İşte bu nedenle de mesleğimizin içine s.çıyorsunuz…
Görüş bir pencere açılımıdır ve herkes bir olaya farklı pencereler açarak bakabilir…
ADNAN BERK OKAN
Deniz Zeyrek, internethaber.com’dan Nesrin Yılmaz’a diyor ki:
"Medya bağımsız olabilirse, olayları objektif yansıtabilirse, halk neyin eğri neyin doğru olduğunu kendi zekası ve kendi ölçütleriyle bulur ve değerlendirir. "
Altına imzamı atacağım bir “Durum Tespiti”…
Evet…
Bu bir “görüş” değil…
Zira “görüş” tek değildir…
Görüş bir pencere açılımıdır ve herkes bir olaya farklı pencereler açarak bakabilir…
Ama…
Durum tespiti somuttur…
Neredeyse matematik kadar gerçektir…
İki kere iki nasıl ki dünyanın her yerinde dört ediyorsa, Deniz’in yaptığı bu durum tespiti de demokratik hukuk devleti olma iddiasındaki bütün ülkelerde aynıdır, değişmez…
Ve biliyor musunuz?..
Biz gazetecilerin; ille de köşe yazarlarının (Bence) ortak yanılgımız Deniz’in şu tespitinin içinde yatıyor…
Biz gazeteciler habercilikle, yorumculuğu o kadar iç içe soktuk ki son yıllarda; gazetelerin yazı işleri çalışanları köşe yazarlarıyla haksız rekabet yapıyorlar…
Yorumsuz haber manşeti neredeyse yok gibi…
Birçok olayın öznelerini kendi vicdan süzgecimizden bile geçirmeden “mahkûm” ediyoruz…
Ya da “aklıyoruz”…
Haberlerimizde okurlarımıza “düşünme” hakkı tanımıyoruz…
“Siz yanlış düşünürsünüz; bakın işin doğrusu bu!” diyoruz…
Bazen somut yanlışı doğru gibi veriyoruz…
Kimi zaman da somut doğru olduğunu bildiğimiz halde işimize gelmediği için “yanlış” olarak aktarıyoruz okurlarımıza…
Neden böyle yapıyoruz peki?..
“Taraf” olmakla “Taraftar” olmayı birbirinden ayırt edemediğimiz için…
Öyle olunca da asıl işimiz olan “Habercilik” yapak yerine, hiç işimiz olmaması gereken “hâkimliğe” ve “hakemliğe” soyunuyoruz…
Peki “Hakemlik, hâkimlik ve habercilik” arasındaki fark nedir?..
Anlatmaya çalışayım…
Hâkim kişileri yargılar, olayları değil…
Olaylar, kişi ve kişilerin (Ya da Kurumların) haklı ya da haksız (Suçlu veya masum) oldukları konusunda kesin hükme varmak için değerlendirilir sadece…
Yani…
Yargılanan olaylar/eylemler değil; failler/eylemcilerdir.
Hâkimlerin kararları bir hakkın teslimi/geri alımı ya da birinin/birilerinin özgürlüklerinin kısıtlanması şeklinde de olabilir…
Hâkim belirli bir süreçten sonra karar verir…
O süreç üçayaktan oluşur:
- İddia,
- Savunma
- Yargı…
Hüküm ise, tanıklar eşit şartlarda dinlenildikten ve eldeki deliller incelendikten sonra (Yargılamadan) verilir…
Hakem ise olayı yönetir…
İddia sahibi de kendisidir, savunan da, karar veren de…
Düdük öttürür “Faul yaptın” der…
Yani iddia eder…
Futbolcu itiraz eder…
Hakem kararının doğru olduğunu birkaç cümleyle veya birkaç el kol hareketiyle savunur…
Ya da “ben kararımı verdim, itiraz ve savunma hakkın yok” der devam eder…
Hatta kafası atarsa savunma hakkını kullanan oyuncuya "kart" cezası bile verir...
Çünkü karşılaşmanının mutlak egemeni (Hâkimi değil), hakemdir...
Verdiği karar doğru ya da yanlış, oyunun sonucunu değiştirebilir…
Haberciye gelince…
Yaptığı/yapacağı haber sonuca etki etmez…
Oynanan oyunun sonucu ve seyri hakkında, izleyicileri veya o karşılaşmada neler olup bittiğini merak eden taraftarları bilgi sahibi yapar…
Meselâ bir haberci, oyunun sonucunu verirken “Şahane falanca berbat filancayı perişan etti” diye haber başlığı atamaz…
Zira o, onun kişisel görüşüdür…
Bir başkası filancanın aslında muhteşem oynadığı ama karşılaşmayı falancanın kazandığı görüşünde de olabilir…
Ey güzel insanlar!..
Biz gazetecilerin en büyük yanlışı işte burada başlıyor…
Meselâ bir kamu yolsuzluğu olayını ele alayım…
İlk ortaya çıktığında nedir?..
Sadece bir “İddia”dır…
Ama…
O kadar uzaklaştık ki habercilikten ve gazetecilikten…
O iddiayı ya: “Hırsızlar; devleti soymuşlar!” diye veriyoruz manşetten…
Ya da: “Falancaya yönelik büyük kumpas!” diye veriyoruz…
Yahu nereden biliyoruz ortada somut bir hırsızlık, yolsuzluk olduğunu?..
Şüpheli oldukları belirtilenlerin içine mi kaçmıştınız gizlice?..
Ya da masum olduklarından veya kendilerine “kumpas” kurulduğundan nasıl emin olabiliyorsunuz?..
Ben söyleyeyim…
Ne suçun işlendiğinden eminsiniz…
Ne de şüphelilerin mutlak masumiyetinden…
Sadece ve sadece tek bir gerçek var…
Olayda adı geçenlere ya düşmansınız…
Ya da onların yandaşı…
Düşmanıysanız, “hırsız” diyorsunuz…
Yandaşıysanız, “kumpas kuruldu”…
İşte bu nedenle de mesleğimizin içine sıçıyorsunuz…
Evet…
Aynen öyle yapıyorsunuz…
Oysa...
Deniz'in dediği gibi:
Bağımsız olabilseniz…
Olayları objektif yansıtabilseniz…
Halk neyin eğri neyin doğru olduğunu kendi zekâsı ve kendi ölçütleriyle bulup değerlendirmesine imkân verseniz…
Ne hır çıkacak ne gür ama…
Bırakmıyorsunuz ki yapmak isteyenler bari “gazeteci gibi gazetecilik” yapsınlar…
Yapmak isteyen eğer sizden yana değilse, o kişiye dünyasını zindan ediyorsunuz…