ANALİZ

İsterse Apo'yu evinde hapsetsin... Bana ne?..

İsterse ülkemizi Küresel sermaye için vergi cenneti yapsın... İsterse Askeri harcamaları alabildiğine kıssın...

İsterse Apo'yu evinde hapsetsin... Bana ne?..
ADNAN BERK OKAN

Liderleri görüyorsunuz...
Bu nasıl bir öfkedir?..
Bu nasıl bir kindir karşılıklı?..
Bu nasıl bir seviyesizliktir?..
Aklım almıyor...
İsterse Apo'yu evinde hapsetsin... Bana ne?..

Ben kendi adıma öyle bir Meclis istiyorum ki:


* İsterse, çıkaracağı kanunlarla ülkemizi Küresel sermaye için vergi cenneti yapsın...
* İsterse, çıkaracağı kanunlarla Askeri harcamaları alabildiğine kıssın...
* İsterse PKK ile masaya oturup anlaşsın...
* İsterse çıkaracağı kanunlarla Apo'yu evinde hapsetsin...
Umurumda bile değil...

Yeter ki:

* Terörü bitirsin,

* 12 Haziran'dan sonra bir tek Mehmetçiğimin veya gerillanın kanı akmasın,
* Kalıcı iç barışı tesis etsin,
* Enflasyonu yıllık % 1'e,

* Faizleri yıllık % 3'e;
* İşsizlik oranını kısa vadede % 4'ün altına çeksin;
* Gelir dağılımında adaleti sağlasın,
* Bebeklerin açlıktan ölmesini engellesin,
* Anayasayı külliyen değiştirsin,
* Yargılamalar en kısa sürede ve adil bir hükümle bitsin...
* Aile sigortası uygulaması başlasın,
* İşçi emeklileri için intibak yasası çıksın vs., vs., vs.

İşte bunları yapacak bir hükümet istiyorum...

Var mı bir diyeceği olan?..

Deseniz deseniz, "Kardeşim sen de çok şey istiyorsun ama" diyebilirsiniz...
Evet...
Çok şey istiyorum...
Çünkü...
Kendimi de halkımı da buna lâyık görüyorum...

Ve...
İnanıyorum ki bugünkünden daha az güçlü bir Ak Parti ile, bugünkünden daha güçlü bir CHP ve BDP'nin olduğu bir mecliste bütün bunlar çözülecektir...

En çok da Başbakan'ın bu düzeysiz kavgalara neden girdiğini anlayamıyorum...
Son 8 senedir Türkiye'yi yönetiyor...
İyi de yönetiyor...
Yaptıkları, yapamadıklarından; icraatları, kabahatlarından fazla...
Önümüzdeki 4 yılın Başbakanı da yine Erdoğan olacak...
O da daha şimdiden belli...
Eeee...
Ne işi var kavgada?..

Bu soruyu sorduğumuzda Başbakan Yağdanlıkları hemen saldırıya geçiyorlar:
"Ama Kılıçdaroğlu Sayın Başbakanımızın anasına küfretti!.."

Yok ya...
Bir siz mi duydunuz?..
O nasıl kulak öyle?..
Başbakan bir çiftiye hiç evelemeden, gevelemeden alenen "ananı da al git" dediğinde duymayacaksınız...
Kılıçdaroğlu, beceriksizliğinin nişanesi olarak "(benim adımı yolsuzlukla) ananın alnını karışlarım" diyecekken yanlış anlaşılacağını fark edip "an, ana" diye kekeleyince "mal bulmuş mağribi" gibi sevinçle "haydi şimdi eller havaya" neşesiyle coşacaksınız...
Yani bir yanda adıyla sanıyla söylenmiş "ana"yı duymayacak...
Ama...
Kılıçdaroğlu'nun ağzından çıkmamış "ana" lâfını söylenmiş gibi aktaracaksınız okurlarınıza...
Başbakan da sizin gazınıza gelip, "O benim anama küfretse de ben onun anasına saygı duyarım" diyerek "saygı" ile bile ansa rakibinin anasını meydanlara taşıyacak...
Duygu sömürüsü yapacak...

Şimdi lütfen düşünün...
Başbakan; "sayın Kılıçdaroğlu yazılı bir metni okumadan konuşmakla övünüyor ama keşke ezbere konuşmasa... Bakın işte gördünüz... 'Adımı yolsuzlukla ananın alnını karışlarım' bile diyemedi... Dili tutuldu ve ağzından ana lâfı çıkınca nasıl da yanlış anlaşıldı" deseydi daha hoş olmaz mıydı?..

