İşte Altaylı'nın bıçaklandığı röportaj
Mecmua dergisi için Altaylı ile yaptığı röportaj yayınlanmadan gündeme oturan Ayşe Arman, neler sordu, Altaylı nasıl yanıt verdi?
Mecmua dergisi için Ayşe Arman'a konuşan Habertürk Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı çarpıcı açıklamalarda bulundu. Altaylı hangi gazeteciyi sattığını itiraf etti? En çok hangi medya patronundan destek gördü? İşte o röportaj..
Fatih Altaylı röportajının tamamı:
Fatih Altaylı olmak nasıl bir şey?
Bence fena değil. Biraz riskli.
En berbat tarafı ne?
Başının sürekli dertte olması. Aklından geçenin ağzından veya elinden çıkması. Kendimi hala lisede zannetmem...
Keyifleri ne?
Ya bak, bu soruyu ben de kendime sık sık soruyorum. Benim keyiflerim ne diye? Bulduğum keyifler çok dandik. Çardak Büfe’de dönerli sandviç yemek mesela. Çok keyif alıyorum. Bir de tost yemek. Evde arkadaşlarıma yemek yapmak. Murat Bardakçı’yla dedikodu yapmak. Zezo ile kudurmak. Hande’yi sinirlendirmek.
Bu kadar mı?
Vallahi yemeği çok seviyorum. Muhabbeti çok seviyorum. Havalı bir şeyler de söylemek lazımsa uyar. Öyle keyiflerim de var.
Mesela?
Otomobillerle uğraşmak. Resim toplamak. Kadın modasıyla ilgilenmek. Hande’yle alışverişe çıkmak. Ve tabii kızımla vakit geçirmek. En büyük keyfim o ama zaten her ana babanın en büyük keyfi herhalde budur.
Sen gazetecilikte ekol müsün? Kendini öyle görüyor musun?
Off, hem de ne ekol. Cumhuriyet tarihinin gelmiş geçmiş en büyük gazetecisiyim. Türk medyasına tanrının armağanıyım. Ayşeee, beni madara etme. Ne ekolü ya. İşimizi yapıyoruz. Sen ne kadar ekolsen, ben o kadar ekolüm. Farklıyız. Değişik tarzımız var. Bu yüzden de aradan sıyrılıyoruz. Konuşuluyoruz. Bizim gibi olmak isteyenle çıkıyor, taklitlerimiz oluşuyor ama kendimi ekol olarak görmüyorum. Ekolü okul, mektep anlamında soruyorsan, bak ona hayır demem. Yanımda çalışan, Teke Tek’te görev yapan pek çok genç şimdi başarılı gazeteciler oldu.
Kendi gazetecilik anlayışını nasıl tanımlarsın?
Tanımlayamam. Bilmiyorum. Farkında değilim. Nasıl biriysem öyle bir gazeteciyim.
Kişiliğindeki hangi özelliklerle bugüne geldin diye sorayım o zaman…
Manyaklık. Yok tam kelimesi bu değil. Daha uygun kelime şuursuzluk olabilir. Hesap yapmam. Aklıma geleni, içimden geçeni yaparım.
Peki bu şuursuzluğa rağmen senden desteğini eksik etmeyen üç kişi?
Zor sual. Farklı yerlerde farklı desteklerim var. Her alanda Hande. Destek demeyeyim de başıma ne gelirse gelsin benimle olduğunu bilirim. Düşsem de kalksam da. Hiç kuşkusuz annem bir de. Annemle pek az görüşürüz, ama hep yanımdadır bilirim. Mesleki olarak çalıştığım gazetelerin patronları desteklerini hiç eksik etmediler. Ama Turgay Ciner kadar beni destekleyen, bana inanan olmadı. O iş dünyasında ne ise, ben de kendi mesleğimde benzer özellikler taşıdığım için olsa gerek.
[page_end]
Adam satar mısın? Kimse “Evet” demez ama haydi günah çıkar. Bu meslekte istemeden sattığın, ya da yarı yolda bıraktığın birileri oldu mu?
Bak Ayşecim, günah rahibe çıkarılır. Rahibeye değil. Üstelik sen rahibe de sayılmazsın. Bu yüzden buna günah çıkarma demeyelim. İtiraf diyelim. Oldu tabii, olmaz mı? Yönetici oldun mu, adam satmaman imkan dahilinde olmaz. Bunu bildiğim için Sabah’a geçerken Tugay Bey’e “Katiyyen yöneticilik istemem” dedim. Buna rağmen bir süre sonra başıma bu yayın yönetmenliğini musallat etti. Tabii ki sattım. İstemeden yarı yolda bıraktım. Bazen de farkında olmadan. Örnek mi? Bekir Coşkun mesela. Hiç istemedim. Çok uğraştım. Ama sattım. Şu kadarını söyleyebilirim. Benim konumumda olanlara oranla çok daha az yapmışımdır bu işi. Hiç yapmamayı tercih ederdim.
