ANALİZ

İstanbul'a gelsin de asılsın mı yani?..

Neymiş?.. Öcalan ayrı devlet istemekten vazgeçmişmiş.. Federasyonu tartışmanın serbest olmasını istiyormuş

İstanbul'a gelsin de asılsın mı yani?..

ADNAN BERK OKAN

Cep telefonum çaldığında DigiTürk sekizinci kanalda önceden kaydettiğim nefis bir film izliyordum.

Her izlediğimde bana Güneri Cıvaoğlu’nu hatırlatan Rex Harrison oynuyordu başrolünü. Susan Hayworth da vardı filmde...

Telefonumun ekranında paşanın adını görünce görüntüleri dondurup yeşile bastım; “n’aber paşam?” dedim güçlü bir ses tonuyla…

“İyi haber” dedikten sonra “hemen CNNTÜRK’ü aç” diye devam etti…

“Yahu sen halen kurtulamadın şu komutanlık modundan, karşında emir subayın yok” dedim gülerek…

Ama o telefonunu çoktan kapatmıştı…

Kaldığım yerden daha sonra izlemek üzere Bal Küpü’nden ayrılıp uzaktan kumandanın 42 nolu tuşuna bastım…

Hande Özfırat; Hürriyet yazarı ve “Akil İnsan” Prof. Hüseyin Yayman ile Cumhuriyet Ankara Temsilcisi Utku Çakırözer’i konuk ediyordu.

İzlemeye başladım…

                                   *     *     *

Hande, reklâmlardan hemen sonra programın sonuna geldiklerini söylüyordu ki bu defa karımın telefonu çaldı…

Telefonu açan karımın “Ooo …….. (paşanın adını söyledi)” demesinden anladım ki benim telefonumu pek güvenli bulmuyordu…

Karım telefonu getirip verdiğinde, “yahu benim telefondan niçin korkuyorsun? Tehlikeli ve yasak bir şey söylemeyeceksen niçin korkuyorsun? Kaldı ki beni kim dinleyecek? Keşke dinleseler de biraz adam olsalar”.

“Boş ver sen; telefonun meşgul olduğu için kız kardeşimin telefonunu aradım (halbuki telefonum meşgul değildi) deyip sordu; “Dinledin mi?”

“Hem de sonuna kadar...”

“Sana senden dinlediğim bir fıkrayı hatırlatacağım”.

“Buyur, dinliyorum”.

Ve başladı çok severek anlattığım fıkrayı bana nakletmeye…

                                   *     *     *

Temel İstanbul’da işlediği cinayet yüzünden yargılanırken anlatmaya başlar. “Rize’de bir gün dolaşıyordum, uşağın biri bana geldi 'İstanbul’a gidelim' dedi…”

Yargıç müdahale eder:

“İstanbul’a gel hele…”

Temel savunmasını sürdürür.

“Ben ona ‘İstanbul’a gidemem çay toplayacağız; birkaç başka işim daha var, sonra gideriz’ dedim ama o ısrar etti”.

Hâkim bir kez daha müdahale eder:

“Kardeşim bırak şimdi masal anlatmayı da İstanbul’a gel”…

Duymazdan gelen Temel devam eder.

“O kadar ısrar etti ki kıramadım. Önce bir takaya binip Trabzon’a doğru yola çıktık”…

Hakim bu defa kürsüyü yumruklar:

“Yeter yahu… Gel şu İstanbul’a”…

“Olmaaazzz…” der Temel; “İstanbul’a geleyim de beni asasın di mi?”

                                   *     *     *

Benden öğrendiği fıkrayı benden güzel anlattığı mesajını vermek için küçük de olsa bir kahkaha attım.”

Daaaaa” dedim, “ne alâka?”

“Anlatacağım…”

Ve sonra da aramızda şöyle bir konuşma geçti.

