İşte orada dur bakalım Mustafa Balbay!..
İstiyorsun ki ağzı gevşek, dedikoducu birkaç diplomatın çamurlarını “doğru” kabul edip, Başbakanı yargılayalım…
ADNAN BERK OKAN
Sevgili Mustafa (Balbay);
Daha iki gün önce Cumhuriyet’te yayımlanan makalenden ve soylu direncinden dolayı seni “Günün Köşe Yazarı” seçtik…
Kolay değildir hem mapus yatmak hem yazmak…
Bilirim…
Çünkü ben de yaşadım o rutubetli duvarların arkasında…
Bilirim…
Elin gitmez kaleme…
Beynin hükmetmez diline…
İnme iner beline…
Bütün bunlara rağmen yazıyor ha yazıyorsun…
İyi de yapıyorsun…
Pes etmek yakışmaz bir gazeteciye…
Hele ki o gazeteci aynı kader gömleği giydirildiği kimi insanlarla bırak çete(!)leşmeyi, tek gün benzer havayı bile solumamış ama onlarla aynı suçlamadan yatıyorsa...
Ancak Mustafa!..
17 Aralık günü “ ‘İleri’ Özgürlük” başlığı altında yayımlanan makalende yer alan bir cümlen beni çok kırdı…
Hangi cümlen mi?..
Söyleyeceğim ama önce o cümlenden evvel ne yazmışsın onu hatırlayalım hep birlikte…
Diyorsun ki:
“WikiLeaks belgelerinin getirdiği tartışmalardan biri doğal olarak gazetecilik. Başbakana göre, bu belgelerin doğruluğunu araştırmadan yazmak, kendisinin deyimiyle ‘manşete çekmek’ kabul edilir şey değil.”
Burada bırakmıyor ve hemen ardından devam ediyorsun:
"Duracağı yeri Başbakan'a göre biçimlendirenler de aynı yönde yoruma koyuldular: 'Bunların hepsi dedikodu, konusunu etmeye bile değmez.' 'Bazıları gitmiş Amerikan Büyükelçisi'ne ötmüş, onlar da ciddiye alıp rapor etmiş...' Başbakan bu iddiaların dava konusu olabileceğini söyleyince yine buna göre bir biçimlenme başladı. Hatta komisyonlar bile kuruldu."…
Diyeceksin ki, “sen niye alındın?”…
"Duracağı yeri Başbakan'a göre biçimlendirenler" cümlene...
Değerli kardeşim…
Birinci itirazım Başbakan’ın söylediklerine getirdiğin tenkide değil…
Benim itirazım; yaptığın genellemeye…
Yani…
Sana göre kim ki dedikodunun manşete çekilmesini eleştirdi; o kişi mutlaka bunu Başbakan’a “şirin görünmek” için yaptı…
Başkalarını bilmem ama en azından bana karşı ayıp ettin Mustafa!..
Beni kırdın, incittin…
Çünkü dedikodudan manşet, dedikodudan savcılık soruşturması, dedikodudan kovuşturma üretilmesini eleştirmekten helâk oldum...
Sevgili Balbay;
Şimdi de duracağı yeri Başbakan'a göre biçimlendirenlere geleyim...
Ben; Başbakan Erdoğan’ın yanında konuşlanmak için teyakkuz vaziyeti almak bir yana, kendisini gerektiğinde biraz da ölçüyü kaçırarak eleştirenlerden biriyim…
Ve aynı zamanda...
Sana yapılan adaletsizliğe samimiyetle karşı çıkanlardan da biriyim…
Ve hem de…
Senin siyasi görüşünle benim siyasi düşüncelerim yolda karşılaşsalar birbirlerini tanımazlar Mustafa kardeş…
Çünkü senin siyasi ideolojinle, benim siyasal ve toplumsal felsefem arasında hiçbir yakınlık yok…
40 yıllık Liberal’im…
Türkiye demokrasi tarihinin ilk ve tek Liberal Demokrat Partisi’nin de kurucu genel başkan yardımcısıyım…
Sen ise Liberal sistemi "acımasız bir soygun düzeni" diye tanımlayanlardansın…
Ama Mustafa…
Hukuk evrenseldir…
Temel hak ve özgürlükler evrenseldir…
Bak kardeşim;
Bundan on yıl önce biri gelip bana “Mustafa Balbay’ı sever misin?” diye sorsaydı hiç düşünmeden verirdim cevabımı:
“Günahlarımı ondan daha çok severim…”
"Neden?.."