Hep rengini belli eden adam mıydın? Hiç tavşan boku oldun mu? Olmak ister misin!
Tavşan boku olsaydım, ben olamazdım. Bugün benimle konuşuyor olmazdın. Çocukluğumdan beri, rengini belli eden bir adamdım. Tavşan boku olmak aslında iyidir. Gelirsin ve gidersin. Kimse farkına bile varmaz. Yandan yandan yaşarsın. Tavşan boku olmazsan, herkes farkına varır. Burnun boktan çıkmaz belki ama iz bırakırsın. En azından burnunu soktuğun bokun içinde burnunun izi kalır. Bazen çok yorulduğum, çok bunaldığım zamanlarda istermişim gibime geliyor ama aslında hiç istemiyorum. İsteseydim öyle olurdum zaten.
Seni ne delirtir?
Konjonktüreldir. Her an her şey delirtebilir. Daha doğrusu benim deliliğimin üstünde ince bir kaplama var. Her an her şey o kaplamayı kaldırabilir.
Hande’yi başka bir kadın için terk etmen mümkün mü?
Haydaaaa! Soruya bak. Okuduğumuz konular arasında bu yoktu. Çalışmadığım yerden soruyorsun. Bu “Adam sattın mı” sorusundan daha kazık soru. Hatırın için cevap vereyim. Bence mümkün değil. Şu nedenle mümkün değil. Hande ortalamada dünyanın en şahane kadını. Ortalama derken şunu kastediyorum. Güzellik, artı zeka, artı espri yeteneği, artı mantık, artı sağduyu, artı iyi insanlık, artı kendini bilirlik, artı özgürlük, artı bağlılık. Bunların hepsini topladığın zaman ortaya çıkan skora ulaşabilecek başka kadın olduğunu zannetmiyorum. Her birinde ayrı ayrı Hande’den daha yüksek puanlar alabilecek olanlar vardır belki ama toplamda kimse Hande’yi geçemez. Bu yüzden de Hande’yi kimse için terk etmem. Dahası, Hande’yi terk etmemle sonuçlanabilecek bir ortama da girmem.
Onun seni terk etmesinden mi korkarsın, patronun seni kapıya koymasından mı?
Hayattaki en büyük korkum Hande’nin beni terk etmesidir. Hande istesin her şeyden vazgeçerim. Hande söylerse ben herkesi kapıya koyarım.
Senin işten atılman mümkün mü?
Niye mümkün olmasın. Her gazetecinin her an işten atılması mümkün.
Habertürk, şu meslekteki en büyük başarın mı?
Ayşe seni öpebilir miyim? İlk defa bu meslekten birisi Habertürk’ün bir başarı olduğunu açıkça, orta yerde söyledi sayende. Habertürk’ü kendi başarım olarak görmüyorum. Ortak bir başarı. Ben daha çok yazılarımla elde ettiği başarılardan mutlu oluyorum. Bir yolsuzluğun üstesinden gelince, bir hayatı pozitif yönde etkileyince daha mutlu oluyorum. Onu başarı olarak görüyorum. Habertürk sonuçta bir gazete. Aya insan göndermedik ki, aman ne büyük başarı elde ettik diye gururlanalım. İyi bir gazete yaptık işte.
Başaramaz dedikleri şeyi başardın. Ne kadar zor oldu? Nasıl bir bedel ödedin?
Çok zor olmadı. Bir bedel de ödemedim çok şükür. Bak mesela Sabah’ın başına geçtiğimde daha zor günler geçirdim. Daha çok bedel ödedim. Oradaki başarım bence daha önemli. Tarihi boyunca Hürriyet’i geçememiş bir Sabah gazetesi, benim yönetimimde etkinlikte, erişimde, tirajda Hürriyet’i yakaladı ve geçti. O daha zordu. Bu çok zor olmadı.
Meslekte hangi dönemdesin? Olgunluk mu?
Olgunluk dönemine geldiğimi hissedersem bırakma zamanım geldi demektir. Ben hep yaramaz çocuk dönemindeyim.
Yorulmadın mı? Sıkılmadın mı? İleriye dönük planların ne? Hep yazıyla, çiziyle mi ilgili?
Beni biraz tanıyanlar bilir dünyanın en sıkıntılı adamı olduğumu. Hemen sıkılırım. Yani anlayacağın tabii ki sıkıldım. Ama biliyorum ki başka bir şey yapsam daha çok ve daha çabuk sıkılacağım. O yüzden bu iş iyi. Daha az sıkıcı. İleriye dönük plan yapmayı sevmem. Çünkü biz plan yaparken çoook yukarıdan bakan birinin tebessüm ettiğini bilirim. Planımdan biri şu: Birkaç yıl içinde Turgay Bey bana “Tamam Fatih. Artık gazeteyi başkası yönetecek” diyecek. Ben de sadece yazı yazacak ve gezeceğim. Kuzey Ege’de bir yerlere yerleşeceğim. Bir de büyük yelkenli alacağım. İkincisi şu: Murat Bardakçı’yla birlikte bir gurme lokanta açacağım. Beraber yemek yapacağız. Üçüncüsü şu: Toskana’ya yerleşeceğim. Goethe’nin dediği gibi orada öleceğim. Dördüncüsü şu: Paris’e yerleşeceğim. Oradan yazacağım yazılarımı. Daha sayayım mı? Plan çok da, yapacak olan nerede!
