biz de kullanırız.” Sonra bu söz üzerine yapılmış muhteşem polemikleri, hikayeleri anlattı.

Son olarak bir tavsiyede bulundu.

“Sakın o kargaşanın içine dalma. Düşünce üretebiliyorsan onu üret ve yaz. Doğruları söylemek istiyorsun biliyorum. Bunu yaparken seviyeni düşürme. Kişisel tartışmalara girme. Sel gider, kum kalır.”

Mustafa Kutlu neden güzel adamdır anladınız mı? Bu yüzden Allah O’na uzun ömür versin ki bize yol göstersin.

Yorumlar