"Benim günahlarım 28 Şubat döneminin gazeteci Mustafa (B)albay’ından daha masumdur da ondan…"
Ama o kadar acı çektim ki Mustafa son on yılda, nefret etmeyi bile unutmak istedim...
Şimdi artık sevmesem de nefret etmemeyi öğrenmek için "ders" alıyor sonra da sınava giriyorum...
Sınavların çoğunu verdim...
Ancak...
Aydın Doğan, Emin Çölaşan, Uğur Dündar, Tuncay Özkan ve Özer Uçuran Çiller isimli derslerden bir türlü geçemiyorum...
Çok zor be Mustafa!...
"Geçmek" çok zor yani...
Neyse...
Seni de sevmediğim o günler geride kaldı...
Senin artık sadece Sosyalizm anlayışını sevmiyorum!..
Ama...
Senin tutukluluk şekline, evrensel hukuk normuna uymadığı için en başından beri karşıyım…
Tahliye olman için sadece bir tek imza gerekse, o bir tek imzanın sahibi olabilmek için gecelerce uykusuz kalmaya razı olurum…
Ama…
Dikkat!...
“Beraat” etmen için değil…
Tahliye edilmen ve tutuksuz yargılanman için…
Çünkü üzerine atılı suçlara “kefil” olmam, olamam…
Çünkü 28 Şubat sürecindeki post modern darbede, dönemin paşalarıyla çok fazla içli dışlıydın…
Şimdi geleyim bir diğer konuya…
Yahu Mustafa…
Bizler, senin ve Tuncay’ın tutukluluğunuza neden itiraz ediyoruz?..
Senin ve Tuncay’ın tutukluluk halinin “işkence” olduğunu savunurken gerekçemiz ne?..
Biliyorsun ama hatırlatmak için söyleyeyim:
Sana (Ve Tuncay’a) yönelik iddiaların somut belgelere değil, dedikodulara dayanması…
Kaçma; kovuşturma başladığına göre delilleri yok etme ihtimalinin de olmadığı…
Ve fakat işte buna rağmen dört duvar arasında tutuluyor olmanızın evrensel hukuk kurallarına aykırı olduğu gerçeği…
Dikkat et lütfen!..
Seninle ilgili iddiaların “dedikodu”yu aşmadığını savunuyoruz…
Gazetelerinde, televizyonlarında, radyolarında ve her türlü platformda seni ve Tuncay’ı suçlayan meslektaşlarımıza da “somut belgeye dayanmayan iddialar delil gösterilerek tutuklu yargılanan Mustafa Balbay’a ve Tuncay Özkan’a karşı vicdansızlık ediyorsunuz” derken gerekçemiz hep aynı…
İyi ama sen ne yapıyorsun bugün?..
“Dedikoduyu manşete çekmek ayıptır” diyen Başbakan’ı eleştiriyorsun…
Neden?..
Çünkü Başbakan'ın da başı dedikodu ve dedikoducularla dertte ya...
İstiyorsun ki ağzı gevşek, dedikoducu birkaç diplomatın çamurlarını “doğru” kabul edip, Başbakanı yargılayalım…
Pes yani Mustafa…
TARAF olduğunun farkında mısın?..
O halde biz de bundan sonra ipin ucunu bırakalım mı yani?..
Bırakalım dileyen, dilediği dedikoduya dayanarak, sizler hakkında dilediğini yazsın mı?..
Öyle ya...
Sen kendin kendini savunmazken ben niye seni savunayım ki?..
Hem de aramızda fikrî hiçbir akrabalık ve hısımlık yokken…
“Ne halin varsa gör kardeşim”…
Yok yok Mustafa…
İşte onu diyemem…
“Ne halin varsa gör kardeşim” demek bana yakışmaz…
Sana ve diğer meslektaşımız Tuncay Özkan’a yapılan çağdışı hukuk işkencesi bitinceye kadar kavgaya devam…
Kolay gelsin kardeşim…
Ama bundan sonra kişisel nefretin aklına galip gelmesin…
Gözlerinden öperim…
Adnan
[email protected]