Karının sana “Biraz yavaş konuş, anlamıyorum” dediği oluyor mu? Hep mi hızlı konuşurdun?
Bunu bana söylemeyen tek kişi Hande’dir herhalde. Babam anlamazdı mesela. Annem çevirirdi ona benim sözlerimi. O da anladığı kadarıyla. Zaten bu yüzden hep yanlış anlaşıldım. Hep hızlı konuştum. Bu yüzden burnum boktan çıkmadı. Beyinle ağız arasında süzgeç olmadığı zaman böyle oluyor.
En çok kimi kaybettiğinde üzüldün?
Babamı. Sıranın yavaş yavaş sana geldiğini anlıyorsun.
Yaşadığın kayıplar sana neyi öğretti?
Hayatın çok kısa, ölümün çok uzun olduğunu. Düşünsene 70, 80 bilemedin 90 yıl yaşıyorsun. Sonra milyarlarca yıl ölü kalıyorsun. Hayat dediğin hikaye. Fazla takmaya değmez. Aslında çok önemsizsin. Ve aslında çok ama çok küçüksün. Koca bir evrende esamesi okunmayacak mikroskobik bir gezegende, nokta bile olmayacak kadar küçük bir şeyin kendini bu kadar önemsemesini anlamıyorum.
Hande neden çok özel?
Hande olduğu için.
Meslek büyüklerin kim, kimlerden neler öğrendin?
Herkesten bir şey öğrendim. Kimseden bir şey öğrenmedim. Ama yine de Hıncal Uluç ve Ertuğrul Özkök’ü ayrı tutarım.
En son kızından ne öğrendin?
50 yaşına gelmiş bir adamın yeşil pantolon giymemesi gerektiğini!
O ne demek ya!
Yaz başında, kendime yeşil bir pantolon almıştım. Dar. Erkekler 50’lere gelince nedense yeşiller, morlar, pembeler, kavuniçiler giymeye başlıyor ya. Pantolonu giydim evden çıkacağım, kızım gördü. “Baba o ne?” dedi. “Pantolon dedim. “Hem yeşil, hem skinny. O pantolonları geyler giyiyor!” dedi. Gül gibi pantolon gitti.
İyi bir baba mısın, meşgul bir baba mı?
Zezo iyi bir baba olduğumu söylüyor. Öğretmenine “Babam hep güler, çok neşelidir” demiş. Öğretmeninin ne kadar şaşırdığını düşünebiliyor musun? Fatih Altaylı ve neşeli, gülen. Yanyana gelmeyecek kelimeler gibi görünüyor. Çok meşgul değilim. Eve vakitlice gelirim. İş seyahatlerini mümkün olduğunca ekerim. Tembel olduğum için iyi organizatörümdür. Genelde akşam yemeklerini ailece beraber yeriz. Tabii bazı dönemler çok meşgul olduğum oldu. Zezo ufakken öğlenleri millet yemekteyken kaçıp eve gider Zezo ile oynardım.
Rahatladın mı? Kendini bir şeyleri kanıtlamış gibi hissediyor musun?
- Bak en üzüldüğüm şeylerden birini soruyorsun. Sanki bir şeyler kanıtlamak istermiş gibi bir halim var galiba. Halbuki ben hep rahatım. Hiç kimseye bir şey kanıtlamak gibi bir derdim hayat boyu olmadı. Umursamam çünkü. Kime neyi kanıtlayacağım. İşimi yapıyorum, eğleniyorum. Bazen sıkılıyorum. İyi olunca hoşuma gidiyor, İyi olmayınca daha çok sıkılıyorum. Bir bok kanıtlamak derdinde değilim. Kime neyi kanıtlayacağım Allahaşkına. Kendimden başka hiç kimseye bir şey kanıtlamak gibi bir derdim yok.
Gazete almak isteyip alamadığın kim kaldı? Yapmak isteyip de yapamadığın ne kaldı?
Gazeteme almak istediğim birkaç muhabir var. Bir de sen varsın. Yapmak istediğim ne kaldı? Gazeteyle mi ilgili, hayatla mı?
Hepsi diyelim.
Gazeteyle ilgili en çok satan ve en çok para kazanan gazete olmak. Para kazanan gazetelerin daha özgür olduğuna inanırım. Patronuna karşı bile daha özgürdür. Hayatla ilgili hem çok şey var, hem de aslında tek bir şey var. Zezo’yu büyütmek, iyi bir eğitim almasını sağlamak ve Hande’yla yaşlanmak. Budur.