Koyu yazılı kısım Paşa’nın söyledikleri, açık renk olanlar benim karşı soru veya itirazlarım…

Buyurun…

                                   *     *     *

 

“Hüseyin Yayman Temel gibi... Hep Öcalan ve PKK’nın en masum eski taleplerini sayıyor… Neymiş?.. Öcalan ayrı devlet istemekten vazgeçmişmiş.. Federasyonu tartışmanın serbest olmasını istiyormuş, o da zaten kanun değişikliği ile yasak olmaktan çıkarılacakmış… Yani; artık örgüt neden dağda kalacakmış ki?..”

“Haksız mı yani?”

“Yahu tabii haksız!.. Yayman Öcalan’ın özgürleşecek olmasına, ana dilde eğitimin olmazsa olmaz şartlardan biri olduğuna neden hiç değinmiyor?”

“Neden?”

“Temel gibi de ondan… Onları anlatırsa, halkın Öcalan’ın affına razı gelmeyeceğini biliyor da onun için gelmiyor”.

“Paşam be, sen de amma taktın şu barış sürecine?”

“Bırak şimdi Vasfiye teyzeliği de dinle...”

“Dinliyorum ya…”

“Ciddi ol o zaman…”

“Yahu Vasfiye teyzeyi ben mi taşıdım şimdi sohbete?”

“Neyse… Utku Bey, Sami Selçuk’un hükümetin bu işi küçük bir kanunla çözecekken çözmediğini hatırlatınca Yayman Hoca çekilmenin kolay olacağını, devletin geleneklerinde bu tür olaylarda resmi yazılı karar almadığını her şeyin sözel olduğunu söyledi”.

“Zor mu olacak çekilmek yani?”

“Bak arkadaşım. Siyasi partilerden birisi bölgeyi, dağları ve örgütün geçiş yollarını çok iyi bilen emekli subay ve astsubaylardan oluşan izleme komiteleri kuruyor. Bu komiteler çekilmekte olan silahlı terör guruplarını tespit ederek resmi kanallardan valiliklere, emniyet müdürlüklerine ve silahlı kuvvetlere bildirerek resmi zabıtlar tutacak.”

“Yani?”

“Yani, o resmi tutanaklarla da savcılıklara gidip şikâyetlerde bulunacak...”

“Savcılıklar takipsizlik kararı verir.”

“Bok verir… Tövbe tövbe… Yahu eldeki resmi zabıtlara rağmen takipsizlik kararı verecek savcının alnını karışlarım ben”…

“İyi de ne geçecek bunu yapan siyasi partinin eline?.. De ki emniyet güçleri veya askerler çekilmekte olan o militanlara ateş açtılar, müsadere oldu… Ya çocuklarımız şehit olursa?.. Ya terör yeniden hortlarsa?.. O siyasi parti memnun olacak, bayram mı yapacak?.. Yahu bu senin yaptığın alenen iktidara düşmanlık etmek, barışın önüne set çekmek…”

“Ben yapmayacağım ki bunu; yapan düşünsün. Benim söylemek istediğim Sami Selçuk Hocanın da dediği gibi bir kanun çıkarıp polisi, valiyi, askeri gelecekte sorumlu olmaktan kurtarsınlar”…

“Tamam ama Yayman Hoca söyledi işte; bu konuda devletin böyle bir yazılı talimat verme geleneği yok”…

“Yok ama bu askerin de Mustafa Muğlalı’nın başına gelenleri unutacağı yok. Muğlalı olayını taze mezun olmuş teğmen bile ezbere bilir ve hiç aklından çıkarmaz. Hükümet istese minik bir kanuni düzenleme ile arkadaşlarımızın gelecekte yargılanmalarının önüne geçebilir ama yapmıyor.”

“Neden yapmıyor?”

“Çünkü hükümet 2015 genel seçimleri sonuçlanıncaya kadar bu konuda resmi tek adım atmayacak. Atarsa bunun muhalefet tarafından aleyhine kullanılacağını biliyor”.