Bir lideri büyük yapan; rakiplerinin gaflarının üstüne gitmek değil aksine, yaptıkları gafın insani bir zaaf olduğunu savunmaktır...
Lider alay etmez, rakibi bile olsa zayıf tarafını korur...

Başbakan bu süreçte yağdanlıklarını değil de kendisini hak ettiğinde destekleyen ama gerektiğinde de eleştiren gerçek dostlarını dinlemeli...
Atalarımız, "söyle bana dostunu, söyleyeyim sana dostunu" sözünü buşuna söylememişler...
Şeyh Sadi de Gülistan - Bostan isimli eserinin 33. sayfasında şöyle diyordu:

"Hz. Lût'un karısı, kötülerle arkadaşlık ettiğinden Peygamber ailesinden olmak şerefini kaybetti. Hâlbuki Ashab-ı Kehf'in köpeği birkaç gün iyilerin arasına düştü, insan şerefi kazandı"...

Başbakan ve yakın çevresi ne yazık ki hasır kamışları tarafından sarılı vaziyette...
Tarihe baktığımızda büyük liderlerin yakın çevrelerine çöreklenmiş işte bu hasır kamışları (şeker vermez sadece gölge yaparlar) tarafından yıkılıp gittiklerini görürsünüz...

Peki Başbakan'ı hak ettiğinde destekleyen ama gerektiğinde de eleştiren gerçek dostları kimler?..
İlk anda aklıma gelenleri sıralayayım:
Mehmet Barlas, Mehmet Altan, Ahmet Altan, Nazlı Ilıcak, Nihal Bengisu Karaca, Taha Akyol, Mustafa Akyol, Ali Bayramoğlu, Hüseyin Gülerce, Cengiz Çandar...
Tabii bu sayı arttırılabilir ama en çok beş kişi daha sayabilirim...
Oysa yağdanlık sayısı o kadar çok ki...

Kamuoyu, Başbakan'ı eleştiren Çölaşan, Mutlu, Mengi, Doğru gibi müzmin muhalifleri ne kadar ciddiye alıyorsa; Başbakan'ı kayıtsız koşulsuz öven (sayıları o kadar çok ki zaman israfı olur) yazarları da o kadar ciddiye alıyor...
Bir farkla...
Çölaşan, Mutlu, Mengi, Doğru'nun eleştirileri Erdoğan'a hiç zarar vermiyor ama...
Başbakan yağdanlıklarının övgüleri insanların Erdoğan'a olan inançlarını zayıflatıyor...
"Söyle bana dostunu söyleyeyim sana kim olduğunu" atasözü devreye giriveriyor...
Çünkü...
Kamuoyu biliyor ki yağdanlıklar samimi değil...
Kişisel çıkarlarıyla yazıyorlar...   


Daha ne istiyor muşuz?..

Hükümetin bazı ekonomi politikalarını eleştirenlere gelen en ifrit soru şu:
"Daha ne istiyorsun?" 
Hesap sorar gibi...
Bazen de çoğul eki alır...
"Daha ne istiyorsunuz?"

Ne demektir bu soru?..
Söyleyeyim:
"Aldığınla yetin" demektir...
"Bulduğunla yetin" demektir...
"Kanaat et" demektir...
"Şükret!" demektir..
"Buldun da bunadın" demektir...
"Şeyi buldun şeyini arıyorsun" demektir...

Yağdanlıkların kullandıkları bu yöntemi iktidar partisi milletvekilleri de aynen uyguluyorlar...
Gördünüz işte...
Soyadı Dindar olan bir Ak Parti milletvekili, Şırnaklı hemşerilerini nasıl da azarlıyordu...
Önce neler yaptıklarını anlattı..
"TV şeş" falan dedi...
Biraz daha sayınca yaptıklarını ve yapacaklarını, itirazlar geldi dinleyicilerden...
Bay Dindar öfkelendi ve sordu:
"Daha ne istiyorsunuz?"...
Ve tabii silâhlar patladı...

Ama...
Bu arada o itirazcılara taş ve sopa ile girişenler de "Adam (Başbakan) daha ne yapsın kardeşim?" diye haykırıyorlardı...
Yani...
"Adı Hıdır, elinden gelen budur"...

Erdoğan gibi bir başbakana yapılabilecek en ağır hakarettir bu...
Çünkü bu, "çaresizlerin çığlığıdır"...
Benim tanıdığım Erdoğan "elimden gelen budur" demez, denilmesine de kızar...
Ama...
Kim bilir?..
Belki de ben yanılıyorumdur...

[email protected]
ÇOK OKUNANLAR