[page_end]
Kendi hakkında kimsenin bilmediği bir şey söyle?
Günde birkaç kere gözlerim dolar. Ağlamaklı olurum. Bazen de ağlarım.
Niye?
Bilmem. Haberleri izlerken ağlarım bazen. Bazen Türk Bayrağı görünce. Bazen birinin bir derdini dinleyince.
Bu kadar çok çalışırken sevişmeye vakit bulabiliyor musun?
Tamaaaam. Geldik senin mevzulara. Bayılıyorsun bu sorulara değil mi? Ben sana sorayım asıl: Sen hakikaten bu kadar çok sevişiyor musun? Okuyunca inanmıyorum bu kadar seviştiğine.
Sen beni bırak da soruma yanıt ver: Sevişmeye vakit var mı?
Sevmek bir ömür sürer sevişmek bir dakika.
O kadarcık mı?
Lafın gelişi öyle. İnsan sevdiği her şeye ayıracak zamanı bulur. Zaten dedim ya, o kadar da çok çalışmıyorum.
Yayın yönetmeni olduğundan beri kadınlar seninle daha mı fazla ilgileniyor? Kadınlar güce mi geliyor?
Yayın yönetmeni olduğumdan beri kadınlar benimle daha fazla ilgilenmiyor. Aslında kadınlar benimle ilgilenmiyor. Ya da ben kadınlarla ilgilenmiyorum. İlgileniyorlarsa da ben farkında değilim.
Kadınlar güce mi geliyor?
Evet kadınlar güce geliyor. Doğanın kanunu bu. Kadınlar neslini sürdürmek için en uygun ortamı bulmak istiyor. Tabii bu beylik tarafı işin. Asıl olan şu: Erkek gücü bulunca, kendine güveni artıyor ve kadınlara daha rahat saldırıyor. Kadınlarla daha rahat iletişim kuruyor. İçindeki ezikliği güçle ortadan kaldırdığını düşünüyor ve kadınlara daha rahat asılıyor. “Gücüm var” diye düşünüyor.
Ne yaparsan Hande seni kapıya koyar?
Bilmem. Kadınların neyi ne zaman niçin yapacağı belli olmaz.
Karının en çok hangi özelliği ile gurur duyuyorsun?
Hande olmasıyla.
Anlamadım…
Hande hep kendisi oldu. Asla Fatih Altaylı’nın karısı olmadı. Hande beni tanıdıktan kısa bir süre işsiz kaldım. Hande’ye evlenme teklif ettiğim zaman, işim gücüm yoktu. Beni ben olduğum için sevdi. Fatih Altaylı olduğum için değil. Ve hep öyle kaldı. Hatta Fatih Altaylı olmamdan çok mutlu olmadı bile diyebilirim. O kendidir. Güce tapmaz. Güç umurunda değildir. Benden daha dobradır.
Elinden mesleğini alsak geriye ne kalır?
Ben kalırım. Başka bir şey yaparım. O kadar şanslı bir adamımdır ki, nazar değmesin, yine iyi bir şeyler yaparım diye umuyorum. Şöyle bir tarafım vardır. Hep iyimserimdir. Hiç bir şeyi dert etmem. Uçak düşse içinden sağ çıkacağıma inanırım hep.
Bir sürü konu hakkında bilgisi olan bir adamsın, nedir bu? Nasıl oluyor? Mesela otomobiller hakkında sonsuza kadar konuşabiliyorsun…
Meraklıyım. Her şeyi merak ederim. Okurum, dinlerim, izlerim. 5 yaşımdan beri. Çocukken oturup ansiklopedi okurdum saatlerce. Gerçi artık yetişemiyorum. Ama bilmeye çalışırım. Bir Murat eziyor beni bilgisiyle, Bardakçı. Ama ben de onun bilmediği şeyleri biliyorum. Mesela otomobiller.
Güzel otomobillere binmek neden önemli?
Vallahi artık önemli değil. O duygumu yitirdim. Ben üç şeyi çok seviyorum: Otomobiler, kadın modası, saatler. Niye biliyor musun? İlk ikisi, bence sanatın en üst düzeyi. Kullanılabilir sanat eserleri. Alexander McQueen’in tasarladığı giysiler MoMA’da sergilendi. Önünde kuyruklar oldu. Düşünene. Sanatı giyiyorsun. Otomobil de öyle. Dışı bir sanat, içi bir sanat, mekaniği bir başka sanat. Saatler de öyle. Bir saatte, büyük bir matematik, büyük bir astronomi bilgisi ayrıca da inanılmaz bir el becerisi var. Hem sanat, hem de işlevsel hepsi.
Otomobil senin için bir tür oyuncak mı?
Ta kendisi!