“Yahu adamlar meclise atamayla gelmiyorlar ki seçimle geliyorlar, tabii seçmenlerini düşünecekler”.

“Önce devleti, önce hukuku düşünsünler kardeşim. Kendileri seçim kazanacak diye on binlerce memurun geleceğini tehlikeye atmasınlar.”

“Bir şey olmaz, hiçbir valiye, polise, askere gelecekte kimse dava açmaz…”

“Sen öyle san. Eğer gerçekten de görevlilerin görevlerini yapmadıklarını tutanakla tespit ederlerse mutlaka hesap sorulacaktır”.

“Hayret ediyorum paşam ya; barış sürecinin devam etmemesinden memnun olacak gibisin. Hükümeti de meclise tamamen hakimmiş , dilediği zaman anayasada değişiklik yapacak güce sahipmiş gibi sanıyorsun”…

“Yahu ne anayasası?.. Bir küçük kanun işte o kadar... yahu bu siyasetçi milletini tanımıyormuş gibi yapıyorsun bana... Yapma yaaa... Bunlar iktidarıyla muhalefetiyle anayasadan dönmeyeceğini bilseler mevcut parlamentonun seçime gitmeden daha en az dört dönem görev yapacağına ilişkin bir yasa çıkarabilseler, genel af bile çıkarırlar, federasyona geçiş de yaparlar, Apo’yu da af ederler. Ama korkuları seçim kaybetmek... Gördün işte, özlük haklarının korunması ya da iyileştirilmesi her neyse hemen uzlaşıverdiler. Sen geçen gün birileri için yazdıydın ya hani; bunlar için de geçerli o yazdıkların.”

“Ne yazdıydım?”

“Diyordun ya bazı gazeteciler için hani 'bunların dostluklarını da düşmanlıklarını da çıkarları belirler' diye bu siyasetçilerin de aynen öyle. Bunların verecekleri her türlü kararı seçilip seçilemeyecekleri belirler. Bilseler ki daha en az 3 – 4 dönem vekil olarak kalacaklar bunlar her şeyi yaparlar...”

“Sen takmışsın bir kere, tamamen ön yargılısın ne diyebilirim ki?”

“Asıl önyargılı olan sensin… Yahu şu Tayyip’in şeyinde boncuk mu buluyorsun ki bu adamı bu kadar savunuyorsun?”

“İnsaf Paşam ya; ben mi savunuyorum? Savunduğum için mi benim adımı da barış düşmanına çıkardılar?”

“Savunmasan bu kadar itiraz eder misin her söylediğime?”

“Benim itirazım barış istemiyor gibi konuşmana”.

“Kardeşim, Hükümet son on yıldır yargıyı, orduyu ele geçirmek için harcadığı enerjiyi demokratikleşme, yargıyı tam bağımsızlaştırma, orduyu siyasetin dışında tutmak için harcasaydı; meselâ TSK İç Hizmetler Kanunu 35. Maddeyi iptal etmekte kullansaydı terör zaten çoktan ve kendiliğinden biter son on yılda kaybettiğimiz çocukları bugün işinde gücünde, aileleriyle hayatlarını yaşıyor olurlardı.“

“Ne diyebilirim ki; sen kafana koymuşsun ve hep ihtimaller üzerinde konuşuyorsun?”

“Hayır!.. İhtimal değil, yaz bir tarafa bütün bu dediklerim olacak”…

“Tamam tamam söylediklerinin hepsini not ettim; tam kelimesi kelimesine anlatamasam da mealen yazacağım...”

“Zaten yazasın diye anlattım, yaz tabii... Gözlerinden öperim...”

“Ben de senin gözlerinden öperim...”

                                   *     *     *

Evet efendim;

Neredeyse elli yıllık dostum olan bu paşaya hak verdiğimi söyleyemem ama yazmadan da duramadım…

[email protected]

ÇOK OKUNANLAR