Kaç para harcamışsın güzel otomobillere?
- Eskiden çok harcardım. Artık vazgeçtim. Büyümüşüm galiba. Şimdi kendime bir Golf almak istiyorum.
Motosikletten uzak duruyorsun?
Evet, evet. Tırsıyorum. Düştün öldün.
Eve girdiğinde ilk yaptığı şey?
Hande’yi öpmek. Zezo’nun “Ben de buradayım!” diye odasından kıskançlıkla bağırması.
Saç ektirmeyi düşünüyor musun?
Düşünüyorum ama zoruma da gidiyor. Bir süre ortalığa çıkmamak lazımmış galiba. Bir de şapka takmak bir süre.
Hayatının sonuna kadar yetecek parayı kazandın mı?
Gazetecilikten mi? Komiksin. Bu meslekten kazandığım para, beni iyi yaşatıyor ama benim konumumda olanlar arasında, en az parayı ben kazanmışımdır herhalde. Ama umudum var. Kazanacağım bir gün.
Sen aileden zengindin öyle değil mi?
Zenginlik kavramı palavra. Dün zenginsin, yarın değil. Aileden zengin olmak ise tam palavra. Ailem, bir zamanlar Türkiye’nin en varlıklı ailelerinden biriymiş. Ama o zamanın varlıklısı. Rakamların küçük olduğu zamanın varlıklısı. Ne bileyim 10 milyon doların büyük para olduğu zamanların varlıklısı. Hazıra dağ dayanmazmış ya, dedem kazanmış, herkes yemiş. Şimdi hala gayrimenkuller falan var ama nakit desen nanay.
Kızının medyaya girmesini ister misin?
Nereye isterse oraya girer. Medyaya gireceğini zannetmiyorum. Karışmam da. Kendi sorarsa, “Girme” derim.
Yazılarını ne kadar sürede yazıyorsun?
Yarım saat. Turgay Bey çok gülüyor yazmama. Tuşlara çok sert vuruyorum, “Yaz beş kuruşluk olsun!” diyor bazen odama girdiğinde. Eskiden mahkeme kapılarında dilekçe yazanlar olurdu. Müşteriye sorardı. “3 kuruşluk mu, beş kuruşluk mu olsun” diye. 5 kuruşluk olan etkili dilekçe sözde. Tek farkı, 5 kuruşluk dilekçede tuşlara sert vururdu dilekçe yazanlar.
Gerçekten şuursuz bir tarafın var mı?
Hayır, her tarafım şuursuz.
Karına son doğum gününde ne aldın?
Komet’in bir tablosunu.
Hayatta en çok neden korkarsın?
Kelebekten ve çekirgeden.
Bu mesleğin tadı kaçtı dediğin oluyor mu?
Her gün en az bir kez!
Başbakan Erdoğan hakkında bir cümle kursan ne olurdu?
Bazıları kızacak adama tek kelime yeter, “Müthiş”. Fikirlerine, yaptıklarına katılırsın katılmazsın. O ayrı. Ama müthiş bir adam.
AB Komisyon raporunda denildiği gibi “Türkiye’de basın özgürlüğü yok” mu? Bu konuda sen ne düşünüyorsun?
AB Raporlarına göre Türkiye’de basın özgürlüğü hiç bir zaman olmadı. Ben o kanaatte değilim.
Yani medyaya baskı yok mu?
Bence yok. Bazıları basın özgürlüğü yok diyor. Onların basın özgürlüğünden anladığı şu: Gazetecilik dışındaki işleriyle ilgili talepleri karşılanmıyorsa, “Basın özgürlüğü yok!” diyorlar. Onların istediği aslında, basın özgürlüğü değil, ellerindeki güçle istedikleri gibi çalıp oynayabilme özgürlüğü. Siyasetçiler de bunu elbette kullanıyorlar. Sen onları kullanmak istersen, onlar de seni kullanır. Bunun dışında bizim gibi merkez medyanın bir özgürlük sorunu bence yok. Ama uç fikirler, uç yayınlar söz konusu olduğunda elbette ki, özgürlük yok. Bu da iktidarın baskısından falan değil, Türkiye’nin genel hoş görüsüzlüğünden, yasalardan kaynaklanıyor.
Herhangi birinin yalakası olman mümkün mü?
Yalakasıyım zaten… Hande’nin.
Habertürk’te en çok kimi okumayı seviyorsun?
Değişiyor. Bazen birin bazen öbürünü, o gün kim iyi bir şey, benim ilgilendiren, dikkatimi çeken bir şey yazdıysa. Ama Murat’ın detaycılığının ve titizliğinin hastasıyım. Pakize, Serdar, Rahşan… Galiba siyaset dışı yazanları daha çok okuyorum.
Türkiye’de gazete yöneticileri ya yalaka ya da aşırı muhalif olmakla suçlanıyor. Sen kendini nasıl görüyorsun? Önüne geçebilmek için nasıl bir denge gözetiyorsun?
Ben hayatımda bir denge gözetemedim. Nasılsam, öyleyim. O yüzden de kimse sevmez beni. Herkesi bir gün mutlu, bir gün mutsuz ederim. Mutluluklar unutulur, nefretler kalır. Ben beğendiğim şeyleri yazıyorum, beğenmediğim şeyleri yazıyorum. Özneye bakmadan. Kimseye yaranmak mümkün değil. Ne yalakalığın sonu var, ne muhalifliğin. İkisinde de dozunu her gün arttırmadıkça tatmin edemezsiniz. Yalamaya başlarsanız, sonunda nereyi yalayacağınızı tahmin dahi edemezsiniz! Muhaliflikte de öyle. Sonunda, “Muhalefet yapacağım” diye saçmalamaya başlarsınız. En iyisi, doğru olanı söylemek.
Hande yaptığın her şeyi destekler mi?
Hayır. Hande bana sürekli ayar verir. Bizim gibilere ayar iyidir. Çünkü etrafımızda bize gerçek, samimi ayar verecek kimse olmaz. Çok güçlü göründüğümüz için ya korkarlar, ya menfaatleri doğrultusunda telkin yaparlar. Samim ayar bulmak zordur. Hande’de de vardır.
En çok neden kavga edersiniz?
Benim şuursuzluklarımın yarattığı sonuçlardan!
Hakkında ağır yazılar yazdığın kişilerle karşılaştığında ne oluyor?
Bana hiç bir şey olmuyor. Dahası bazen adam hakkında ağır bir yazı yazmış olduğumu dahi hatırlamıyorum. Bazıları gelip söylüyor ya da açıklama yapıyor. Bazıları kötü kötü bakıyor. Kötü kötü bakana, ben de kötü kötü bakıyorum. Ödeşiyoruz.
[page_end]
Karına bütün çıplaklığıyla korkularını, zaaflarını anlatır mısın?
Anlatır mıyım acaba? Bilmiyorum. Bazen anlatırım. Bazen kendimizin bile farkında olmadığı korkularımız zaaflarımız oluyor. Benim bilmediğim zaaf veya korkularımı Hande bana anlatıyor.
“Bizim ilişkimiz, sevgimiz güçlü çünkü…” Bu cümlenin devamını getirsene…
Getirmem. Başkasının başladığı cümleyi tamamlamayı sevmem.
Kendini geliştirdiğine, beslediğine inanıyor musun?
Hayır inanmıyorum. Tam aksine geriye doğru gittiğimi düşünüyorum. Kendime eskisi kadar vakit ayıramıyorum.
Bir hafta yok olabilsen nereye giderdin, ne yapardın?
Hiç düşünmedim. Ama uzaya gitmek istiyorum. Gitmek istediğim o kadar çok yer var ki. Ama yapmak istediğim çok şey yok. Zaten insanın yaşlanmasının en kötü tarafı da bu. 5 yaşındayken her şeyi yapabileceğini düşünüyorsun. 50 yaşına gelince seçeneklerin azalıyor. Mesela kızım şimdi rock şarkıcısı olmak istiyor. 20 yıl sonra böyle bir hayali kalmayacak muhtemelen. Ya olmuş olacak ya da olamamış.
Kavgacılığın azaldı gibi. Büyüdün mü?
Bok büyüdüm. Bok azaldı. Hiç de azalmadı. Bir kaç ay önce Asmalımescit’te yumruk yumruğa kavga ettim. Hiç çekinmem kavga ederim. Beyoğlu’nda büyüdüm ben. Hem de en berbat Beyoğlu’nda. Gazetecilik anlamında soruyorsan, evet kavga etmiyorum. Çünkü yerim müsait değil. Ben kavga ettim mi, arkamda koca bir gazete, koca bir grup var benimle beraber kavgaya girmek zorunda kalacak olan. Bu yüzden tutuyorum kendimi. Yayın yönetmenliği bir bitsin, sen kavgayı gör.
En yakın arkadaşın kim Hande’den sonra…
Hande bana der ki, “Senin arkadaş edinme kapasiten yok!” Doğrudur. Arkadaş edinemem. Bana tahammül edenlerle arkadaş olabiliyorum. Tahammül derken, ben arkadaşlarıma her şeyi söylerim, Hıyarlıklarını, zaaflarını, hatalarını. Buna dayanabilen çok kişi yok. Bir gün bir arkadaşımla ilgili bir şey yazdım, adını vermeden, “Öküzün biri” diye yazdım. Ertesi gün kırk kişi arayıp, “O öküz sen misin?” demiş. Neymiş demek ki? Doğru tespit! Herkes anlamış kim olduğunu. En yakın arkadaşlarımdan biridir. Şöyle söyleyeyim. Toplasan üç, bilemedin beş arkadaşım vardır. Hakiki. Hepsi 30 yıllıktır. En yenisi 17 yıllıktır. Bir isim verip geri kalan az sayıdaki kişiyi kırmak istemem.
O fotoğrafı ortalığı provoke etmek için mi koydun, yoksa doğal bir gazeteci refleksi miydi?
İkisi de. Türkiye’de gazeteci ve gazetecilik kalmadığı için gazetecilik yapanlar garipseniyor. Gazeteci o fotoğrafı koyar. Abdi İpekçi koyardı. Çetin Emeç koyardı. Ertuğrul Özkök koyardı. Bizim işimiz, toplumun eşekliklerini toplumun gözüne sokmak.
Peki sen o fotoğrafı koydun diye bu ülkede şiddet azalacak mı?
Şiddet azalmayacak. Ama şiddetin ne olduğunu herkes görecek, anlayacak, Şiddete karşı tepki artacak. Şiddete karşı müeyyide artacak. Kadınlar daha fazla korunacak. Korunmaları gerektiğini herkes anlayacak.
Bir anda üzerine gelinince ne hissettin? Korkmadın mı, sinirlenmedin mi?
Ne korktum, ne sinirlendim, ne de şaşırdım. Çünkü artık bu ülkeyi tanıyorum. Alacağım tepkileri biliyordum. Zaten yazı işlerinde de konuştuk. Fotoğrafın basılmasına koca yazı işlerinde üç kişi onay verdi. Ayşe Özek Karasu, Mehmet Güler ve ben. Ayşe’yi çok önemserim. Gazetenin vicdanıdır. Aklıselimidir. O onay verince rahatladım. Gerisi karşı çıktı. “Basıyoruz arkadaşlar” dedim. “Yarın yüzde 70’i ağzımıza sıçacak ama basıyoruz. Ben göğüslerim her şeyi” dedim. Çünkü ortalama düşünen, ortalama tepki veren, sıradanlığı meziyet edinmiş herkesin karşı çıkacağını, eleştireceğini biliyordum. Benim anlamadığım bunun hesabını, Hande’den soran beyinsizler oldu. Sanki Hande gazetede benim yanımda oturup, “Şunu yap bunu yapma” diyormuş gibi. Bu kadar üst düzey aptallıktan tiksiniyorum.
Seni sırtından bıçaklamak isteyenler oldu mu?
Bu olayla ilgili olarak soruyorsan oldu. Gazeteciliği, ana akım dalkavukluğu olarak görenler bıçakladı. Twitter’dan tırsan, ürkenler pustu kaldı. Gazete içinde de, dışında da. Fırsatçılarsa, hançeri çekip saldırdılar. Hançer bir Ortadoğu silahıdır. Bilirsin. Batı’da kılıç vardır, bıçak vardır. Ortadoğu’da ise hançer. Hançerin özelliği karşıdan saplayamazsın. Yapısı müsait değildir. Mutlaka arkadan saplamak gerekir. Bıçaklamak isteyenlere kızmam. Ama hançerlemek isteyenleri aşağılık bulurum. Düelloya varım, pusuya, sırttan bıçaklamaya yokum. Schopenhauer’in ‘Aforizmalar’ında vardır, Doğu kültürlerindeki şeref haysiyet onur algılamasıyla ilgili bölümler. Okumak lazım onları. Buradaki durumu anlamak için.
Destek de geldi ama bir yandan. O fotoğraf için söylüyorum…
Geldi tabii. Okurlardan çokça destek geldi. Evladının kopuk başı Miliyet gazetesinde yayınlanan bir babadan ve anneden destek geldi mesela. Basından da geldi. Bir şey dikkatimi çekti. Basında, bu yaptığımı anlayıp destekleyenlerin neredeyse tamamı Hürriyet kökenliydi. Gazetede yazı işlerinde Ayşe Karasu, yazılarında Pakize Suda, Murat Bardakçı ve Serdar Turgut, Hürriyet’te sen, Ertuğrul Özkök, Ömür gedik. Bu bir cesaret işi. Size borçluyum aslında. Hiç ihtiyacınız yokken, araya bedeninizi soktunuz. Eleştirilere de bir şey demiyorum. Mesela Birgün gazetesinde birisi çok düzgün eleştiri yazısı yazdı. Saygı duydum. Ama “Habertürk kapatılsın!” diye yazan pislikler oldu. Benim gazetecilikten atılmamı isteyen reziller oldu.
Twitter bir fenomen oldu değil mi?
Hem iyi hem kötü bir fenomen. Düşünce tembelliği aslında. Orta karar fikirlerin çokça alıcı bulduğu bir pazar. İstisnaları var ama insanları düşünmeye değil, sıradan tepkileri sıradan düşünceleri kutsamaya yarayan bir ortam oldu. En ortalama, hatta ortalamanın altı tepkiler, bir anda en doğru tepkiler gibi yaylaşıyor o ortamda.
Sürekli gardını almak yorucu değil mi?
Alırsan yorucu. Almıyorum ki, ben bildiğimi okuyorum. Onlar da benim okuduğum üzerine yorum yapıyorlar. Bana ne. Gard mard yok. Kabak gibi ortadayım. Vuran vuruyor yumruğu. Düşersem, tekme de atarlar biliyorum. Başımı bile ezerler. Düşürmeye çalışanlar da yok değil. Şimdilik ayakta durabiliyorum. Düştüm mü kalkarım. Hala gücüm var. Baktım kalkacak gücüm yok. Sürünerek kaçarım. Bir daha da dönmem.
Peki orada yatan senin ailenden biri olsaydı…
Annem olsa basardım. Anamı bu hale getiren aşağılık babamdan sadece ben değil, herkes nefret etsin diye. Annem sordu, “Hakikaten basar mıydın?” diye. “Basardım” dedim. “İyi yapardın!” dedi. Allahtan böyle bir babam olmadı. Ben annemle babamın tartıştığını dahi görmedim. Babam 82 yaşında öldüğünde, hala anneme büyük aşkla bakardı. Ölürken, annemden uzak kalacağı için üzülmüştür mutlaka. Zaten komadaydı. Çok kötüydü. İçim acıyordu her gün yanına gittiğimde. Belli ki, gitmek istiyordu ama annemi bırakamıyordu. Bir cumartesi akşamıydı. Istırabını görüyordum. Doktoru da, “Artık buradan dönüş yok” demişti. Dayanamadım. Kulağına eğildim. “Baba merak etme. Annem bana emanet. Rahat ol” dedim. Sarıldım. Öptüm. Ağladım. Ertesi sabah, annemi bana bırakıp gitti. Öyle bir babanın oğluyum ben.
O kadının çocuğu “Benim annemin o haldeki fotoğrafını neden bastınız” deseydi ne derdin.
Üzülürdüm. Anlatmaya çalışırdım. Annesini o hale getiren kişiye sorulması gereken hesabı bana sordu herkes zaten. Bakın, o fotoğraf kadına şiddetin simgesi oldu. Ayşe Paşalı’nın resmini de ben bastım. Bunu da. Şiddete uğrayan onca kadın arasında hatırlanan bir bu iki olay var. O fotoğraftan bugüne 20 kadın daha öldürüldü. Kimse biliyor mu? Ama yasa çalışmaları hızlandı. Kadın ve Aileden Sorumlu Bakanlığa ekstra bütçe aktarıldı. Onu da kimse söylemiyor.
Şiddetin cinsiyeti var mı sence?
Sence var mı? Bak birazdan fotoğraf çekeceğiz bu röportaj için. Bana bir ceket hazırlamışsın. Sırtında bıçak olan. Aslında giymek de istemiyorum onu. Bizim meslekte gazeteci olmayan ama gazetelere televizyonlara bir şekilde sirayet etmiş öyle p..tlar ortaya çıktı ki, buna bile bir anlam yüklemeye çalışacaklardır. Şiddetin cinsiyeti mi olur. Bak bir hikaye anlatayım: Hikaye dediğim gerçek olay. Güneş Gazetesi’nin başındayım o sırada. 1990’ların başı. Bir veya iki. Yönetim katında servis yapan bir hanım var. Sabah çayımı getirdi. Bir de baktım gözü mosmor. “Ne oldu?” dedim. “Cesur dövdü” dedi. Cesur dediği kocası. O da yazı işlerinde ofis görevlisi. Tepem attı. Cesur’u çağırttım. “Gelemem” demiş. “Gelsin” dedim. Geldi. Odaya bir girdi. Cesur bitik. Surat, tırmık içinde. Kulağının ucu kopmuş. Bir parmağı kırık. “Ne oldu lan Cesur?” dedim. “Abi, hanım dövdü” dedi. “Sen hanımı dövmüşsün” dedim. Başladı ağlamaya anlattı. Cesur, kahvede okey oynarken bütün parayı kaybetmiş. Eve gidince karısı saldırmış. Zaten Cesur, karısının yarısı kadar. Paralamış Cesur’u. Cesur da can havliyle bir yumruk çıkarmış. Karısının gözüne. Cesur gömleği bir çıkardı, her yeri mosmor. “Karın haklı. Sen haksızsın!” dedim. “Evin parasını okeyde kaybedersen, çocuğu çoluğu, mutfağı düşünen karın haklı olur” dedim. Şiddet her yerde şiddet. Erkeğin kadına, kadının erkeğe... Fark etmiyor. Ama kadın fizik olarak daha narin olduğu için şiddete daha çok maruz kalıyor. Şiddetten daha çok zarar görüyor. Şimdi Hande beni dövse bana bir şey olmaz, ben Hande’ye fıske vursam, Allah korusun. Neyse k, Ömer benim kadar iri kıyım değil. Sen şanslısın…